Avukat Selin Nakıpoğlu: Yasaların uygulanmamasını kadınlar canlarıyla ödüyor
Dünya Ekonomik Forumunun 2020 Cinsiyet Eşitliği Raporunda Türkiye’nin notunun ‘en kötü’. Av. Selin Nakıpoğlu, iktidarın şiddetle mücadele ediyor‘muş’ gibi yapmaktan öteye gitmesi gerektiğini söyledi.

2021 yılına olağanüstü bir dönemle girdik. Tabii ki bu süreç kadınlar için pek çok zorluğu da ortaya çıkardı. Kadına yönelik şiddet ise bu zorlukların en yakıcılarından biri oldu. Geride bıraktığımız yılda 300 kadın cinayeti, 171 de şüpheli kadın ölümü yaşandı.  

Bu dönemde dikkat çeken bir şey daha var ki boşanmak isteyen kadınların maruz kaldığı şiddet ve cinayetler. Pek çok kadın kendi hayatı hakkında aldığı kararlar nedeniyle öldürüldü. Boşanmak aşamasında öldürülen kadınların çok ciddi bir biçimde arttığı da bir gerçek. Bu artışın nedenlerini, nasıllarını Avukat Selin Nakıpoğlu ile konuştuk.

Kadına yönelik şiddetin boyutları konusunda uzun bir süredir somut, şeffaf verilerin olmadığına dikkat çeken Nakıpoğlu, “-mış” gibi yapılmasını değil kadına yönelik şiddetle somut olarak mücadele edilmesine ihtiyaç olduğunu vurguluyor. Yasaların uygulanmamasının sonucunu kadınların canıyla ödediğini ifade eden Nakıpoğlu iktidara sesleniyor: Bir an önce İstanbul Sözleşmesi’ni hayata geçirin.

Son dönemde yaşanan kadın cinayetlerine baktığımızda özellikle boşanma aşamasında öldürülen kadınların oranında bir artış gözlemleniyor. Bu artışı neye bağlayabiliriz? Neden kadınlar kendi hayatları hakkında karar almak istediklerinde öldürülüyor?

Bu artış, hatta erkeklerin şiddet uygularken başvurduğu yöntemlerin adeta IŞİD yöntemleriyle özdeş olması, son derece acımasızca, cesetleri yok eden boyutlara gelen bir düzeyde olması tesadüf değil. Bu vahşet sadece Münevver Karabulut cinayeti ile sınırlı kalmadı, erkeklerin birbirlerinden adeta yöntem öğrendiklerini görüyoruz. Biz bu vahşetin istatistiğini de ne yazık ki bilmiyoruz çünkü bu ülkede çok ciddi bir veri eksikliği var. İlgili bakanlıklar herhangi bir şekilde kadına yönelik erkek şiddeti ile mücadele için sorulması gereken soruları sormuyor, araştırılması gereken noktalara asla parmak basmıyor. İçişleri Bakanlığı “Kadına yönelik erkek şiddeti azaldı” diye açıklama yapıyor; neye göre, hangi yıla göre, hangi bölgelerde sorularının hepsi cevapsız. Aile Çalışma Ve Sosyal Hizmetler Bakanı başka bir ülkenin bakanı gibi konuşuyor çünkü söylediği hiçbir şey Türkiye’nin gerçekleri ile örtüşmüyor. Bakanın meseleye gerçek anlamda vakıf olduğunu düşünmüyorum, zira görev alanlarının içinde sosyal hizmetler, çalışma, engelli, gazi gibi pek çok konu var. Spesifik olarak kadına yönelik şiddetle ilgilenmiyor. Sayın Bakanın şiddetle ilgili kayda değer bir açıklaması yok. Biz erkek şiddetinin hangi boyuta ulaştığını Bianet portalından, kadınların kendi inisiyatifleri ile kurduğu Anıt Sayaç gibi veri merkezlerinden öğreniyoruz.

Fotoğraf: Ekmek ve Gül

Şuna da dikkat çekmek istiyorum: Özellikle Türkiye’de ilk korona vakasının belirlendiği 11 Mart 2020 tarihinden itibaren 3 ay boyunca erkek şiddetinin artışındaki alarmı STK’ler defalarca söyledi. Kadın örgütleri raporlar yayımladı. İlgili bakanlıklar ise herhangi bir açıklama hâlâ yapmadı. O 3 aylık dönem karanlık bir dönem olarak duruyor. 2020’yi bitirdiğimiz aralık ayında bir raporlama, strateji, acil önlem planları bekledik ama böyle bir husus ele alınmadı. Mecliste de buna ilişkin zaten ciddi bir gündem yok belirli partiler dışında. Ama Temmuz 2020’den beri İstanbul Sözleşmesi aleyhine beyanatlar verdiler, hâlâ yürürlükte olan Sözleşme sanki yürürlükte değilmiş gibi bir algı yarattılar.

CİNSİYET EŞİTLİĞİ RAPORUNDA TÜRKİYE’NİN NOTU ‘EN KÖTÜ’

Dünya Ekonomik Forumu her yıl sonunda cinsiyet eşitliği raporu açıklıyor. 2020 raporunda Türkiye’nin durumu “en kötü” olarak ifade ediliyor. Muhatapları bu raporu okuyacaklar mı, gündem edecekler mi, dikkate alacaklar mı? Hayır! Bakanlıklar hoşlarına gitmeyen hiçbir detayı paylaşmıyorlar ve biz tamamen gerçeklerden uzak, ütopik parametreler üzerine bu meseleyi konuşur hale geliyoruz. Gerçekten bir çalışma yapılmadığı için mücadele ediliyormuş gibi yapılıyor. Üzerine bir de “Onu değiştireceğiz, bunu değiştireceğiz canımız isterse Sözleşmeden çıkacağız” gibi hususlarla da potansiyel katilleri cesaretlendiriyorlar.

Bir hatırlatma daha yapacak olursam, Nisan ayında infaz yasasındaki değişiklikle oldukça fazla hükümlü salıverildi ve söylenenin aksine kadın ve çocuğa yönelik şiddetten dolayı ceza alan kişiler de vardı aralarında. Bu kişiler yarım bıraktıkları şiddeti tamamlamak için o kadınların kapısına gitti. Bakanlığın bir çalışmasını da görmedik bu süreçte. Kimlerin tahliye edildiğine ilişkin sorularımızın hepsi cevapsız kaldı. 30 Mart 2020’deki Hakim ve Savcılar Kurulunun 6284 sayılı Yasa’yı adeta askıya aldığı 10. maddedeki kararına ilişkin de Adalet Bakanı bir kelime etmedi, yürürlükteki yasanın askıya alınmasına göz yumdu. “Salgın var, şiddet göstereni evden mi uzaklaştıracaksınız?” dedi. Bugün bunların sonuçlarını kadınlar canlarıyla ödüyor.

‘ŞİDDETLE MÜCADELE EDİLDİĞİNİ SOMUT OLARAK GÖRMEK İSTİYORUZ’

Adalet Bakanlığı yakın zamanda bir rapor açıkladı, Adalet Hizmetlerine erişim raporu. Rapora göre, kadına yönelik suçlara karşı devletin etkin koruması arttı ve kadın cinayetlerinin azaldı. Ancak biz hem şiddetin arttığını hem de yöntemlerinin vahşileştiğini konuşuyoruz. Böylesi iki farklı sonuç nasıl açığa çıkıyor?

Kime ya da kimlere “başarılı ve tatlı görünmek için” bu tür gerçeği yansıtmayan şeyleri açıklıyorlar, dert ne? Avrupa Konseyi açısından imaj yenilemesi mi? İstanbul Sözleşmesi’nden imza çekilmesi tartışılırken bu raporda görüyoruz ki ısrarlı takip sebebiyle şiddete maruz kalmış pek çok kadının iş yeri değiştirilmiş. Bu korumak için yeterli mi peki? Neden ısrarlı takip Türk Ceza Kanunu’nda suç olarak tanımlanmıyor? 2018 tarihli GREVIO raporu Türkiye’ye “Böyle bir ödevin var” diyor. Neden bu ödevi hâlâ yapmıyor yetkililer* 6284 sayılı Yasa’da ısrarlı takibi şiddet olarak geçiriyorlar ancak TCK’da suç olarak tanımlamıyorlar. Kamuoyuna daha detaylı bilgiler verilmeli. Çünkü bu rakamlara, bu raporlara, açıklamalara hiçbir şekilde güvenimiz yok. Vatandaşın devletin verdiği kadına yönelik şiddete ilişkin verilere güveni olmamasını bürokratların dert etmesi gerekiyor. “Mış” gibi yapılmasını değil kadına yönelik şiddetle gerçekten mücadele edildiğini somut olarak görmek istiyoruz. Şiddet sadece KADES uygulaması ile de baş edilebilecek bir şey değil. KADES de maalesef pilot olarak bırakıldı ve maalesef akıllı telefonlarda çalışan bir uygulama. Türkiye’deki yoksulluk ortada, her kadının akıllı telefonu ve internet erişimi var mı, bilmiyoruz. Bunun üzerine gitmek lazım, bunu bilmemiz lazım. Uygulama güzel de ne kadar etkin ve etkili, bunun üzerinde düşünmek gerekiyor. Hiçbir şeyin kağıt üzerinde kalmaması gerek. “Koruma kararı verildi” deyip 6284 sayılı Yasa’nın başarısını salt buralara çekilemez. Bu ülkede cebinde koruma kararı varken adliye kapısının önünde öldürülen kadınlar var. O koruma kararının etkili olması için çok önemli soru işaretleri var, işte bu tür boşlukların üzerine gidilmesi gerekiyor. “Ben koruma kararını verdim” demek değil, mesele asıl bundan sonra başlıyor.


Fotoğraf: Ekmek ve Gül

‘AİHM’İN 2009’DAKİ NAHİDE OPUZ KARARINA GERİ DÖNMÜŞ DURUMDAYIZ’

Koruma kararı demişken bir hatırlatma yapmak istiyorum burada. Ayşe Tuba Arslan’ın katledilişini önleyemeyen emniyet birimleri hakkındaki soruşturmada ‘İhmal yok’ sonucu çıktı. 23 kez suç duyurusunda bulunan, 4 kez koruma kararı çıkartan Ayşe Tuba’nın ölümünde kamu görevlilerinin, devletin hiçbir sorumluluğu yoktur denebilir mi?

Diyemeyeceğimizi emsal bir kararla açıklayayım, hem de İnsan Hakları Avrupa Mahkemesinin vermiş olduğu bir kararla. Nahide Opuz’un ve annesinin 1995’ten başlayıp 2000 yıllarının başına kadar şiddet görmesi, sayısız kere tüm ilgili yerlere başvurmaları ve şiddet uygulayan failin tutuklanmaması sonucu Nahide Opuz’un annesini öldürmesi süreci sonrası dava 2009’da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine taşındı. Türkiye’nin vatandaşını koruyamaması, yeterli etkin ve etkili soruşturma yürütmemesi sebebiyle birden çok maddenin ihlali kararıyla Türkiye bu konuda tazminata mahkum edilen ilk taraf devlet oldu. Biz 2009’da bunu yaşadık, Nahide Opuz kararının bu olumsuz imajını silmek için hızlı bir şekilde İstanbul Sözleşmesi’nin ilk imzacısı olundu, Sözleşme çok hızlı bir şekilde onaylandı, firesiz, çekincesiz Mayıs 2011’de Meclisten geçti. Çünkü o dönemki Nahide Opuz kararı çok olumsuzdu. Şimdi aynı şey yaşanıyor, Ayşe Tuba’da ne fark etti ne gelişti bu kadar süre içerisinde? Elimizdeki düzenlemeyi kullanmamak için sürdürülen bu inat kadınların hayatlarının sonlandırılmasına sebep oluyor. Bu inat şahsi bir durum değil, toplumsal cinsiyet eşitliği ile bir dertleri var. Kadın-erkek eşitliğine inanmama gibi bir problemi var. 2020 senesinde bunu konuşuyor olmak bir devlet için çok geri bir durumdur, gelecek böyle devletler için zor. Cinsiyet eşitliği meselesini aşmış olmak gerekiyor artık, ama biz 2009 kararına geri döndük. Ya geriye gidiyoruz, en iyi ihtimalle de yerimizde sayıyoruz.

‘KADINLAR İÇİN DESTEK VE DAYANIŞMA ÇOK ÖNEMLİ’
Boşanma aşamasında olup şiddete maruz kalma ihtimali olan kadınlar nerelere başvurabilirler, ne gibi hukuki hakları var? Ne tür tavsiyeleriniz olur kadınlara?

Kadınlar şayet maddi güçleri yoksa her nerede olursa olsun her bağlı bulundukları ilin Barolarına başvurup adli yardım hizmetinden yararlanabilirler. Yani süreci bir bilenle, bir avukatla başlatmak ve sonlandırmak, bu çok önemli. Bunu lütfen atlamasınlar. Bu işi lütfen kadınlar erbabına bıraksın çünkü kadınların ihtiyacı olan düzenlemeleri nerede, nasıl, ne zaman kullanacağını hukukçular biliyor. Şiddet yasası diye özetlediğimiz 6284 sayılı Yasa boşanma davası açsanız da açmasanız da zaten sizi şiddetten koruyan bir yasa, eş zamanlı olarak boşanma davası da açabilirsiniz, 6284 başvurusu da yapabilirsiniz, bunların ikisini birden de yapabilirsiniz.
Darba maruz kalmışsanız bu Türk Ceza Kanunu çerçevesinde şiddetin dozajına göre basit ya da nitelikli bir yaralama suçudur. Bu anlamda alınacak darp raporu çok önemlidir. Bu ayrıca bir suç olduğu için şikayetçi olabilirsiniz maruz kaldığınız fiziksel şiddet dolayısıyla ya da tehditten, hakaretten de aynı şekilde şikayetçi olabilirsiniz. “Bir şey yapsam ne olacak?” düşüncesi çok yanlış, bu sadece şiddet gösteren erkeklere yarıyor. Kadınların ses çıkarması ile o kadar çok mekanizma harekete geçecek ki.
Bir diğeri de kadına yönelik erkek şiddeti ile mücadele için senelerdir alanda çalışan kadın örgütleri ile irtibata geçmek. Bir telefon ya da bir e-posta kadar uzak bu örgütler size. Destek, dayanışma bu noktada çok önemli, işi bilen sosyal çalışmacılarla, avukatlarla bu işi yürütmek önemli. Sadece bilgi değil tecrübe, öngörü, dayanışmanın niteliği açısından da çok önemli. Hiçbirimiz yalnız değiliz. Hepimizin kadın olduğumuzdan dolayı şiddete uğrama ihtimali var. Birlikte olduğumuz zaman güçlüyüz.


Fotoğraf: Ekmek ve Gül

‘ŞİDDETİN ORTAYA ÇIKMAYACAĞI BİR TOPLUM TAHAYYÜLÜ İLE HAREKET EDİLMELİ’
Kadınların şiddete maruz kalması ihtimaline karşı bu kadınları korumak, güçlendirmek için asıl muhatapların yapması gerekenler neler?
Muhatapların kadına yönelik şiddetin bu ülkede olduğu ve çok yüksek oranda olduğunu kabul etmesi gerekiyor. Sorumluluklarının da çok yüksek olduğunu asla unutmamaları gerekiyor. Bir kolluk çalışının bir görevi suiistimali, bir kadının başvurusunu almaması tıpkı Emine Bulut dosyasında olduğu gibi bir kadının yaşamının sonlanması ile sonuçlanabilir. Polisler “Sen şimdi git 4 saat sonra gel” dediğinde Emine Bulut 4 saat sonra gidemedi karakola çünkü öldürüldü. O 4 saat içinde bir kolluk görevlisinin yapmamış olduğu işlem, görevi ihmal suçu işlemesi bir hayatın sönmesine sebep oldu. O yüzden hakimlerin, savcıların, kolluğun herkesin sorumluluğunun yüksek olduğunu bilmesi gerekiyor. 6284 sayılı Yasa 112 gibi çok acil durumların yasasıdır, taslak bir şekilde ele alınamaz. O kadının hangi tedbire, hangi önlem kararına ihtiyacı olduğunu da dinlemek gerekiyor. Her gelen kadına, çocuğa kopyala yapıştır biçiminde kararlar işe yaramıyor. Belki tek talebim şiddet gösteren kişinin silahının elinden alınması, örneğin kişi jandarma ve silahını eve getirmemesi istiyorum ben. Ama beni dinlemeden benim istemediğim tedbir kararları verebiliyor hakim.
Adalete ulaşmakla, adaleti hissetmekle ilgili ciddi problem var, bu problem büyürken kadınların bir arada olması ve dayanışması çok önemli bir şekilde büyüyor. Biraz bundan da çekiniyorlar çünkü kadınlar neredeyse iktidara geldiklerinden beri asla susmadı, asla meydanlardan geri düşmedi, sözünü söylemekten imtina etmedi, korkmadı.
Kadınlar canlıları ile ödüyor bunu. O sebeple üç maymunu oynamakla olmuyor. Öncelikle iktidar toplumsal cinsiyet eşitliğine inanmalı, şiddetin ortaya çıkmayacağı bir toplum tahayyülü ile hareket etmeli, İstanbul Sözleşmesi’nin söylediği gibi STK’larla iş birliği yapılmalı, STK’ların kadına yönelik şiddetle ilgili davalara müdahillikleri kabul edilmeli, ısrarlı takip TCK’de suç olarak tanımlanmalı, tecavüz kriz merkezleri oluşturulmalı. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmak kadın ve çocukların aleyhine bir şey olur. O yüzden direnmeyi bırakıp bu Sözleşme hayata geçirilmeli, aynı zamanda 6284’teki eksiklikler giderilmeli, nerede uygulamada problem var muhatapları ile konuşulmalı… İşte o zaman her şey değişecektir.

Manşet fotoğrafı: Ekmek ve Gül

İlgili haberler
Bakanlığın kadına yönelik suçlara ilişkin verileri...

Adalet Hizmetlerinde 2020 yılı verileri kadına yönelik suçlara karşı devletin etkin korumasının artt...

Ayşe Tuba Arslan davasında korumayanları korudular...

23 kez suç duyurusuna rağmen Ayşe Tuba’yı koruyamayan devlet; hakimini, polisini, ŞÖMİN uzmanını kor...

‘Devletin koruması gerekirken biz kendimizi koruma...

Şiddet artar, şiddetin dozu vahşileşirken ölmemek için öldürmek zorunda kalan kadınlar da artıyor. K...