Ulviye’den kocası Salih ile ilgili akıl alır Zehra. Ulviye bir sürü büyü söyler Zehra’ya kocasını kendisine bağlaması için. Ama saf, köylü kızı Zehra bilmez asıl gerçeği. Gerçek ne mi peki?
Bir de evlilik çıkmazlarındaydı. Kocası durduk yere sinirleniyor. Üzerine yürüyor. Ne giyse, biraz süslense kavga çıkarıyordu. Bunalmıştı. Annesinin evine dönmek istiyordu. Anlatamıyordu...
“Seni yeterince aşağıladığına inandığında öldürecek,” diye mırıldanan gölgemin sesi duyuluyor. Dehşetle bunun bir öngörü değil gerçek olduğunu fark ediyorum...
Korkmuştum bu mektupları aldığımda. Manyak mıdır nedir bunları yazan? Anlamamıştım ya yazılanların çoğunu. Sevecekmiş beni, bu işi bırakmalıymışım, bırakmazsam bitirecekmiş işimi...
“İşte böyle kendine güven, sürenlerin senden fazlalığı mı var?” Öylece yüzüne baktım, söyleyecek tek laf yoktu, bir makas aldım, bi’ dizimdeki elini sevdim
Sonraki gün bu kirli odada gözlerimi açtığımda gırtlağım delinmişti. Ellerim, bu bilinmez çukurda gezindi günlerce, korktu, titredi, kana bulandı, görüntümü aklıma çizmeye çalıştı…
Zeytin ağacının dibinde açıverdi ışıl ışıl gözlerini Sevda. ”Toprağın kızı” dedi Ayşe kadın, “Bu topraklar gibi cömert, onlar gibi verimli olur inşallah.”.
“Yüzümü anama dönüp ‘Sonunda doğru bir cümle kurdun ama bu sana yetmiş yıla mal oldu be anam’ dedim. Soğan da doğramıyordum ama…”
‘Babam bir hafta sonra gelebildi; uçak parasını denkleştirememiş. Kapıcının evinde yatıyordum. Yüzümü okşayınca bir kâbustan uyanmış gibi boynuna sarıldım. Bizi neden bıraktın gittin, diye ağladım...’
Beni buradan kim kurtaracak? Hiç kimse; yalnızsın sen… Hiç kimse, yalnızım ben… Yalnızlık garip bir şekilde süzüldü hayatıma. Yapılacak tüm işler birden bitiverdi...
“Saçlarımı mı değiştirmek aslında kızımla aramızda geçen bir espriydi. Tezer’in yeni bir kitabı basılır mı? Bilemiyorum. Bildiğim tek şey...”
‘Yıllardır iki kuruşu denkleyip bir araba almayı becereme, elinde ne varsa boşanmaya razı edeceğim diye kocana ver, sonra böyle dağ başında yaşa. Gerçi kimse zorlamadı, kendim yaptım ne yaptımsa...’
Annesinin o gün kulağına fısıldadığı; yıllar sonra bir akademisyen olduğunda “erkeklik çalışmaları” alanında tamamlayacağı tezinin çıkış noktasını oluşturan sözleri anımsayamıyordu ama güçlenmişti.
Erkek gövdesine tıkıştırılmış ruhum, gözlerimden ele verdiğinde beni, nasıl olacak? Lafta kolay her şey ve ben yine anneme telefon açmak istiyorum...
O ânı hayal et diyordu. Hezarfen’i azıcık düşün, gözünü kapat o kanatları sana vereceğiz, kimse bilmeyecek. Saldın kendini kuleden. Var gerisini sen hayal et. Et. Et çekinme...
“Erkek milleti ulaştığı kadını terk eder demiş Zeliha. Çok saçmaymış Zeliha’nın sözleri. Madem bunun adı aşktı, hesap bilançosu çıkarılmadan yaşanmalıydı...”
Kapıya dayanmış kamyon, bir yolcu eksik gitti gideceği yere. Basma donlu mavi fil evi terk etmedi...
Aynur öfkeden kulaklarına kadar kızarmış, terden avuçları bile ıslak. Ellerinin titremesi yüzünden her iplik kopuşunda zıvanadan çıkıyor. Gücü tükendi, yoruldu, usandı...
Mutfak masasında yazı yazan, başka gezegenden gelen birine bir gazete sayfasından dünyayı anlatan kadınların verdiği şevke dair bir öykü: Yaşama işini sürdürmeniz için sizi nasıl yüreklendirebilirim?
Bir kadının çığlığını gökyüzüyle, bulutlarla, baharla tasvirlemek... Bir kadın yitirdiği baharını arıyor bu öyküde...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN






















