GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Kan
‘Makineler ilk defa Suna için durmuştu. Oysa Suna ne çok isterdi makinelerin kendisi için durmasını. Ayakta durmaktan uyuşan bacaklarını uzatıp biraz dinlenebilseydim diye ne çok düşünürdü…’

24 Temmuz 2012. Aliye yirmi yaşında uzun esmer bir kadın. Her hafta olduğu gibi gazete bayisine gidip dergilere baktı. Trendy dergisi 1.25 TL. Hadise bir star pozu ile dergiye kapak olmuş. Dev fotoğrafının yanında sarı pembe puntolarla “Dünya starı olmak istiyorum” yazıyor. Aliye gazete rafına uzanıp dergiyi aldı. Derginin üzerindeki poşet ambalajı heyecanla açtı. Okumaya başladı. Starlar, yıldızlar geçidi gibi olan rengarenk, parlak kuşe kâğıt sayfalar onu varoş mahallelerden alıp pahalı kokular sürünmüş insanların dünyasına götürmüştü. Dergiyi karıştırdıkça hayalleri ete kemiğe bürünüyordu. Babasının annesinin işten geldikten sonra eve yayılan ter kokuları dağılıyor yerini yüzünde patlayan ışıklar, iltifatlarla dolup taşan cümleler alıyordu. Aliye toz pembe hayaller kurarak eve gitti. Odasına gidip akşam yemeği hazırlanana kadar yatağında uzanıp dergiyi okumaya devam etti.

Rengârenk resimler arasına karışmış hayalleri onu sarıp sarmalamıştı. Bir süre sonra derginin ortalarında bir damla kan gördü. Resimlerdeki renklerin aksine alabildiğine gerçekti. Ama bu gerçeklik Aliye’yi ürkütüyordu. Elini sürse eline bulaşacak gibi ıslaktı. Dergiyi yatağın üzerine bırakıp yüzükoyun uzandı. Yavaşça kan damlasına doğru yaklaştı. Dudaklarının arasından yayılan esinti kan damlalarının üzerinde dolaştığında kan derginin beyazlığına biraz daha dağıldığı. Dağılmasıyla birlikte ince bir ses “Ah!” dedi. Sesin nereden geldiğini anlamaya çalışan Aliye tüyleri diken diken olmuş etrafına bakındı. Ama odada kimse yoktu. Tekrar dergiye dönüp kan damlasına yaklaştı. Elini hafifçe kana sürdü. Parmağına bulaşan kanın ıslaklığına cılız bir ses karıştı.

-Yapma acıyor.

Aliye korkuyla ayağa dikildi. Sesin kan damlasından geldiğinden emindi artık. Korkudan titreyen sesiyle hafifçe mırıldandı.

-Sen... Sen konuşuyorsun.

-Hüşşş! Lütfen sessiz ol duyacaklar.

Aliye ne yapacağını bilemez halde olduğu yerde çakılıp kalmıştı. Ne arkasını dönüp kaçabiliyordu, ne de kan damlasını bir hamlede dergiden silip, yok edebiliyordu. Bir an şaşkın şaşkın baktıktan sonra merakla sordu.

-Kim duyacak?

-Buradakiler.

-Oradakiler de kim?

-Hadi gel, iyice yaklaş bana göreceksin.

Aliye kan damlasının üzerinde soluk renklerin arasında küçük bir çocuk gördü. Bu görüntü kanın üzerine çizilmiş bir fotoğraf gibi tüyler ürperticiydi.

-Orada üst üste yığılmış demir parçalarının arasında ne yapıyorsun?

-Burası bir baskı fabrikası. Ben burada çalışıyordum.

Aliye bir an durup kendi kendine söylendi. Bir kan damlasıyla konuşuyordu. Gerçekten bir kan damlası konuşuyor olamazdı ya. Delirdiğini düşündü bir an. Annesinin yanına gidip ona her şeyi anlatmak istiyordu. Dergiyi kapatmak için kapağını hızlıca yakaladı. Tam kapatacaktı ki tekrar aynı sesi duydu.

-Lütfen kapatma. Korkuyorum.

Aliye artık sadece korkmuyor, kendisiyle konuşan kan damlası hakkında bazı şeyleri de merak ediyordu. Derginin kapağını yavaşça bırakarak oturdu yatağın üzerine.

-Ama sen sadece bir damla kansın. Bir insan değilsin. Bir kan neden korksun ki?

-Benim bir ismim var, Suna.

Ses bir anda kesildi. Aliye büyük bir hata yapmış gibi pişmanlıkla baktı derginin üzerindeki kan damlasına.

-Peki benden ne istiyorsun?

-Korkuyorum. Dergiyi kapatma yeter.

Aliye bir yandan yaşanan hiçbir şeye anlam veremezken bir yandansa gittikçe artan merakını bastıramıyordu.

-Orada ne yaptığını anlatır mısın?

-Burada neler olduğunu kendin görmek ister misin?

Aliye bir süre düşündükten sonra “evet” anlamında başını aşağı yukarı salladı.

-Parmağını bana uzat.

Aliye kan damlasına doğru iyice yaklaştı ve parmağını kan damlasının üstüne doğru yaklaştırdı. Parmağı kanın ıslaklığıyla birlikte, nasırlaşmış bir çocuk eline dokunduğunu hissetti. Patlayan ışıkla birlikte gözlerini sıkıca kapattı. Tekrar açtığında yanıp sönen ışıkları, aydınlanıp kararan gökyüzünü, aynı yolları defalarca gidip gelen insanları gördü. Derginin parlak sayfalarındaki renkler kadar gerçekti her şey, ama onlar gibi coşkulu ve sıcak değillerdi. Tozlu bir fotoğrafı parmaklarıyla temizleyip karanlık renkleri yeniden canlandırmış gibi hissediyordu. Zaman ayaklarının altından kaymış, 21 Temmuz gecesinde makinelerle dolu bir binada durmuştu. Aynı cılız sesi duydu.

-Gözlerini açabilirsin.

Aliye yavaşça açtı gözlerini. Kocaman baskı makineleri kulakları sağır eden seslerle çalışıyordu. İnsanlar işlerini yapmak için yorgunluğa ve uykuya direniyorlardı. Aliye Suna’ya doğru döndü.

-Burası da neresi?

-Burası bir baskı fabrikası.

- Burada mı çalışıyorsun?

-Evet, bak şuradaki kırmızı elbiseli olan benim.

-Kaç yaşındasın sen? Burada çalışmak için küçük değil misin?

-13 yaşındayım.

Suna ikinci soruyu hiç duymamış gibi susmuş etrafa bakıyordu. Aliye bir şeyler sormaya hazırlanıyordu ki Suna yeniden konuşmaya başladı.

-Biz Esenyurt’ta yaşıyoruz. Şuradaki siyah tülbentli benim annem, tam karşısındaki de bizi buraya getiren kadın, Meliha yenge. Bizim mahallede yaşıyor. Bir gecede 23 TL alıyoruz. Annemin dediğine göre aslında 30 TL’ye çalışıyormuşuz ama Meliha yenge 7 TL’sini kesiyormuş. Çünkü biz taşeronmuşuz. Bize işi o buluyormuş, o olmasa kimse bize iş vermezmiş. Hele bana kimse vermezmiş çünkü ben çocukmuşum.

Aliye taşeron ne diye soracak oldu ama utanıp vazgeçti. İşçilere döndü. Kadınlar adamlar ama en çok da çocuklar vardı. Suna konuşmaya devam etti.

-Biz dokuz kardeşiz. Benden küçük dört tane kardeşim var...

-Peki okul, okula gitmiyor musun?

-Elbette gidiyordum ama geceleri çalıştığım için gündüz derslerde uyuyakalıyorum. Öğretmenim bu yüzden bana çok kızıyor bazen. Ama ben yine de gidiyorum. Çünkü annem okumam gerektiğini söylüyor. Birden sustu Suna. Arkasını döndü. Karşıda dergileri dizmeye çalışan kendi yaşlarında bir çocuğu gösterdi.

-Bak şuradaki çocuğun adı Recep benden iki yaş büyük. Aynı mahallede yaşıyoruz. Suna yine susmuştu. Korkulu gözlerle Recebi izliyordu.

-Bak şimdi Recep paleti devirecek, sonra da ustabaşı gelecek ve...

-Eee n’olcak sonra? diye sordu Aliye.

- Recep’i dövecek. Dedi Suna boğazına düğümlenmiş gibi çıkan sesiyle.

Recep boyundan daha uzun dizdiği paleti sürükleyip götürmeye çalışıyordu. Palet devrildi. Dergiler Aliye’nin ayaklarının önüne kadar serpildi. Aliye’nin gözleri yere saçılan dergilere takılı kaldı. Pembe, sarı puntolu “Dünya starı olmak istiyorum” yazıları saçıldı her yere. Bir anda Recep de dergilerin üstüne düştü. Ustabaşı uzun boylu, göbekli bir adam. Recep’i tişörtünün yakasından tutup kaldırdı.

-Doğru düzgün yap şunları itin doğurduğu. Recep gözyaşları içinde dergileri düzeltip tekrar palete dizdi. Suna makinelerin olduğu yere döndü. Uzun bir bandın üzerinden gelen kuşe kâğıda baskı dergi kâğıtlarını gösterdi.

-Kâğıtlar bu banttan geliyorlar. Bantın sonunda duranlar onları düzenliyor. Makine onları kesip çıkarınca işçiler getirip şuradaki masaya indiriyorlar biz de onları başka bir makineye yerleştiriyoruz. Makine onları kapaklıyor. Makinenin diğer tarafında duran kadınlar da poşetlemek için aldıkları on dergiyi önlerindeki makineye koyuyorlar. Recep ve diğerleri de poşetlenen dergileri paletlere dizip arkaya götürüyorlar.

Aliye dönüp makinelere baktı sonra insanlara. Makinelerden oluk oluk kâğıtlar geliyordu. İşçiler karıncalar gibi çalışıyordu. Suna’nın kalem tutması gereken elleri kâğıtların boyasından simsiyah olmuştu. Birden makineler durdu. Kulakları delen bir zil sesi duyuldu. Usta başı bağırdı.

-15 dakika yemek molası. Herkes çay makinesini olduğu yere doğru gitti. Gidenler ellerinde bir poğaça, bir bardak çayla geri dönüp makinelerin arasına dağıldılar. 15 dakika sonra yine aynı ses duyuldu. Suna makinenin başına geçti. İşçi bir genç Suna’ya yaklaştı.

-Dikkat et makinaya çok yaklaşma, dedi.

Suna gece çalışmanın ellerinde ayaklarında yarattığı soğukluğu çocuk bakışlarının arkasına saklayarak gülümsedi. Yorgun argın çalışmaya devam ederken dergiler makineye takıldı. Ustabaşının görüp kızacağı korkusuyla ne yapacağını bilemeyen Suna önce etrafına baktı. Ardından elini makineye daldırıp kâğıtları çekip almak istedi. Makine Suna’dan çok daha güçlüydü. Ne olduğu anlaşılmadan ince bir çığlık koptu ardından kan sıçradı etrafa. İşçiler bağırmaya başladılar. Makineler durdu. Suna’nın parçalanmış bedenini makinanın ağzından aldılar.

Annesi bir tabuta sarılır gibi sarıldı Suna’ya. Yorgunluğun tozlarını yanaklarından süpüren gözyaşları annesinin çığlıklarıyla birlikte Suna’nın soğumaya başlayan kanına karıştı. Makineler ilk defa Suna için durmuştu. Oysa Suna ne çok isterdi makinelerin kendisi için durmasını. Ayakta durmaktan uyuşan bacaklarını betonun üzerinde uzatıp birkaç dakika da olsa dinlenebilseydim, diye ne çok düşünürdü.

Aliye Suna’ya döndü, dudakları sözcükleri tamamlayamayacak kadar titriyordu. Suna bakışlarını yere eğdi. Aliye bir yanındaki Suna’ya bir makineye takılmış kanlar içinde yatan Suna’ya baktı. Bir anda tüm gözyaşlarından ve Suna’nın kanlar içindeki bedenine acıyarak bakan insanlardan sıyrıldı. Yeniden odasında ve yatağının üzerinde oturuyor buldu kendini. Yanında duran dergiye doğru döndü. Bir kan damlasına bir sarı, pembe puntolarla yazılmış “Dünya starı olmak istiyorum.” yazısına bakıp durdu.

Öykünün yazarı Sitem Şanlı kimdir?
15 Ağustos 1992’de Tunceli’nin Ovacık ilçesinde doğdu. İlkokul ve ortaokulu Ovacık Yatılı İlköğretim Bölge Okulu’nda, liseyi ise Tunceli Anadolu Lisesi’nde okudu. 2010 yılında Osmangazi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü’ne başladı. Şimdi ise Anadolu Üniversitesi Basın Yayın Bölümü’nde Yüksek Lisans yapıyor. 


İlgili haberler
Sennur Sezer Emek-Direniş Öykü ve Şiir Ödülleri

DİSK’e bağlı Gıda-İş’in düzenlediği ‘Sennur Sezer Emek-Direniş Öykü ve Şiir Ödülleri için son başvur...

GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Raylar ve yaylar

‘Ev işlerinde yardım eder. Sen de rahat edersin. Zaten resmi nikah sende.’ O zaman gelmişti aklına ‘...

GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Sarı çizmeler

‘Depo önceki zamanlarda geldiği depo değil gibiydi. Hangara saçılmış kasaların yerinde, kapakları aç...