‘Kapıyı kapat Elif!’ demişti babam o gece yine. ‘Kapat, kapat!’ ‘Peki,’ demiş ve usulca kapatmıştım.
İçeri salona geçtiğimde annem televizyona bakıyordu ama sanki baktığını da görmüyor gibiydi. Küçücük evimizde çoğu akşam olduğu gibi bu akşam da babam kendini yatak odasına kapatmıştı. Annemin salonda koltuğun üzerinde yine uzun saatler geçireceğini anlamıştım ve onun cevap vermeyeceğini bilsem bile sormuştum: ‘anne, babam içeride ne yapıyor?’
Televizyondan başını bana doğru çevirmiş ve uzun uzun bakmıştı. Annem böyle uzun uzun bakınca ne demek istediğini çok merak ederdim. Bana bir şey söylemek istiyor muydu? Babamın içerde ne yaptığını biliyor muydu? Bu kadar uzun süre bize hiçbir şey söylemeden içerde durmasını normal karşılıyor muydu? Bütün bunların hepsini sormak istemiştim ama sadece tek bir tanesini sorabilmiştim. Zaten ona da cevap vermiyordu.
Aslında ben babamın ne yaptığını merak edip etmediğimi de bilmiyordum. Yalnızca annemin böylesine içine kapanmasına ve bir şey söylememesine çok üzülüyordum ve onun sessizliğinden sanki onaylamadığı bir şeyler olduğunu anlıyordum ama ne olduğunu hem bilmiyordum hem ne olup bittiğini anlamıyordum.
Tek bildiğim dışarıda sevilen, sayılan babamın bazı akşamlar kendini o yatak odasına kapattığı ve saatlerce çıkmadığıydı. Televizyonun kısık mı kısık sesi gelirdi bazen. Bazen çocuk sesi duyar gibi olurdum ama sonra bunun saçma olduğunu düşünürdüm. Televizyon izliyorsa da herhalde halledecek ciddi işleri vardır diye geçerdi aklımdan.
Babam, ciddi mi ciddi, otoriter ama aynı zamanda sevilen biriydi. Aslında diğer babalar gibiydi. Bir baba, ne kadar kötü olabilirdi ki? Bana ‘kapıyı kapat’ demesinin bir nedeni vardı mutlaka.
Ama işte annemin solgun yüzü ve uzağa yönelen bakışları da başka bir şey var diyordu.
Babam saatler sonra odadan çıktıktan sonra duşa girerdi her seferinde ve homurdanarak odaya geri dönerdi. Bana yaklaşmayın der gibi gelirdi bu tavırlarıyla. Annem de bundan mı odaya dönmezdi o günlerde bilmiyorum. O gün de dönmemişti. Yatağın kıyısında kıvrılan haline üzülürdüm. Sessizce odama giderdim ama içimdeki merak ve korkuyu ne yapacağımı bilemezdim.
Kimseye de anlatamazdım bu durumu. Annemin bir gün benimle konuşup konuşmayacağını merak ederek büyüdüğümü düşünürdüm.
Sevgi’nin okulunda öğretmendi babam. Matematik öğretmeni. Sevgi’yle güzel bir arkadaşlığımız olsa da geçen yıldan beri Sevgi benden uzaklaşmış, adeta kaçar olmuştu. Sokakta gördüğünde yolunu değiştiriyordu. Bir kaç kere uğraşmış, peşinden koşmuştum ama hızla benden kaçmıştı. Ağlaya ağlaya benden kaçmıştı. Sorduğum hiçbir şeye cevap vermeden kaçmıştı.
Anneme gelip anlattığımda annem yine uzaklara bakmış, bilmediğini, üstüne düşmemem gerektiğini söylemişti. ‘Belki başka bir derdi vardır kızım, seninle ilgisi yoktur.. Düşme üstüne...’ Benimle ne ilgisi olabilirdi ki... Bilmiyordum.
Sanki bilmediğim bir sürü şey oluyordu o günlerde. Sevgi’nin annesi Zehra teyzeyi okulumun çıkışında beni beklerken bulduğumda bu kez annemin dediği gibi derdin benimle ilgili olmadığını düşünmekten çoktan vazgeçmiştim. Sevgi benden kaçıyordu, şimdi de Zehra teyze beni görmeye gelmişti. Çok korkmuştum. Beni de ilgilendiren bir şeyler olmuştu, oluyordu.
Zehra teyze kocaman sarılmıştı beni görünce. ‘Elif, yavrum sakın üzülme, emi! Sakın, sakın üzülme!’
‘Böyle olmak zorundaydı.. Yoksa baban sana da bir şey... Her an herkese bir şey...’
‘Zehra teyze ne diyorsun? Babam kime ne yapıyor?’
Hüngür hüngür ağlamaya başlamıştım. Sevgi’nin yolunu değiştirişi... Benden bucak bucak kaçışı... Sorularımı cevapsız bırakışı...
Zehra teyze elimi tuttu. Eve gittik. Evde polisler vardı.
Babamı götürmüşler biz gitmeden, annem odadan bulduğu her şeyi polislere veriyordu. ‘Zehra teyze ne götürüyorlar?’ dedim, başımı göğsüne yasladı.
Annemin o uzaklara bakan hali gitmişti, gözleri kan çanağına dönmüştü. Ama gülümsedi bana, gözlerinden geçen o derin kederi görüyordum ama sanki büyük bir yükten kurtulmuş gibi bakıyordu. Babamı polisler götürmüştü.
Aldıkları CD’lerin üstünde çıplak çocuk resimleri görünce yüzümü Zehra teyzenin göğsüne bu kez ben bastırdım.
Benim babam... Babalar... Halil öğretmen... Öğretmen...
‘Sevgi?’ dedim. ‘Daha iyi olacak,’ dedi Zehra teyze.
Annem içeri götürdü bizi. Bana baktı sonra: ‘Göremedim, bilemedim, öyle değildir, dedim, Halil, baban, Halil öğretmen yapmaz dedim, yapamaz dedim. Sonra odadakileri buldum kızım... Sonra Zehra teyzen okulda olanları anlattı. Gönlümün çekirdeğinde sızı var kızım, ama her şey iyi olacak, artık kapılar kapanmayacak.’
Babamla ikisinin fotoğrafını indirdi televizyonun üstünden.
Yerine bir ayna koydu annem. Uzun uzun kendine baktı.
Öykünün yazarı Işıl Bayraktar:
İzmir’de doğdu. ODTU’de sosyal bilimler eğitimi aldı. Sivil toplum kuruluşlarının, uluslararası kurumların ve üniversitelerin araştırma ve projelerinde çocuk edebiyatı, çocuk hakları, erken evlilikler, kadına yönelik şiddet, göç, nüfus konularında eğitmen, danışman, araştırmacı olarak çalıştı. Öyküleri ve yazıları ODTÜ’lüler Bülteni, Baraka, Mavi Melek, Kül Öykü, Virgül, Kuzgun, Amargi, Uçan Haber, Edebiyat Haber, Kurşun Kalem gibi dergi ve portallarda yayımlandı. 2007 Petrol İş Kadın Dergisi Kadın Öyküleri Yarışması’nda seçilen öykülerden oluşan “Anlatılan Bizim Hikayemiz” kitabında (Petrol-iş, 2009) ve Türkiye Hikayelerini Anlatıyor (Can, 2017) kitabında kadın öyküleriyle yer aldı. İlk öykü kitabı Çürük Atlar Çöplüğü 2017 yılında Notabene tarafından yayınlandı. Farklı portallarda yazmayı sürdürüyor.
İlgili haberler
GÜNÜN ÖYKÜSÜ: İncecik süzülmek gibiydi bıçak yaras...
Bir kadın kir izlerini üstünde taşımaktan kirleniyorsa, yaşadığı şeyin ne olduğunun önemi yoktu. Yüz...
GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Kırda bir pazar
Küçük bir kız çocuğunun öyküsü bu. Yasemin Yazıcı’nın kaleminden hayatın acımasızlığı ile çok erken...
GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Ev alma komşu al
Ulviye’den kocası Salih ile ilgili akıl alır Zehra. Ulviye bir sürü büyü söyler Zehra’ya kocasını ke...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.