Kadınların büyük mücadeleler vererek kazandığı çeşitli hakların bugün bir bir tırpanlandığını görüyoruz. Müftülere nikah yetkisi ile medeni hukukta açılan gedik, boşanmalarda aile arabuluculuğu tartışmalarını yaparken bunların üstüne bir de 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Yasasının “Kadınlara çok fazla haklar verdiği” iddiasıyla saldırı altında olduğunu görüyoruz. Kadın hareketinin ısrarlı çabaları sonucu 2012 yılında kabul edilen yasa, iktidara yakınlığıyla bilinen Akit gazetesinin bir hafta boyunca sürdürdüğü haberlerle “Yuva yıkan yasa” olarak hedefe kondu.
Şiddeti Önleme Yasası sadece ucube Akit’in hedefinde değil!
Müftülüklere resmi nikah yetkisi verilmesi, boşanmalarda arabuluculuk kurumunun devreye sokulmaya çalışılması gibi kadın haklarına dönük saldırı yasaları adım adım hayata geçirilirken iktidara yakın Akit gazetesi bu sefer de 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Karşı Kanunu hedef aldı. Gazetenin “Şiddeti Değil Yuvayı Yıkan Kanun: 6284” başlığıyla manşet yaptığı habere göre sorun, kadının şiddet görmesi değil, şiddet uygulayan erkeğin evden uzaklaştırılması. Haberde yasanın “Türk aile yapısına dikkat edilmeden” hazırlandığı, şiddet gösteren erkeğin mağdur söyleniyor.
Mor Çatı Avukatlarından Deniz Bayram, 6284 sayılı Yasa’nın bu haliyle dahi şiddet gören kadınların ihtiyaçlarını gözetmeyen, uygulayıcıların ezberden “kopyala-yapıştır” kararlar ile günü kurtardığı bir yasa olduğuna dikkat çekerken, yasaya yönelik saldırının kadınların şiddete karşı mücadele etmesinin haklılığına karşı bir saldırı olduğunu söylüyor.
Yeni Akit gazetesi yaklaşık bir hafta sürdürdüğü ve hedefe 6284 sayılı Yasa’yı koyduğu haberler yaptı. Yasanın yuva yıktığını iddia eden gazete haberinde birçok bilgi ve görüş de var. 6284 Yasası kadınların hangi talepleri, hangi ihtiyaçları doğrultusunda çıkmıştı?
6284 sayılı yasadan önce, 2011 yılı öncesinde 4320 sayılı Ailenin Korunması Hakkında Yasa yürürlükteydi. 4320 sayılı Yasa, kapsamlı bir şiddetle mücadele yasası değil, sadece koruma tedbir kararının alınmasını düzenleyen kısa, yüzeysel bir düzenlemeydi, uygulama boşluklarına neden oluyordu. Özellikle, şiddete karşı koruma kararlarının yetmediği ve kadın cinayetlerinin arttığı bir dönemde yasanın eksiklikleri daha görünür olmaya başlamıştı. Aynı dönemde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Opuz davasında ilk defa bir devleti kadınların şiddete karşı hayatını koruyamamış olması nedeni ile mahkum etti. Bu kararda şiddetle mücadelede yasal yetersizliklere de dikkat çekilmişti.
Kadın hareketi, ailenin korunmasını değil, kadınların şiddete karşı korunması ve şiddetten uzakta bir hayat kurması için desteklenmesi, güçlendirilmesine dair mekanizmaları düzenleyen, polise şiddete müdahale yetkisi veren, şiddete karşı mücadele ve tedbir yöntemlerini çeşitlendiren, İstanbul Sözleşmesi’nin “önleme, politika yapma, koruma, cezalandırma” prensiplerini içeren, uygulamadaki diğer eksiklikleri gözeten, bütüncül bir yapı talebini kampanyalarına konu yaptı, yasa yapım sürecine doğrudan dahil oldu.
Peki kadın hareketinin tüm tartışmaları ve önerileri yasada yer aldı mı?
Maalesef, o dönem iki önemli tartışma kadın hareketinin itirazlarına rağmen yasada vücut buldu. Biri yasanın adından “Ailenin Korunması” ifadesinin çıkarılmasıydı. Diğeri ise şiddetin ağırlıklı etkileneni kadınlar olmasına rağmen, erkeklerin de aynı mekanizmalardan faydalanması idi. Maalesef yasa itirazlarımıza rağmen “Ailenin Korunması” adı ile çıktı ve kadın erkek ayrımı yapmadan herkesin, şiddete karşı tanımlanan mekanizmalardan yararlanmasına açıldı.
Bu durum nasıl sorunlara yol açtı?
Karar vericiler, başlığında ailenin korunması amacı yer alan kanunun uygulanmasında öncelikli amaç olarak kadının güçlenmesini görmüyorlar. Kadına yönelik şiddetle mücadele mekanizmalarına “yuva yıkılmasın” algısı ile bakarsanız, kadının güçlenmesi, şiddetten uzakta hayat kurması hakkını görmezden gelirsiniz. “6284 Yuva yıkıyor” başlığı, kadınların şiddetten uzakta hayat kurmak amacına bir müdahale.
Yasanın uygulanmasından, “şiddet gören aile bireyi” ifadesi ile, erkekler dahil herkesin faydalanabilmesinin yolunun açılması uygulamada yasayı cinsiyetsiz bir hale getirdi.
Sonuç olarak elimizde, 6284 sayılı Yasa ile ilgili amacı, hedefi, özneleri, tanımları karışmış, şiddet gören kadınların ihtiyaçlarını gözetmeyen, uygulayıcıların ezberden kopyala yapıştır kararlar ile günü kurtardığı bir yasa uygulaması var. Bu yasanın uygulamasının gözden geçirilmesi ve geliştirilmesi bir zorunluluk.
Ancak yasal düzenlemede bu gelişimi hedeflerken rotamız kadınlar güçlensin, şiddetten uzakta hayat kurabilsin, erkek şiddeti cezalandırılsın olmalı/olmak zorunda. Türkiye’nin CEDAW ve İstanbul Sözleşmesi nezdinde uluslararası yükümlülükleri de bunu gerektiriyor.
KADINLARIN ŞİDDETLE BAŞA ÇIKMA İRADESİNE MÜDAHALE
6284 sayılı Yasa bugün niye hedefte?
Bugün hedefte sadece yasa yok. Özellikle son dönemde, Boşanma Komisyonu Raporu ile daha görünür hale gelen kadınların hukuk alanında sahip oldukları araçlar, mekanizmalar, hukuki çarelerin etkisiz hale getirilmesine, ortadan kaldırılmasına ilişkin bir ajanda ortaya çıktı.
Kadınların özel hayatlarında şiddete karşı veya istihdam, kamu politikalarında ayrımcılığa karşı sahip oldukları yasal araçları kaldırırsanız, kadınların kararlarını, bedenlerini, hayatlarını yönetmek daha kolay bir amaç haline gelir.
6284 sayılı Yasa’nın kendisine değil, kadınların erkek şiddeti ile başa çıkma iradelerine, amaçlarına karşı bir müdahale aslında bu. Kadınların şiddete karşı mücadele etmesinin haklılığına karşı bir saldırı niteliği taşıyor.
“Yasa erkekleri mağdur ediyor, erkek gereksiz nedenlerle evden uzaklaştırılıyor, kadınlar yasayı kötüye kullanıyor, erkekler mağdur oluyor, aile kurumu sarsılıyor...” Yasaya dönük bu iddialar konusunda ne dersiniz?
Kadına yönelik şiddetin ve bu şiddetin ölümle sonuçlanması oranlarının son derece yüksek olduğu bir ülkede, şiddete karşı mücadele mekanizmalarının erkekleri mağdur ettiğini söylemek bir oksimoron örneği olarak kayıtlara geçebilir.
Kadının güçlenmesinden, desteklenmesinden, şiddetten uzakta kendi hayatını kurmasından endişe edilen, korku duyulan bir toplumda, erkek şiddetine karşı mücadele mekanizmalarının erkekleri mağdur ettiği gibi gerçek olmayan bir gündemle sadece meşgul ediliyoruz. Hukuk da bu yol ile manipüle ediliyor.
Ezbere ve otomatik haline gelmiş, kadınların ihtiyaçlarını ve karşı karşıya oldukları riskleri gözetmeyen uygulamalar var ve bu uygulamaların değişmesi gerekiyor. Fakat 6284 sayılı Yasa ile ilgili tüm bu uygulama sorunları, erkekleri değil, yeniden kadınları güç durumda bırakan süreçler.
ŞİDDETTE DELİL ARAMAK KADINLARI ÖLÜME GÖNDERMEKTİR
Mağdur Hakları Yasa Tasarısı ve Boşanmaların Önlenmesi Komisyonu Raporuna da baktığımızda artık kadınların şiddeti delil ile ispatlamaları koşulu görüyoruz. Kadına yönelik şiddeti bu yasalar bile önlemez, kadınlar koruma kararlarına rağmen öldürülürken, bu delil yükümlülüğü nasıl sonuçlar doğurur?6284 sayılı Yasa’nın getirdiği sistem, 3 ayaklı bir sistem. Önleme, koruma ve cezalandırma. Şiddete karşı önleme ve koruma tedbiri almazsanız, yani şiddeti başladığı an durdurmaya çalışmazsınız, şiddet devam eder, büyür ve kadın cinayetine kadar giden bir süreç başlar.
Tedbir kararlarından ve şiddete karşı politikalardan yararlanmak için delil aramak, kadınların şiddetle mücadelesinin önüne yeni bariyerler çekmekten başka bir işe yaramayacak. Kadınlar için mevcut yasal yolları yetersiz, etkisiz hale getirecek.
Üstelik kadınların yasal mekanizmaları etkili kullanımının önüne geçme potansiyeli taşıyan, “tedbir kararı alınmasının delile bağlanması” gibi her türlü yeni düzenleme İstanbul Sözleşmesi’ne de aykırı. İstanbul Sözleşmesi, şiddete acil müdahale, önleme ve koruma açısından, kadının güvenliğini ön planda tutulmasını ve yeterli/hızlı tedbirlerin alınmasını, gerektiğinde hemen etki yaratacak şekilde tek taraflı olarak tedbir kararlarının alınmasını düzenliyor.
İstanbul Sözleşmesi’nin tek hedefi/amacı, şiddetle mücadelede nasıl etkili bir sistem kurabiliriz. Boşanma Komisyonunun hedefi/amacı, “nasıl var olan sorunlarla uğraşıyor gibi görünüp, uygulamayı geriye götürebiliriz.”
‘BÖYLE HAKLAR AVRUPA’DA BİLE YOK’ YALANI
Türkiye’de şiddeti önlemeye ilişkin yasal düzenlemelerin Avrupa ülkelerinden bile ileride olduğu hükümetin de en çok kullandığı argüman. Özel olarak ise “şikayet sonucu verilen 1 ila 6 aylık uzaklaştırma cezalarının Avrupa ülkelerinde bile olmadığı”, “Avrupa’daki yasaların kadınlara bu kadar hak vermediği” iddiası da var. Bu, doğru mu?
Öncelikle şu tespitin altını çizelim. Erkek şiddeti küresel bir sorun. Erkek egemenliği ve bunun hayatlarımıza şiddet ve ayrımcılık olarak dönüşü küresel nitelikli bir iktidar alanı.
Bununla ortak mücadele için de, uluslararası hukuk mekanizmaları kurulur. CEDAW, İstanbul Sözleşmesi bu ortak mücadelelerin ürünleri.
Erkek şiddeti ile mücadele öncelikle bir siyasi irade sorunu. Bu siyasi iradeye göre hukuk ve kamu politikaları örgütlenir. Diğer ülkelerde 6 ay uzaklaştırma yokmuş, uzaklaştırma kararı için delil aranıyormuş vs. vs. Bunlar sadece bu iradeyi geçerli kılmamak için oluşturulan bahaneler.
Tedbir kararının süresine, kadının gördüğü şiddetin niteliğine, karşı karşıya olduğu risk faktörlerinin içeriğine, kadının ihtiyaçlarına göre karar vermesi gereken mercii mahkemedir. Ancak uygulamada mahkemeler, kadınların dilekçelerini dahi okumadan duruşma arasında, ezbere, kopyala yapıştır kararlar verdikleri için, tedbir süresi ile ilgili kararlar da ezber uygulamaya dönüştü. Kadının şiddete karşı hangi süre ile tedbire ihtiyacı varsa ona göre karar verilir. Bunun için de mahkemelerin dilekçeleri okuması, kadınların öznel durumlarını gözetmesi/değerlendirmesi gerekir.
Şiddet çoğunlukla kimsenin görmediği, bilmediği özel alanda olur. Delili yoktur. Kadınlar, şiddetin artmasından/tekrarından korkar ve hukuki çareler arar. Bu yüzden de erkek şiddeti ile mücadelede, delil aramadan kadının ihtiyacı olan yasal çareleri ve destek mekanizmalarını devreye sokmak bu alanın iki temel bel kemiğidir.
Tedbir kararının uzunluğu, delil aranması vs. gibi erkekler ve erkeklerden yana bakış açısı ile başlatılan tartışmalar, kadınların kazandığı yasal mekanizmaların maniple edilmesinden başka birşey değil.
Bir iddia da “uzaklaştırma kararlarının erkeklerde intikam duygularını tetiklediği, kadın cinayetlerinin de bu nedenle işlendiği” iddiası... Yani “yasada öyle uygulamalar var ki, erkekler şiddet uygulamasın da ne yapsın!” gibi bir algı yaratılmaya çalışılıyor. Buna ne diyorsunuz?
Kadınların şiddetten kurtulmak için kullandığı herhangi bir tedbir erkeklerin şiddeti artırmak, ağır şiddet uygulamak amacı ile kadının peşine düşmek için yeterli bir neden olabilir. Erkeklerin şiddet uygulamak, yeniden şiddet uygulamak, şiddetiz dozunu artırmak, öldürmek gibi eylemlerindeki motivasyon intikam duygusu değildir, bu olsa olsa bir bahanedir. Bu motivasyonun yüzde 100 kadın üzerinden kontrolünü sürdürmeyi devam etme isteğidir.
İlgili haberler
2016 Mayısından 2017 Mayısına, Boşanmaların Önlenm...
2016 yılının Mayıs ve Haziran ayı, kadınların Boşanmaların Önlenmesi Komisyonunun haklarımızı sıfırl...
Kadınlar öldürülüyor, Akit ‘zavallı erkekleri’ sav...
Akit’in günlerdir manşetine taşıyarak hedefe koyduğu 6284’ü Avukat Devrim Avcı yazdı: ‘Zavallı babal...
Kadınların özgürce yaşayacağı bir gelecek mümkün!
Emep 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele ve Dayanışma Günü için Türkiye'de Durum Raporu yayıml...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.