İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı yasa: Kadınlar için ne anlama gelir?
İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı kanun, şiddetle mücadele için kadınların elindeki en önemli yasal araçlar. Ama deneyimle biliyoruz ki iyi yasaların olması, etkin somut adımlar için yeterli değil.

Son günlerde üzerinde en çok tartışılan konuların başında kadına yönelik şiddetle mücadelede yasaların durumu geliyor. Bir yanda her gün yaşanan kadın cinayetleri, şiddet haberleri; diğer yanda ise ‘yasalar kadınlara çok fazla hak tanıyor, erkekler mağdur oluyor, bu yasalar değişsin’ diye veryansın eden bir grup var. Yani hayatın gerçekleriyle propaganda edilen arasında büyük bir çelişki var.

Hükümetin yalan yaygaralara göre değil, hayatın gerçeklerini görüp hareket etmesini bekleriz, değil mi? Yani her gün en az üç kadının vahşi biçimde öldürüldüğü, yüzlerce kadının şiddet tehdidi altında olduğu için kolluk güçlerine ve yargıya başvurduğu, binlerce kadının yaşanan adaletsizlikler, yanlış uygulamalar ve haksız yargı kararları yüzünden adalete güven duymadığı bir memleket ortamında, bu gerçek sorunları nasıl çözeceğini dert etmesini... Somut, uygulanabilir, acil, sonuç alıcı planlar yapmasını... Bunları hemen, tüm mekanizmalarıyla hayata geçirmesini...

Ama öyle olmuyor.

Yeni yasama yılı açıldı. Kadınların en büyük beklentisi şiddetin önlenmesi. Ama en büyük korkularından biri, bu yeni yasama yılında kadınların haklarını koruyan kimi yasaların kadınların aleyhine değiştirilecek olması.

Bu değişikliğin sinyalleri uzun zamandır veriliyor.

Peki, değiştirmek istedikleri şiddeti önleme yasası ne sağlıyor kadınlara? İptal etmek istedikleri İstanbul Sözleşmesi biz kadınlar için neden önemli?

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ: DEVLETİN GÖREV LİSTESİ
Resmi adı “Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi” olan ve İstanbul’da imzalanmış olması sebebiyle ile İstanbul Sözleşmesi olarak anılan bu sözleşme 11 Mayıs 2011’de imzaya açıldı. Türkiye, sözleşmeye imza atan ilk devlet oldu.

Bu “birinciliğin” bir sebebi vardı elbette; o da Türkiye’nin bir başka “birinciliği”: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından 2009 yılında kadın hakları bakımından çok önemli bir dava olan Nahide Opuz davası kararıyla Türkiye kadını korumadığı için AİHM’de mahkum olan ilk ülke oldu. Bu kararda, aile içi şiddetten şikayetçi olan kadınların karakolda gördükleri muameleler ve etkili koruma sağlamaları gereken yargı organlarının pasif tutumundan dolayı kadınların ayrımcılığa uğradıklarına vurgu yapıldı. Nahide Opuz kararı, devamında İstanbul Sözleşmesinin temelini oluşturdu.


KADIN-ERKEK EŞİTLİĞİ ŞİDDETİ ÖNLEMENİN TEMELİ
İstanbul Sözleşmesi kadına karşı şiddet, ev içi şiddet, toplumsal cinsiyete dayalı şiddete ilişkin kapsamlı tanımlamalar yapıyor. İmzacı devletlere kadınları her türlü şiddete karşı korumak, ayrımcılığın önüne geçmek ve kadınların güçlendirilmesi yoluyla eşitliğin sağlanması bakımından yükümlülükler getiriyor. Bu yükümlülükler nelerdir ve ne kadarına uyulmaktadır, gelin somut örneklerle bakalım:

İstanbul sözleşmesi diyor ki:
- Devlet, kadına yönelik şiddetle bütüncül bir mücadele için kurumsal, mali ve eşgüdümlü yapılar kurmalı; etkili, kapsamlı ve birbiriyle koordineli politikalar oluşturmalı.

- Devlet yetkilileri, görevlileri, devlet adına hareket eden tüm aktörler kadına karşı herhangi bir şiddet eylemine girişmekten imtina etmeliler ve toplumsal cinsiyete duyarlı politikalar üretmeli.

- Kadına yönelik şiddet eylemlerinin mağdurları ile çalışan uzmanlara şiddetin önlenmesi ve tespit edilmesi, kadın erkek eşitliğini, mağdurların ihtiyaç ve haklarını ve ikincil mağduriyetin önlenmesini içeren eğitimler verilmelidir. Herhangi bir şiddet karşısında müracaatta bulunan kadının işlemler sırasında karşısına çıkan kolluk görevlisinden savcıya hakime kadar uzanan tüm aşamalardaki kadroların bu eğitimi alması ve buna göre hareket etmesi gerekir.

- Devlet, özel şirketleri ve işverenleri işyerinde cinsel taciz de dahil olmak üzere kadına yönelik şiddeti önlemek için denetim standartları geliştirmeye teşvik etmelidir.

- Devlet, medyayı kadına yönelik şiddeti önlemeye ve kadın onuruna saygıyı arttırmaya yönelik politikaların oluşturulmasına teşvik etmelidir.

- Kadın erkek eşitliği, toplumsal klişelerden arındırılmış toplumsal cinsiyet rolleri içeren konuların tüm eğitim seviyelerinde resmi müfredata eklenmesi gerekmektedir.

ŞİDDETİ ENGELLEMEK İÇİN TOPLUMSAL DÖNÜŞÜM
İstanbul Sözleşmesi şiddetin en baştan önlendiği bir toplum yaratmak için, şiddet tehditi varsa kadınları ve çocukları etkin bir biçimde korumak için, bir zarar meydana geldiyse etkili kovuşturma ve cezalandırma süreci yürütmek için ve kadınları güçlendirecek politikalar inşa etmek için devlet kurumlarına somut görevler veriyor.
Sözleşmenin önemli bir yönü daha var:

Sözleşme kadına karşı şiddetin eşitsizlikten doğduğunu ve eşitsizliği beslemenin şiddeti arttırdığını söylüyor. Şiddeti toplumsal bir sorun olarak ortaya koyuyor ve çözüm için toplumsal bir dönüşüme işaret ediyor. Temeli bu olduğu için, kadına karşı şiddet ile mücadelede bütünlüklü bir sistem kurmayı hedefliyor. Sözleşme ev içi şiddetin “özel alanda” bırakılacak bir sorun olmadığını, gelenek, töre, din, ya da “namus” gerekçelerinin, herhangi bir şiddet eyleminin bahanesi kabul edilemeyeceğini söylüyor.


TÜRKİYE’NİN KARNESİ: TÜM NOTLAR KIRIK
Kadınlar için bu kadar hayati getirileri olan İstanbul Sözleşmesinin gereklerinin yerine getirilmesinde Türkiye sınıfta kaldı. Örneğin; şiddet vakalarının etkili şekilde araştırıldığı, yargıya taşındığı ve cezalandırıldığı olaylara ilişkin örnekler neredeyse yok. Koordineli politikalar, koruma ve yargılama alanlarında bütüncül bir politika izlendiği söylemek mümkün değil.

Devlet görevlileri bırakın cinsiyet eşitliğine duyarlı politikalar hayata geçirmeyi, sürekli olarak kadınları aşağılayan, eşitliği tırpanlayan sözler söylüyorlar. Şiddet, kamusal bir sorun olarak tanımlanmasına, kamu görevlilerine yükümlülükler getirmesine rağmen birçok olayda polis memurları sorunu, “aile meselesi” diye tarif edip, kadınları şiddet gördükleri eve geri göndermeye çalışıyor ya da hakim/ savcılar mağdurları suçlayan sorular sorabiliyor.

İşyerlerinde yaşanan sorunlar için hem işverenlere hem devlete sorumluluk veriliyor, ama bugün yapılan birçok araştırmada kadınların erkeklere oranla daha fazla mobbinge maruz kaldığı görüldüğü gibi işyerinde taciz de kadınların en büyük sorunlarından birisi.

Medyanın cinsiyet eşitliği yönünden denetimi isteniyor; bizse her gün kadına karşı şiddeti, tacizi ve tecavüzü meşrulaştıran televizyon programları ve dizilere maruz kalıyoruz.
Ders kitaplarından eğitimin içeriğine kadar her alanda eşitliğin öne çıkarılması istenirken, henüz çok yakın bir zamanda bu düzenlemeye tamamen zıt adımlar atıldığını, “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği”nin okullardaki etkinlik alanlarından çıkarıldığını görüyoruz.

6284: ŞİDDETE KARŞI KADINLARIN ŞİFRESİ
Sözleşme kapsamında kadın örgütlerinin büyük mücadeleleri sonucunda atılan en somut adımlardan biri 2012 yılında çıkarılan 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’dur. Kanun şiddete uğrayan veya şiddete uğrama tehlikesi bulunan kadınların, çocukların, aile bireylerinin ve tek taraflı ısrarlı takip mağduru olan kişilerin korunması ve bu kişilere yönelik şiddetin önlenmesi amacıyla çıkarıldı.

6284 sayılı kanun kapsamında neler talep edebilir?

- Kendinizin ve çocuklarınızın, bulunduğunuz veya başka bir ilde bulunan sığınma evine yerleştirilmesini,
- Hayati tehlike olması halinde evden çıktığınızda size eşlik etmesi için geçici koruma (yakın koruma) verilmesini,
- Şiddet uygulayanın evden uzaklaştırılmasını ve bulunduğunuz konut, okul, işyeri gibi adreslerinize yaklaşmasının engellenmesini,
- Şiddet uygulayanın sizi telefon, mail, sosyal medya gibi iletişim araçlarıyla rahatsız etmesinin engellenmesini,
- Korunan kişilerin bulundukları yerlerde alkol, uyuşturucu gibi maddeleri kullanmaması ya da bu maddelerin etkisinde iken korunan kişilere ve bulundukları yerlere yaklaşmaması, bağımlılığının olması halinde, hastaneye yatmak da dahil, muayene ve tedavisinin sağlanmasını,
- Adresinizin herhangi bir kurumda görünmemesi için gizlenmesini,
- İşyerinizin değiştirilmesini,
- Şiddet uygulayanın silahını polise teslim etmesini (Polis ve jandarma olarak görev yapıyor dahi olsa),
- Geçici maddi yardım bağlanmasını,
- Oturduğunuz eve aile konut şerhi konulmasını,
- Geçici velayet ve tedbir nafakası,
- Kimlik ve ilgili diğer bilgilerinizin değiştirilmesini talep edebilirsiniz.
- Ayrıca sigortalı değilseniz ya da sigorta prim borcunuz olsa dahi koruma kararınızın geçerli olduğu süre boyunca, sağlık hizmetlerinden sigorta kapsamında yararlanabilir ve ilaçlarınızı sigorta kapsamında alabilirsiniz.

Tedbir kararı nasıl alınır?
Size en yakın karakol, Şiddet Önleme ve İzleme Merkezi, Cumhuriyet Başsavcılıkları, Kaymakamlık/Valilik, Aile Mahkemelerine başvurabilirsiniz. Kimlik bilgilerinizin değiştirilmesi, geçici velayet, tedbir nafakası, işyerinin değiştirilmesi gibi taleplerin Aile Mahkemelerine başvuru ile talep edilmesi gerekmektedir. Bu sebeple; başvurunuzu bir avukat yardımı ile yapmanızda fayda olacaktır. Bu durumda avukata ödeme yapabilecek ekonomik gücünüzün bulunmaması halinde bulunduğunuz ildeki baronun adli yardım merkezine başvurarak ücretsiz avukat atanması talebinde bulunabilirsiniz.

Tedbir kararının ihlal edilmesi halinde ne olur?
Bu durumda, savcılık veya mahkemeye ihlal başvurusu yapmanız gerekir. Bunun neticesinde hakim tarafından şiddet uygulayan kişinin 3 günden 10 güne kadar zorlama hapsine karar verilir.

HAKLARI GERİ VERMEK YOK, SOMUT ADIM İÇİN MÜCADELE VAR!
İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı kanun, şiddetle mücadele için kadınların elindeki en önemli yasal araçlar. Ama deneyimle biliyoruz ki iyi yasaların olması, etkin somut adımlar için yeterli değil. Çünkü uygulama, bir zihniyet meselesidir. Ve bu zihniyetin kadınların hayatına doğrudan müdahalesi var: Karakola giden kadınlar, çoğu zaman şikayetleri yazılı olarak dahi alınmadan evlerine geri gönderiliyorlar. Kocasının sistematik şiddetine maruz kalıp boşanmak isteyen kadına mahkemede “Peki, sen iyi bir eş olarak görevlerini yaptın mı?” diye soruluyor. Cinsiyetçi politikalarla, şiddeti ve tacizi meşrulaştıran medya yayınlarıyla, toplumsal cinsiyet eşitliğine aykırı eğitim müfredatıyla, kadınları yalnızca aile içinde konumlandıran ve birey olarak değer vermeyen söylemlerle kadına karşı şiddeti körükleyen bir yönetim var. Saldırı büyük ama dayanaklarımız sandığımızdan daha güçlü. Haklarımız için daha talepkar, daha cüretkar olmamız lazım, kadın dayanışmasının gücüne güvenmemiz lazım...
Sözümüz söz; haklarımızdan ve hayatlarımızdan vazgeçmeyeceğiz!
İlgili haberler
Öfkemizi değiştirici bir güce dönüştürmek elimizde...

Emeğimizi, bedenimizi, haklarımızı, geleceğimizi kendi çıkarlarına dayanak haline getirmeye çalışanl...

Şiddete çözüm bulunmuyor, işsizlik büyük sorun...

Kadınlardan aldığı destekle muhtar seçilen Sevgi Akyıldız mahallenin dertlerini anlattı; 'Kadınlar g...

Şiddetten kaçmanın bedeli çocukların geleceği mi?

Gülcan’a dayatılan kırk katır mı, kırk satır mı misali: Ya çocuklarını okula göndermeyecek ya da şid...