Kadına yönelik şiddete karşı mücadele ve dayanışma günü olan 25 Kasım, evrensel bir gün.
Tıpkı şiddetin olağanlaşması, sömürünün her geçen gün artması, kadınların şiddete karşı taleplerine iktidarların kulaklarını tıkamasının da evrensel olması gibi...
Çünkü kadınları ikincil kılan, kadınları güçsüzleştiren bir eşitsizlik döngüsü var.
Dünyanın her yerinde kadınların emeklerinin, bedenlerinin, becerilerinin sömürülmesini, kadınların iradelerinin zapt edilmesini kendi çıkarlarının olmazsa olmazı olarak gören sermaye ve onun iktidarları var...
Temel parolası daha fazla kazanmak olan sermayenin en temel koşulu daha fazla sömürü. Bu sömürüden en büyük payı da, iktidarın tarafından “fıtratı eşitsizlik” olarak nitelendirilen kadınlar alır. Taciz, tecavüz, ölüm, şiddet bu sömürü sisteminde münferit değil sistematiktir.
İşte bu, sınırları aşan gerçeklerimizden biridir.
Bir de sınırları aşan yalanlar vardır:
Bir kadın vahşice öldürüldüğünde, ‘artık yeter’ diyen sesler yükseldiğinde şiddete karşı gibi duran bütün devlet adamlarının, bağımsızmış gibi duran ama göbekten iktidara bağlı yargının, beylik lafları köpürten ama kadınları aşağılamaktan vazgeçmeyen medyanın yalanları…
25 Kasım’a doğru şiddete karşı bol keseden laf söyleme yarışına giren ama gerçekte kadınların canına mal olan bu eşitsizlik döngüsünden çıkarı olanların samimiyetlerini sorgulamayı unutmayalım…
Öfkemizi saklamayalım!
Ne zaman anne olacağımıza, ne zaman hastasına, yaşlısına bakan vefalı evlat olacağımıza, ne zaman işe girmesi gereken ‘cesur’ kadın olacağımıza; biz değil, sistem karar verdiğinde…
Her gün bir kız kardeşimizin ölüm haberini aldığımızda, dayak sesleri camlardan dışarı taştığında, atölyemizde, sokağımızda, okulumuzda, ofisimizde bir kadın sindirildiğinde…
Hepimizi içine alan bir döngünün tam ortasına itiliyoruz hepimiz.
KRİZ DERİNLEŞİYOR, ŞİDDET ARTIYOR
Bu döngüyü daha da kısır hale getiren, hayatlarımızı daha da zorlaştıran bir mesele daha var şimdi; ekonomik kriz. Artan işsizlik oranları aynı zamanda kadınların güvencesiz işlerde çalışmasının önünü açıyor. Eve giren gelir düştükçe iki yakanın bir araya getirilmesi için ha bire tasarruf etme işi kadının üzerine kalıyor. Geçim zorluğunun, açlığın, işsiz kalma tehdidinin, uzun mesailerin, aşırı sömürünün sonucu giderek kötüleşen çalışma koşullarının tüm zorlukları kadınların ömrünü törpülüyor. Kadınlar sadece yoksullaşmıyor aynı zamanda zaten eşitsiz olan konumları daha da kötüleşiyor. Erkeklerin kadınları katletmesine bir meşruluk zemini sağlanıyor, sırtları sıvazlanıyor, her daim bir haklılık payı veriliyor.Her alanda şiddet artıyor. Cezasızlık gözümüze sokuluyor. Ve görüyoruz ki tek adam yönetimi kadınlara daha fazla eve kapanmayı, her türlü şiddete rağmen sessizliği, boyun eğmeyi propaganda edip duruyor.
Kolluk güçlerinin umursamazlığından, yargının adaletsiz kararlarından, sosyal hizmetlerin ve yerel yönetimlerin kayırmacı, aşağılayıcı, kadınları yardıma muhtaç hale getirici uygulamalarından, din şarlatanlarının kadınları suçlayan, aşağılayan fetvalarından, magazin ünlülerinin ekranlara çıkıp kadınları kötüleyen sözlerinden... Kriz sürecinde önce kadınlardan “fedakarlık” istenmesinden... Kadınları yoksulluğa mahkum edip, sonra da evin tüm bireylerinin ihtiyaçlarının karşılanmasının kadınlardan beklenmesinden... “Anneliği” kutsarken, annelik etmeyi kadınların temel vazifesi haline getirirken, bir yandan da dayatılan çalışma ve yaşam koşulları nedeniyle kadınlara anneliği bir eziyet haline getirmelerinden...
Hepsi bir bütünün parçası olan bu politikalar karşısında öfkeliyiz!
Yoksulları çıkmaza sokan bu ekonomik kriz, ülkenin “tek adam yönetimi” altına sokulduğu, her şeyin tek elden belirlendiği koşullarda yaşanıyor. Tek adam yönetiminin inşasında demokrasinin, ifade ve örgütlenme özgürlüğünün, sendikal ve sosyal hakların teker teker ortadan kaldırıldığını görüyoruz. Hakların ortadan kaldırılmasını kendisine dayanak haline getirmeye çalışan iktidar, kadınların da en temel haklarına göz dikmiş durumda. Krizin yoksul nüfus üzerindeki yıkıcı etkilerini aile içerisinde çözmeyi uman hâkim tekelci sermayenin temsilcisi iktidar kadınlar üzerindeki denetim ve şiddeti, sınıfsal mücadeleyi bastırmanın bir aracı, yöntemi haline de getirmeye çalışıyor.
Emeğimizi, bedenimizi, haklarımızı, geleceğimizi kendi çıkarlarına dayanak haline getirmeye çalışanlara öfkeliyiz!
SADECE ÖFKENİN YETMEYECEĞİNİ BİLİYORUZ
Kadın cinayetlerinin artmasına ve vahşileşmesine, kadınların sabırlarının da patlama noktasına gelmesine neden olan koşullar; kadınlar eğer birlikte hareket edecek dayanaklardan yoksunsa çaresizliğe dönüşüyor. Ama birlikte mücadeleye ilişkin irili ufaklı dayanaklar söz konusuysa ses çıkarmaya, kadınların yaşamsal sorunlarıyla politik, ekonomik, toplumsal sorunlar arasında daha açık bağlar kurmaya olanak veriyor.Kadınların bir arada durmasını sağlayacak olanın dayanışma ve örgütlü mücadele olduğunu, tek kurtuluşumuzun birlikte hareket etmek olduğunu biliyoruz.
25 Kasım kadına yönelik şiddetle mücadele ve dayanışma günü yaşamak ve yaşatmak için bilmeye ne kadar ihtiyacımız olduğunu hatırladığımız bir gün. Dünya kadınları Dominik’te eşitsizliğe, yoksulluğa, işsizliğe, sömürüye, baskılara ve faşist Trujillo diktatörlüğüne karşı mücadele eden Mirabel Kızkardeşlerin, devlet güçlerince tecavüz edilerek öldürüldüğü gün olan 25 Kasım’ı öldürülen, şiddete uğrayan, yaşamı sınırlarla çizilen tüm kızkardeşleri için bir anma ve mücadele gününe dönüştürdü.
25 Kasım’ın bu tarihi bize kadına yönelik şiddetin devlet politikalarıyla, sömürüyle, sistemle ilgili olduğunu, şiddetle mücadelenin dayanaklarından en önemlisinin de bu şiddeti yaratan sisteme karşı mücadele olduğunu gösteriyor. Kadınların mücadelesinden ne kadar korkulduğunu da gösteriyor aynı zamanda.
Çünkü kadınlar olarak, kız kardeşlerimizle kurduğumuz bağın bizim gücümüz olduğunu, sermayenin bunun karşısına koyabilecek hiçbir şeyi olmadığını biliyoruz. Ama sadece bunu bilmek elbette yetmez; bilmekle birlikte anlatma sorumluluğu da bize ait. Fabrikalarda, iş yerlerinde, mahallelerde, oturduğumuz binada, kampüste, okulda; olduğumuz her yerden, en yakınımızdan başlayarak anlatmalı, yan yana gelmeliyiz.
Biliyoruz ki; öfkesini buluşturacak, öfkesini büyütecek, öfkesini mücadeleye katacak, öfkesini birliğe harç yapacak çok kadınız.
25 Kasım’a kadar ülkenin her yerinde, her işyerinde, her yoksul semtte, her okulda, kampüste yan yana gelerek hayatımızı ve haklarımızı savunmak için “Krize, şiddete, eşitsizliğe karşı; Gücümüz Birliğimiz” diyeceğiz. Bu sözü büyütmek, öfkemizi biriken bir değiştirici güce dönüştürmek elimizde!
İlgili haberler
Şiddete çözüm bulunmuyor, işsizlik büyük sorun...
Kadınlardan aldığı destekle muhtar seçilen Sevgi Akyıldız mahallenin dertlerini anlattı; 'Kadınlar g...
Yanında biri olunca güçleniyorsun, ama devlet yanı...
Şiddet ve kadın cinayetlerine ilişkin yaptığımız anketin sonuçları hiç de şaşırtmadı. Kadınlar devle...
Konserve yapmak bile lüks!
Konserve, kurutulmuş sebzeler, dondurulmuş gıdalar... Kış öncesi hazırlıklar sürüyor ama bu pahalılı...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.