Geçimimi annelerle çalışarak sağlıyorum. Her hafta, çocuklarını çok seven, yaratıcı, motive olmuş, eğitimli ve nispeten donanımlı kadınlardan gelen düzinelerce hikaye duyuyorum. Bu anneler, bilerek ve isteyerek kendilerini içinde bulundukları ilişkilerin “iyiliğine” ve bu iyilik hali için büyük fedakârlıklar yapmaya hazırlar.
Yine de, tüm iyi niyetleri ve yoğun çalışmalarına rağmen, bu annelerin çoğunun hissettiği hayal kırıklığı, hayret verici derecededir. Yaşam koşulları ve kişilikleri büyük farklılıklar gösteriyor olsa da, hayal kırıklığı kuşkusuz bu toplu anlatılarla dokunmuş halıların üzerineki en parlak, en kalın iplerden biri. İçinde yaşadığımız kültürde annelerin çoğunun paylaştığı da, bu geniş anlatının minik bir hali. Şimdi, bunları derli toplu ilan edecek bir cesaret göstermeye çalışacacağım. Başlayalım…
Bütün farklılıklarımıza rağmen, hayal kırıklığı günümüz annelerini birleştiren en temel his. Çocuklarımıza olan sevgimizi bir yana koyarsak, hayal kırıklıklarından daha çok ne hissediyoruz ki?
Eğer hissettiğimiz sadece hayal kırıklığı olsaydı, çok fazla endişe etmezdim.
Fakat, biz sadece hüsrana uğramış değiliz. Ayrıca, bir bütün olarak, inanılmaz stres altındayız, kendi kendimizi şüphe içinde boğuyoruz ve endişe doluyuz. Demografik özelliklerimiz ne olursa olsun, çoğumuz dağınık yaşantılarımızdan ve her şeye “yetişemediğimizden” utanıyoruz, bir başına kime güvenebileceğimizden emin değiliz ve çocuklarımıza hak ettiklerinden daha fazla veremeyeceğimiz konusunda suçlu hissediyoruz.
İroni şudur ki, dünya tarihinde herhangi bir neslindeki annelerden daha bilinçli, daha donanımlı ve daha bilgiliyiz ama yine de birçok vakit kendimizi yetersiz, tükenmiş, mağlup olmuş ve tamamlanmamış hissediyoruz.
Hemen hemen her gün aşağıdaki soruların benzerlerini duyuyorum:
Hissettiğim stres ve hoşnutsuzluğu hafifletmek için başka ne yapmalıyım/ öğrenmeliyim/ katmalıyım/almalıyım?
Neyi yanlış yapıyorum?
Ve en acımasız olanı:
Benim sorunum nedir?
Bu son soru sadece canımı yakmıyor, beni çileden çıkarıyor!
Benim bakış açıma göre, çalışkan ve bunalmış bir annenin “Benim sorunum nedir?” sorusu, beyni yıkanmış mağdur bir savaşçının, bu kötü muameleyi hak etmek için ne türden bir yanlış yanlış yaptığını anlamaya çalışmasına benziyor.
“Benim sorunum nedir?” basitçe yanlış bir sorudur.Veya, şair David Whyte’in dilinde:
Bu, bizim için hiç de önem taşımayan bir mevzuda, o mevzuda tutuklu kalmamıza neden olan bir sorudur.
İşte bunun yerine kendimize (ve birbirimize) sormamız gereken şey:
İçinde yaşadığımız toplumda hangi koşullar bıkmış, kendinden şüphe eden, bunalmış ve endişe dolu anneler salgınına katkıda bulunuyor?
Veya daha basitçe ifade edilirse:
Günümüz anneleri neden bu kadar sinirleri bozulmuş hissediyor?
Böylece, çalışmalarımda, kişisel ilişkilerimde ve kendi annelik deneyimimde gözlemlediğim kadarıyla buna neden olan etkenlerin bir listesini yazmaya karar verdim.
Açıkçası, bu problemleri bir gecede -ne bir gecesi, yaşamımız boyunca bile- çözemeyeceğiz. Ama her birimiz işleri daha iyi hale getirmeye yönelik ilk ve en önemli adımı atabiliriz; kendimizi sıkışmış, şaşkın, izole ve güçsüz hale getiren o meşum “Benim sorunum ne?” yaklaşımını yerinden sökmeye başlayabiliriz.
Neden günümüz anneliği bu kadar ümit kırıcı?
(Ana Listenin Başlangıçları)1. Ebeveynlik standartları ve beklentileri artarken, destek azaldı. Bir iki nesil önce, çocukları dövmek, utandırmak, küçük düşürmek, korkutmak veya onları tehdit etmek “onların kişiliklerini oluşturmak” için kabul edilebilir sayılıyordu. Neyse ki daha sağlıklı ve daha sevecen ebeveynlik uygulamalarına doğru uzun bir yol katettik, fakat aynı anda, kültürümüz iş birliğine dayalı bir çocuk yetiştirme modelinden uzaklaştı (büyükanneleri, komşuları ve kuzenleri düşünün). Bugün, bu yüksek standartları karşılamak genellikle (daha bir çok işi yapması beklenen) ebeveynlerin üzerine biniyor. Bu baskıyı en çok anneler hissediyor.
2. Annelik, hepten tüketici bir yerde duruyor ama elbette kadının kendi benliğini oluşturmasında da yetersiz kalıyor. Annelik kim olduğumuzun bazı yönleriyle yakından ilişkiliyken eşit önemdeki diğer yönlerin gelişmesine neredeyse hiç yer bırakmıyor.
3. Annelik dışındaki özelliklerimizle denge kurma gereksinimimizi karşılayamıyorsak (tabii bunu yapabilmek için zaman ve destek lazım) tamamlanma ve gelişme oldukça zorlayıcı olabilir.
4. Annelik ve kadınlığın neye benzediği ve nasıl bir his olduğuna dair gerçekçi olmayan görüntülerle bombalanıyoruz. Pazarlama ve ustalıkla işlenmiş resimler her yerde ve farkında olduğumuzdan çok daha fazla kendi benliğimizle karışıyorlar.
5. İçgüdülerimiz en aza indirgendi. Cevap aramak için uzmanlara ve Google’a sormamızı öğreten bir kültürde yaşıyoruz; bu da, sezgilerimizin güçlenmesi için doğrulamayı ve ilişkilendirmeyi kullanmadığımız anlamına geliyor. İçimizdeki bilgelik sesini duyabilenlerimiz, çoğu zaman onu çevremizdeki kuralcılara ve kuşkuculara karşı savunmak gerektiğini düşünüyorlar.
6. 1950’ler o kadar da eskide kalmadı. Her şey hızla değişiyor olsa da, bazı davranışları annelerden bazılarını babalardan bekleyenler, bize nesillerdir ebeveynlik yapıyor. Bu gibi beklentileri eskimiş gibi görsek bile, çoğumuz model olarak değerlendirebileceğimiz yeni şeylere sahip değiliz, yani kendimiz için daha sağlıklı ve daha eşitlikçi aileler ve ilişkiler geliştirmemiz gerekiyor.
7. Her zamankinden daha da “inceltilmiş” haldeyiz. Bugün evde çalışmanın yanı sıra, aynı zamanda kariyer yapmak, mükemmel anne-baba olmak, fit kalmak, bakımlı olmak ve annelerimizin hiç düşünmediği birçok şeyin farkında olmamız bekleniyor. Örneğin gıda hassasiyetleri, okul seçimi, internet güvenliği, duygusal olarak sağlıklı olmak ve sürdürülebilirlik gibi. Daha önce hiç bu kadar çok şeyi annelerden (veya kendimizden) beklemedik.
8. Daha fazlasını biliyoruz ve bu bilgiyle daha fazla şeyler yapma ihtiyacı hissediyoruz. Bilgi çağı, açık bir şekilde şaşırtıcı ilerlemelere yol açtığı halde, anlayabileceğimizden veya iyi amaçlar için kullanabileceğimizden çok daha fazla bilgi ile bizleri ezmektedir.
9. Bizi destekleyecek köyümüz ya da topluluğumuz yok, yani ya tek başına baş etmeye çalışıyoruz ya da bunu yapmak için en az zaman ve enerjiye sahip olduğumuz hayatın bu döneminde topluluk yaratmaya çalışıyoruz. Anneler ve çocukların, diğer anneler ve çocuklar olmaksızın günlük yaşamlarını sürdürmeleri doğal değildir. Bizler sevinci, kederi, iş yükünü ve kutlamaları paylaşmalıyız.
10. Doğum sonrası bakım, tamamen yetersiz; bu da baştan beri başarısızmışız gibi hissetmenize neden olur. Bir annenin hayatının bu hassas, savunmasız, bunaltıcı ve çoğu zaman korku verici dönemi, çevresine en çok ihtiyacı olduğu zamandır. Bir köyün yokluğunda, bir çok işyerindeki kısa annelik ve babalık izinleriyle, birçok kadın “hayatta kalma” modunda annelik yolculuğuna başlar ve hayatta kalma modu bu noktadan sonra norm haline gelir.
11. Enerjimiz zaten sınırlı. Uykusuz geceler, sürekli çocuk karmaşası, seyrek molalar ve taşıdığımız zihinsel yük zaten sinir bozucu koşulları arttırıyor.
12. Büyükanne yan tarafta yaşamıyor. Ne önceden yardım edip yükleri paylaşan teyzeler, kuzenler var ne de kız kardeşler. Geniş ailemizin yakınlarında yaşıyor olsak bile, değer sistemlerimiz ve ebeveynlik uygulamalarımız artık uyumlu değil. Hayatta kalmak için karşılıklı bağımlılık ihtiyacı içinde olmazsak, bu değer farklılıkları ilişki geliştirmekten bizi uzak tutuyor. Bu da iyi desteklendiğimizi düşündüğümüz duygusunu azaltıyor.
13. Sanki çevremizdekilerin ihtiyaçlarını karşılamak için yaratılmışız! Ama bu kadar çok rolü hakkıyla yerine getirmek için ekstra baskılarla karşılaştığımızdan, cevremizdekilerle ilgilenirken duygusal olarak bitkin düşeceğimiz gibi, bunları yaparak fiziksel olarak da tükeniyoruz.
14. Milyon dolarlarla desteklenen pazarlamacılara karşı biz! Ekran bağımlılığı, fazla şeker gibi bir çok şeyin çocuklar üzerindeki etkilerini gözlemleyen yani esas işi yapan bizken, yine de bizden çok daha büyük ve güçlü firmalar ve sosyal trendlerle karşı karşıya kalmak durumundayız. Bu, çocuklarımızı bu gerçekliklerden korumada savaşı kaybediyor hissi veriyor.
15. Olanakları iyi olan işler çok az ve zor bulunuyor. Tüm aile için karşılanabilir sağlık sigortası sunan tam-zamanlı iş bulmak artık çok zor. Bir çok annenin sağlıklı bir iş/yaşam dengesi kurabilmesi için şart olan, personel yardımları iyi bir iş bulması da neredeyse imkansız.
16. “Hayatta kalma” modunda yaşıyoruz. Gözlemlerime ve kişisel tecrübelerime dayanan bir teorim var. Anneler olarak hayatta kalma moduna o kadar alışmışız ki aslında ona doğru çekiliyoruz ve bundan kurtulmak mümkün olsa dahi istemeden kendimizi yine oraya sıkıştırıyoruz. Gelişim için zihinlerimizi yeniden örmek sabır, destek ve farkındalık ister, zordur ama bu pekala mümkündür.
17. Komşu çocuklar hiçbir yerde bulunamıyor. Teknolojinin cazibesi, fazla korumacı anne-babalar ve iklim kontrolü nedeniyle, bir zamanlar gezip dolaşan çocukların koskocaman oyun alanları şimdilerde çocuksuz kalmış gibi görünüyor. Bu da, çocukları sağlıklı biçimde bir araya getirme yükünün bizim omuzlarımızda olduğu anlamına geliyor (ekranlara şimdi olduğundan daha cok bağımlı olmasınlar diye).
18. Annelerin ihtiyaçları işyerlerinde sıklıkla kaale alınmıyor. Bazı istisnalar olmasına rağmen, birçok anne, anne değilmiş gibi davranmaya zorlanıyor veya işlerini kaybetme riski altındalar. Bu, hasta çocuk ile hoşnutsuz patron vb arasında seçim yapmak demektir; bu da stres kaynağıdır ve ortada kazanılacak birşey yokmuş gibi hissetmemize neden olur.
19. Babaların rolü de değişiyor. Neyse ki, çok daha fazla baba çocuk yetiştirme ve ev işlerinde aktif rol oynamaya başladı. Ama kadınlar ve erkekler farklı biçimlerde şekillendiriliyorlar, bu farklılık birçok çifti strese sokan, çok fazla destek bulamadığımız yeni bir zorluk alanı yaratıyor.
20. Bağımsızlık konusunda sağlıksız mesajlarla beslendik. İçinde yaşadığımız toplum dayanışmadan ziyade bağımsızlığı kutluyor ve ödüllendiriyor. Bu da yardıma ve desteğe ihtiyacımızın olmasının, bizi zayıflattığına inanmamıza neden oluyor.
21. Ruhlarımız can çekişiyor. Her zamankinden daha fazla şeyimiz var ama iç huzur, besleyici bağlantılar, sessizlik, doğaya kolay erişim ve evlerimizdeki uyum gibi çoğumuzun ruhlarının açlık çektiği şeylerden çok azına sahibiz.
22. İhtiyaçlarımız nadiren düşünülür. Annelerin ihtiyaçları, anneler olarak bizim tarafımızdan bile, çoğu zaman en son düşünülür. İyi annelerin kendi kendilerini kurban etme ve inkar etme hikayesi, çoğumuzun kendi anneleri tarafından modellenen bir şeydir; bu da, kuralları kırmayı daha da zorlaştırıyor.
23. Eksik parçaları tamamlamaya çalısyoruz. Örneğin, çoğumuz çocuklarımız için sağlıklı, ilham verici, doğa dolu yaşamlar istiyoruz, fakat onları gönderecebileceğimi bir orman ya da köy yok artık. Çocuklar iç mekanda daha fazla oynamaya mecbur olduklarından, bu türden deneyimleri yaşayabilmesi için bu türden ortamları “yaratmak” zorunda kalıyoruz.
24. Eşyalarımızda boğuluyoruz. Tüketim kültürünün oluşturduğu yaşam modeli alışveriş yapma, organize etme, bunalmışlık hissi, atma ve tekrar alışveriş yapmaya iter. Bu döngü bizi bir dereceye kadar tatmin edebilir (biz de döngüsel varlıklarız eninde sonunda), fakat ruhun derin özlemlerimizi doyurmaz.
25. Daha anlamlı bağlantılara açız. Birbirimize en kolay ulaşılabilir yollarla bağlanmaya çalışıyoruz, ancak bu bağlantıların çoğu yüzeysel ve sanal olduğu için yetersiz kalıyor. Daha derin, daha otantik, daha ruhani bağlantılara açız, ancak yine de onları bulmak zor ve biz onları kendimiz yaratamayacak kadar meşgulüz.
26. Anne olduktan sonra eski halimize geri dönmek zorunda olduğumuz öğretildi bize. Lakin bu anne olurken geçirdiğimiz muhteşem değişime saygısızlık etmek demek. Bu ayrı bir yazının konusu.
27. Gücümüzü onurlandıracak ritüeller çok az ve uzakta kaldı. Bir bütün olarak, kadınlığın gücünü ve güzelliğini doğru düzgün onurlandırmıyoruz. İlk regl kutlamaları, lohusalık dayanışmaları, menopoz törenleri vb. daha açık topluluklarda bir miktar popülerlik kazanıyor ancak yine de çok azlar. Ne yazık ki, bu türden onurlandırıcı ritüellere en çok ihtiyaç duyan kadınlar hayatlarının en savunmasız evrelerindedirler; bu da onların bu eylemleri yaratacak konumda olmadıkları anlamına gelir.
28. Kendimizi nadiren başarılı hissediyoruz. İçinde yaşadığımız kültür başarıyı, çoğu anne için mümkün olan veya hatta arzulanan şeylerle çatışacak şekilde tanımlar. Bu da başlı başına ayrı bir yazı konusu.
29. İçinde yaşadığımız kültür acı ve rahatsızlık verici. Çoğumuza, rahatsız edici duyguları insan olmanın doğal ve sağlıklı bir parçası olarak görmek yerine bu duyguları yok sayması, minimize etmesi ve inkar etmesi öğretildiğinden, anneliğin ortaya çıkardığı birçok büyük duyguyu hissettiğimizde zayıf olduğumuzu düşünme eğilimine giriyoruz.
30. Kadınlığın hikayeleri, efsaneleri ve güçlendirici aktarımları ile bağlantımız kesilmiş durumda. Bir kültür olarak, bir kadının yolculuğunu onurlandıran ve hayatlarımızı, büyümemizi ve mücadelelerimizi anlamamıza yardımcı olan sözlü geleneklerden, hikaye ve şarkılardan, mitlerden ve bunları aktaranlardan neredeyse tamamen kopuğuz. (Klasik çocuk hikayelerinde yaşayan en eski ve güçlü kadınların çirkin ve huysuz olarak tasvir edildiklerini fark ettiniz mi?) Yerli ve pagan geleneğin sistematik bir şekilde tahrip edilmesiyle, kadınları onurlandıran ve saygı duyan birçok eski metin ve gelenek kayboldu. Bu, çoğumuzun ne bilmediğimizi bile bilmediği anlamına geliyor.
31. Bize “yaşlanmaya direnmek gerektiği” öğretiliyor. Güzel, arzulanan ve güçlü olabilmek için genç ve seksi olmamız gerektiğini düşünmeye şart koşuluyoruz. Bunu, yaşlandığımızda artık saygı görmeyeceğimiz ve onurlandırılmayacağımız gerçeğiyle birleştirdiğimizde büyümekten korkmamız hiç de şaşırtıcı değil. Ancak yaşlanma sürecine direnerek, önümüzde uzanan bilgelik yoluna da direnmiş oluyoruz.
İlk kadınlıktan, bilge kadınlığa ve sonunda yaşlı kadınlığa geçişi tam olarak tamamlayabilmek için genç ve diri vücutlarımızın ve düşüncelerimizin gitmesine izin vermek zorundayız. Ama içinde yaşadığımı kültür, bunun ilerlemenin doğal bir meyvesi olması konusunda hiç de umut vadedici değil.
Tabii ki, hepimiz insanız yani hiçbirimiz mükemmel değiliz.
Biz anneler de her zaman mükemmel değiliz. Ama bu demek değildir ki sorun bizde.
Tara Barch dedigi gibi, “Kusurlu olmak bizim kişisel sorunumuz değil – yaşamın doğal bir parçasıdır.”
Hepimiz korkularımıza kapıldık, hepimiz bilinçsizce hareket ediyoruz, hepimiz hastayız ve kötüye doğru gidiyoruz. Ama, kusurlarımıza aldırmadığımız zaman, farklı olmanın peşinde koşarak yanlış yapma korkusuyla hayatlarımızdaki güzel anları kaybetmeyeceğiz.
Tacizden hayatta kalanlar da elbette mükemmel insanlar olmayabilir, ama bu tacizi gerçekleştirenlerin esasen bu suçtan sorumlu olduğu gerçeğini değiştirmez.
Evet, bu koşulları biz yaratmadık. Fakat, onlara daha etkili tepkiler vermeyi seçebiliriz.
Aslında, hayal kırıklığı ve gün boyunca hissettiğimiz diğer zorlu duyguların hepsi bize bir şeyler gösterirler. Bu duyguların bize sunacağı aydınlatıcı hediyeleri anlamadan, hızlıca onarmaya çalışarak maskeler veya minimize edersek, gelişim ve iyileşme fırsatlarını kaçırırız.
Aksine, hayal kırıklıklarımızı kendimize bir fener olarak görmeye başlarsak, günlük yaşantımıza daha fazla anlam katmış oluruz. Çünkü her zaman bilgiyi ve gelişim yolunu aydınlatan, bize birbirimizi bulduracak parlak bir ışık vardır.
Bu konular hakkında daha iyi, daha büyük bir sohbete layığız, anneler. Hadi siz de paylaşın düşüncelerinizi…
** Revolution From Home’dan Ceren ve Uygar Elma Ekmek ve Gül için çevirdi.
İlgili haberler
Anne olmayınca anlarsın!
Anne olmayınca anlarsın: Kapitalist toplumda anne olmak çok kutsal, çok özel, çok önemli... Çünkü an...
GÜNÜN BELLEĞİ: Annelik pastasından Anneler Gününe
Bugün Anneler Günü. Ne oldu da birden annelerin önemi hatırlandı da annelere özel gün ilan edildi, h...
GÜNÜN KİTABI: Annelik mi, kadınlık mı?
Badinter, 'Kadınlık mı, annelik mi' sorusunun kadınlar için nasıl tehditler içerdiğini anlatıyor: Bu...
Anneliğin alternatifi
Anneler Günü’nde anne olmanın, anneliğin, anne olmayı tercih etmemenin ne anlama geldiğini, annelik...
İki arada bir derede, bu annelerin çaresi nerede?
Hükümet çocuklarımızın geleceğini yapboz tahtasına çevirdi. Bir taraftan sürekli değiştirilen müfred...
Annelik, iktidarın elinde kullanışlı bir savaş sil...
Savaşın acı, kan ve gözyaşı demek olduğu kadar, her türden hak gaspının da “meşru zemini” olduğunu g...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.