Afrin’e gönderilen, çoğu sözleşmeli askerin uğurlamasında kucaklarında küçücük çocuklarla, ağlamamak için dudaklarını ısıran kadınların mikrofonlara başka söz söylemesi mümkün değilmişcesine “Vatan sağolsun” dediğine şahit oluyoruz. Asker cenazeleri, ölen çocuklarının, eşlerinin, kardeşlerinin haki kıyafetlerine bürünmüş kadınların feryatlarına sahne oluyor. Feryatların fonunda hamasi nutukların atıldığı devlet töreni var, gerçeğinde ise “Ben onu hamallık yaparak büyüttüm” diyen babalar; nakliyecilik yapan babasıyla birlikte çalışırken evi böyle çekip çevirmenin mümkün olmadığını düşünüp, tezkereden sonra sözleşmeli asker olan kardeşinin ardından “Bize nakliye arabası alacak para biriktirecekti...” diye boğazı düğümlenen kardeşler var. Bir de onlara ha bire “dik durması”, “ağlayıp düşmanı güldürmemesi” gerektiğini söyleyen devlet adamlarının gölgesindeki anneler...
Evrensel gazetesinde pazartesi günü Tuzla’da ülke gündemini değerlendiren bir işçi toplantısından notlar okuduk Uğur Zengin’in kaleminden. “Memlekette ne oluyor?” başlıklı bu haberde şöyle bir bölüm var; “Bir fabrikada çalışan kadın işçiler öğle yemeğine ayırdıkları vakti bugünlerde 5 dakikaya düşürmüş. Mola saatlerinin geri kalanında Afrin operasyonuna katılan askerler için Kuran-ı Kerim okumak var. İçlerinden bir kadın işçiden ‘Bütün anneler ağlamasın diye mi dua etsek?’ teklifi de bir başkasının sorduğu, ‘Memleketin içinde ne oluyor?’ sorusu tartışılmaya değer görülmüyor. Sonrası kavga ve gürültü.”
İlkokul çocuklarına Milli Eğitim Bakanlığı emriyle Afrin Operasyonuna katılan askerler için belli sayıda dua okuma görevi verildiğini okuyoruz bir başka haberde. Dört bir yandan, belediye işçisi kadınların askerlik şubesine gidip “Biz de Afrin’e gitmek istiyoruz” diyerek askerlik başvurusu yaptığı haberleri geliyor. Her gün çeşitli illerden kadınların toplu halde askerlere atkı bere ördüğü, sarma sardığı, içli köfte yaptığı görüntüler düşüyor ekranlara... İşte bunlar, sınır içinin nasıl da kadınların ve çocukların ön safa sürüldüğü bir “savaş cephesi” haline getirildiğinin göstergeleri... Ama işte ah o soru; “Bütün anneler ağlamasın diye mi dua etsek...” diyen birinin hep olması. Muhakkak ki içinde kaygıları, korkuları, soruları olan ama bu galiz “tek ses” döneminde çatlak ses olmanın bedeli ağır olduğu için “öyleymiş gibi” yapmak zorunda kalan çok.
İktidarın her icraati ve söylemiyle “yerli ve milli” bir “biz” inşa etmeye çalıştığı bu dönemde kadınlara düşen, bu “yerli ve milli biz”in anaları, namusları, fedaileri ve hibecileri olmak... Hatırlarsınız, Erdoğan’ın ağzından zamanında dökülen “Üç çocuk doğurun, birini vatana hibe edin” sözlerini... “Kadınlık ve annelik rollerinin” en geri biçimlerde ete kemiğe büründürüldüğü bu savaş dönemlerinde, “vatan savunması” adına kadınlardan beklenenin hep fedakarlık olduğu açık. Vatan’ın “dişileştirildiği”, erkekler için vatanı koruma görevinin adeta “sahip olduğu kadının namusunu koruma” ile eşleştirildiği bu dönemde kadınlara uygulanan eril tahakkümün de meşrulaştırıldığını görüyoruz. Kadınların “asker doğuran, asker besleyen, askerin bıraktığı ‘cephe gerisinde’ vatan savunması yapan” bir figüre dönüştürüldüğü bu ortamda annelik, adeta iktidarın elinde kullanışlı bir savaş silahı!
Hükümetin “terör operasyonları” adı altında sürdürdüğü gözaltı ve tutuklama furyasında doğumuna günler kalmış ya da kucağında yeni doğmuş bebeklerle doğumhane kapısında kadınların gözaltına alındıklarını, şu an 700’e yakın bebeğin anneleriyle birlikte cezaevinde olduğunu biliyoruz. Yasa alenen “Hapis cezasının infazı, gebe olan veya doğurduğu tarihten itibaren altı ay geçmemiş bulunan kadınlar hakkında geri bırakılır”, yani hamile ve altı aydan küçük bebeği olanların tutuklanması yasaktır/suçtur demesine rağmen yasayı ihlal etmenin kılıfı da bulunmuş durumda. Yeni Şafak’da üç gün önce çıkan bir haber, “Kadın şüpheliler çoğu kez operasyon ve soruşturma zamanlarında hamile oluyorlar, örgüt insani ve vicdani bir durum olan hamilelik olgusunu kullanarak, evlileri soruşturma ve kovuşturmadan kurtarmak veya daha hafif atlatmalarını sağlamak için hamile kalmaları talimatı verdi” diyor. Bir yandan “annelik” en kutsal, en yüce, en dokunulmaz değer olarak sunulurken, diğer yandan kadınların anneliklerini cezaevinden kaçmak için kullandığından dem vuran bu çarpık anlayış, aslında meseleyi ortaya seriyor.
Kutuplaşmaların arttığı, savaş politikalarının böldüğü, milliyetçiliğin yükseltildiği, kadınların ve çocukların sınır içi cephenin ön safına sürüldüğü böylesi dönemler kadınlara telkin edilenin “düşmana karşı birlik olmaları ve zafer kazanılıncaya kadar kendi ‘sorunlarını’ ön plana çıkarmamaları” olduğunu biliyoruz.
Savaşın acı, kan ve gözyaşı demek olduğu kadar, her türden hak gaspının da “meşru zemini” olduğunu görmek, göstermek... O haklar tümden elimizden alınmadan hem de... Meselemiz biraz da bu.
İlgili haberler
Barış istemekten vazgeçmeyeceğiz
Ankara Kadın Platformundan kadınlar savaşın kadınlar için ne anlama geldiğini anlatıyor ve tüm kadın...
Savaşa değil barışa kazanılmış bir “cephe”, ama na...
Afrin Operasyonu ile ülke içini de kendi açısından her anlamda “kazanılmış bir cephe” haline getirme...
Bu sözler savaşa hayır diyen tüm kadınlara ait
Savaşı konuşuyoruz kadınlarla, yaşananların en çok kadınları etkileyeceğini biliyorlar ve söylüyorla...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.