Artık her şey iktidar konusu
Maaş kartlarının eksiden çıkamadığı, üniversite mezunlarının vasıfsız işçi olduğu, kışa hazırlık için konserve kurulamadığı, iktidarın kadınlara cehennemi yaşattığı bir memlekette yerel seçime doğru..

İnsanların siyasete en ilgili olduğu dönemler siyasi ve ekonomik kriz dönemleridir. Bu şaşırtıcı değil, sadece, siyasi iktidarın emek sömürücülerinin elinde olduğu sistemlere içkin bir çelişki. Bu çelişkinin bir görünümü de seçimlerde oy kullanma oranlarının artması, ancak artan bu oranlara rağmen ‘oy’un belirleyiciliğinin azalmasıdır. Siyasi ve ekonomik krizler, genel olarak emekçilerin, özel olarak da siyasi kurumların en uzağında tutulan emekçi kadınların kaygı ve ilgilerini içine çeken anaforlar oluştururlar.

Memlekette olan bitenin bir ifadesi de bu. Döviz kuru-enflasyon-kredi faizleri arasındaki, örgütsüz işçi sınıfının erişimine ve doğal olarak müdahalesine kapalı, sürekli birbirini tetikleyen döngü, dibe doğru çekim kuvvetini artırdıkça etki alanının çapını da genişletiyor. Hayat pahalılığı arttıkça nüfus yoksullaşıyor, yoksullaşan nüfusun ilgisi “dış güçler” ve benzeri zuhur-ı tasviri mümkün olmayan birtakım mahlukattan çarşı pazarda kabak gibi beliren gerçeğe doğru kayıyor. Din ya da milliyetçilik formlarına bürünen uhreviyatın emekçileri bölme işlevi zayıflarken, dün kullanışlı olan yalanlar hayatın dünyevi doğası karşısında sıvalarını döküyor bugün.

24 Haziran seçim mitinglerinde dile getirilen “Komünistler köprüyü satmak istedi, Özal mani oldu” yalanı ile geçen haftaki “İnönü’nün elinde Türk bayrağı yok, Amerikan bayrağı var” yalanı arasında bariz bir alımlama farkının ortaya çıkması bunun bir örneği. Ve birer tıklık canı olan bu iki yalan arasındaki fark takvimsel değil tarihsel. Damadın “Aya yol yaptık desek inanacak seçmenimiz var” diyerek çıtasını yükselttiği, seçim dönemi ortaya saçılan ölçüsüz gerçekdışılık, ekonominin öncü sarsıntıları arasında “istikrar” vaadinin yarattığı gürültüyle halkın önemli bir kesimi tarafından göz ardı edilmiş, farklı çıkar grupları tarafından kolayca alınıp sindirilmişti. Oysa bugün İnönü’nün elindeki mahalle kırtasiyesi kabilinden Türk ve Amerikan bayraklarının hızla dolaşıma girerek zikredeni “yalancı çıkarması” daha baskın geldi; yalan, seçim öncesi müminlerinin sükûtunda boğuldu. Aylardır “ekonomik savaş içerisinde olduğumuz” Amerika’ya yapılan atar giderin rahip Brunson’ın teslim edilmesiyle sonuçlanması, kendisini “sınır dışı edildiği” söylemi karşısında çuvalı kevgire çeviren mızrak darbelerinin sonuncusu.

Elbette mesele iktidarın yalan söyleme becerisinde yaşanan bir zayıflık değil. Mesele üretme kapasitesini satarak geçinebilenlerin sömürüsü üzerine kurulu bu düzenin tıkanması. Bundan en çok fayda sağlayanların düzenin devamlılığı için emekçilerin rızasını kazanma, kazanamadığı yerde de öfkesini düzeni yıkmayacak şekilde maniple etme çabası. Gerçekler keskinleştikçe bu çabanın sonuç vermesi de zorlaşıyor.

ŞİMDİLİK HUZURSUZLUK DÜZEYİNDE BİR İSYAN MAYALANIYOR
Patronların krizi bahane ederek işçileri işten çıkardığı ya da ücretsiz izne gönderdiği, maaş kartlarının eksilerden yukarıya çıkamadığı, üniversitede lisans eğitimi görmüş birçok genç kadının fabrikalarda vasıfsız işçi olarak çalışmak zorunda kaldığı, hayatı boyunca hiç çalışmamış birçok kadının 50 yaşından sonra çalışmaya başladığı, kışa hazırlık için konservelerin dahi kurulamadığı bir memlekette iktidarın manipülasyondaki manevra alanı da daralıyor elbet.

Bant başında şişen memelerini kavanozlara boşaltan işçi kadınlar kapitalizmin ruh emici anneliğini sorgulamaya meylediyor. Çocuğunun hastalığında aldığı izinler yüzünden işten çıkarılma korkusu yaşayarak çalışmanın yarattığı kaygı şimdilik huzursuzluk düzeyinde seyreden bir isyanı mayalıyor. İktidar partisinin hükümetleri süresince adım adım işletilen “aile yapısını bozmadan kadının istihdama kazanılması” politikalarının işyeri içi esneklik uygulamalarıyla birleşmesiyle vardiyası ayrı, hayatı ayrı eş ve ebeveynler üretiyor. Satın alamayacağı bir şey isteyecek diye eve çocuğu uyuduktan sonra giden babalar, kocası intihar etmesin diye yoksulluğu susup yutan kadınlar… Neoliberal politikaların muhafazakarlıkla harmanlanmasıyla pazarlanan kutsal ailenin sıvalarını çatlatıp döküyor.

KADINLARA CEHENNEMİ YAŞATMAK PAHASINA...
Seçim döneminde bugün toparlayamayacağı kadar boncuk dağıtan iktidar, erkeklere sunduğu vaatleri kadınlara cehennemi yaşatmak pahasına yerine getirmeye çalışıyor. Daha önce çocuklarla evlenen erkekleri mağdur etmemek adına kız çocuklarında evlilik yaşını düşürmeye yeltenenler şimdi de yoksullaştırdıkları kadınların “yoksulluk nafakası”na göz dikmiş durumda. Geçen hafta 10 Ekim’de Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının kimseciklere sezdirmeden yapmaya çalıştığı “Nafaka Çalıştayı” adeta kapıdan zorla giren kadın sivil toplum örgütlerinin de katılımıyla gerçekleşti. Katılımcıların aktardıkları üzere ilk defa iktidara yakın olan örgütlerle muhalif örgütlerin nafaka düzenlemesinin olduğu şekliyle kalması üzerinde anlaştığı çalıştayın deklarasyonu ise boşanmanın zorlaştırılmasına dönük yaptırımları içerecek şekilde adeta katakulliye getirildi. Lobi faaliyeti yürütmek kadın hareketinin mücadele yöntemleri başlığı altında hep tartışmalı bir gündem olagelmiştir; kadınların talepleriyle bağdaşmayan, çalıştayın konusu ve sonucu dahi olmayan bir deklarasyonun üretildiği sürecin katılımcısı pozisyonuna düşürülmek bu yöntemin işlevini özellikle böylesi bir dönemde yeniden tartışma masasına da koymalıdır.

Bu not bir yana, bu çalıştayın ve sonuçlarının açıklanma biçiminin başka bir önemi mevcut. Siyasi iktidar, devlet aygıtını genel olarak halkın, özel olarak da kadınların iradesini ezen bir buldozer gibi kullanmaktan geri durmuyor, durmayacak da. Üniversitelerde en çok oy alan rektörlerin atanmaması, genel seçimlerde hileye başvurulması, muhalif parti belediyelerine kayyum atanması bunun şimdiye kadarki örnekleriydi. Ne var ki, yerel seçim sürecine girdiğimiz şu dönemde HDP’nin seçimi kazandığı belediyelere kayyum atanacağının şimdiden açıklanması siyaseten başka bir döneme geçildiğinin sarih bir ifadesi. Yoksulluğun katlanılmaz düzeylere tırmandığı ve baskının şiddetlendiği ve daha da şiddetleneceği bu dönemde, yerel seçimlerden beklentilerin yükselmesiyle ters orantılı olarak liberal demokrasinin temsili oy mekanizmasının belirleyiciliğinin azaltılacağı da aşikar. Tam da bu yüzden siyasetin bütün kurumları ve etkinlik alanı, yerel seçimler de dahil, siyasi iktidarın kimin elinde olacağıyla alakalı.

İlgili haberler
‘Gündelik’ değil ‘ömürlük’, ev kadını değil işçi

Eve bir nebze katkı olsun diye çalışan kadınların günlük dediği işler aslında ömürlük. Bir de çocuk...

Bir yalanın inanılma ihtimalini sevdi O

Bir hafta içerisinde üst üste gelen “gaf”lar ne sadece basit bir gerçeği çarpıtma girişimi ne de sad...

Gerçeği en iyi yalanı söyleyen biliyor!

Bu seçimin en kafa karıştıran yönü herkesin hem bir şey kazandığı hem de bir şey kaybettiği bir seçi...

Bir domatese baktım, bir pazarcının yüzüne...

Domates biber alıp konserve yapacağım güya. Domatesin kilosu olmuş 5 lira, o da en ucuzu! Domatese b...

Nafaka hakkı hükümetin hedefinde

Aile Bakanlığı ile Adalet Bakanlığı tarafından düzenlenen ‘nafaka çalıştayını’ Canan Güllü değerlend...

Sarten Ambalaj’da işten atılan kadın işçiler: Anla...

Kadın işçilerin yoğun olarak çalıştığı Sarten Ambalaj fabrikasında patron, ‘ekonomik kriz’ bahanesiy...