Tayyip Erdoğan, Isparta mitinginde 1992’de kurulan Süleyman Demirel Üniversitesi için “Biz kurduk!” dedi. Muhalif basında ve sosyal medyada bu gaf bolca konu edildi. Durum kurtarılması gereken bir vaziyet aldı. İlk asist damattan geldi. Rivayet o ki, seçmen vatandaşlardan biri Berat Bey’e şöyle demişti: "Valla AK Parti'ye o kadar güveniyoruz ki Sayın Bakanım, Cumhurbaşkanımız çıksa, 'şuradan Ay'a kadar 4 şeritli yol yapacağım’ dese, vallahi inanırız.”
Sanki bu savı test etmek istercesine art arda sıraladı Tayyip Erdoğan:
“Adıyamanda havalimanı var mıydı?” Kitleden gelen cevap: Hayıııırrrr! “Biz yaptık biz! Yaparsa…” Kitle tamamlıyor:.. Ak Parti yapaaar!!! Oysa Adıyaman Havalimanı 1998’de çalışmaya başlamıştı.
Sonra Tarsus’ta, köprü meselesi gündeme geldi: “Hatırlayın birinci köprüyü Süleyman Demirel yapmıştı. O zamanki komünistler ne diyordu: Biz köprüyü satacağız diyordu. Rahmetli Özal da satamazsınız diyordu. Ne oldu? Neyi satıyorsun? Bu millet sizi mezara gömer.”
Çokça açıklandı ama buraya da not düşelim. 1983 seçimleri sırasında bir televizyon kanalında Halkçı Partili Necdet Calp “Satamazsınız beyefendi” dedikçe “Satarız gayet rahat satarız” diyen Turgut Özal’dı.
Çok geçmeden muhtarlarla yaptığı iftar toplantısında şunları söyledi: “Ben 75 öğrencili sınıflarda okuduğum zaman, tek partili dönemdi, yani CHP’nin iktidarda olduğu dönemdi.”
Türkiye’de çok partili hayata geçişin başlangıcı 1945’te Milli Kalkınma Partisi’nin kurulmasıdır. Birçok partinin kurulduğu 1946’da yapılan ilk çok partili seçimleri CHP, 1950’deki ikinci çok partili seçimleri de Demokrat Parti kazanmıştı. Yani 1954 doğumlu olan Tayyip Erdoğan’ın 75 kişilik sınıflarda okuduğu gerçekse bu çok partili –ve hatta darbe sonrası koalisyon hükümetlerinin olduğu- dönemdeydi.
BİR TIKLIK CANI OLAN YALANLAR
Tayyip Erdoğan’ın bir hafta gibi kısa bir sürede bu denli üst üste yaptığı gerçek dışı beyanlar gaf olarak nitelendirildi. Sebepleri arasında da partisi için bizzat tespit ettiği “metal yorgunluğu”nun lidere kadar yükseldiği yorumu öne çıktı. Doğrudur; zirvede tek olmak, her yerde tek olmak ve her daim tek kalmak çabası birtakım yüklerle gelir ve her kişiyi yorar; gerçeklikle arasında bir takım parazitlenmeler oluşur.Mesele bundan ibaret olsaydı durumu daha da karikatürize eder, hep birlikte eğlenirdik. Hoş, muhalefetteki liderler de biraz öyle yapıyorlar. İnsan ister istemez, 7 Haziran sonuçlarıyla eğlene eğlene 1 Kasım’a giden yolculuğu hatırlıyor. Öte yandan, iktisadi, politik ve askeri, tüm işlevleriyle devlet iktidarını elinde bulunduran Erdoğan’ın kendi yorgunluğunu bile kullanışlı kılma cüret ve kabiliyetine sahip olduğu da unutulmamalı. Bir hafta içerisinde üst üste gelen “gaf”lar ne sadece basit bir gerçeği çarpıtma girişimi ne de sadece pot kırmalı bir yorgunluk hali olarak değerlendirilebilir.
Kendi seçmeni üzerinde bir kumar oynadığını da görmek gerek. Bunun bir yönü, tarihin gerçek bilgisinin metruklaştırılması. Mesela, bizzat Adıyaman’da yaşayan, yani kentlerindeki havalimanının 1998’de yapıldığını bilen insanlardan bu bilgiyi terk etmelerini talep etmesi. Ve insanların ona eşlik etmesini sağlaması. Keza, Özal ve Calp arasındaki köprü satma tartışması ve tek parti döneminde 75 kişilik sınıflarda okuduğu yalanı. Yaşı yetişmese dahi bu tartışmanın aslının görüntülü bilgisine sadece bir tık kadar uzak olan milyonlara bu yalanın söylenmesi. Gerçek ortaya çıktıkça da bu bilginin “elitlerin bilgisi” olduğuna, “mazlum halkın bilgisi” olmadığına dair mesajlar vererek nerden baksan nesnel olan bu bilgiyi terk etmelerini, kullanmamalarını salık vermesi.
GERÇEKLİK YİTİMİNDEN OY DEVŞİRME
Özellikle kendi tabanındaki insanların zihnindeki gerçeklik surlarını, bir tıkla açığa çıkabilecek yalan toplarıyla dövüyor. Ne kadarı “bu kadar da olmaz” deyip Erdoğan’dan uzaklaşıyor, bu henüz ölçülebilir değil. Ancak, gerçeklik yitimi yaşayan önemli bir kesim mevcut. Bu kumarı oynama cüreti, tarihte ilk kez Tayyip Erdoğan’da ortaya çıkmış değil elbet. ‘Tek millet, tek devlet, tek lider’ faşizminin marka ismi Hitler, Polonya işgalinden kısa bir süre önce kurmaylarına "Savaşı kışkırtan bir propaganda kullanacağım. Akla yatkın olup olmamasının bir önemi yok. Muzaffer olanın doğruyu söyleyip söylemediği sorgulanmayacaktır. Savaş çıkarırken önemli olan doğru değil, zaferdir," diyordu. Tayyip Erdoğan’ın gaflarında da benzer bir mantığın çalıştığını söylemeye yetecek emareler olduğu kanısındayım. Gericileşen, tekçileşen ve faşistleşen güç, kitlelerin gerçeklik sınırlarını çok sayıda hamle yaparak deniyor, her yalanda vurduğu darbeyle gerçeklik algısını yorup geriletiyor. Bu sayede ihtiyaç duyduğu kitle desteğini konsolide ederek “gerçeklik yitimi”nin oya dönüşmesi hesaplanıyor.Öte yandan, sokaklarda, çarşıda, pazarda seçimin nabzını tutan gazeteci arkadaşlarımızın aktardığına göre “gerçeklik yitimi”nin Erdoğan lehine işlevlerinin de bir sınırı var. Görüyoruz ki, bu sınırı belirleyen tarih bilinci değil, ekonomi. Oyunu AKP’ye vereceğini söyleyenler arasında samimi olarak istikrarlı bir büyümenin yaşandığına inananlar da var, her şeyin daha kötüye gitmesi endişesiyle ikiyüzlü bulsa da alternatifsiz hissedenler de.
RAKAMLARDAN YALAN İCAT ETME
Özelleştirmelerle, artan vergi kalemleri ve oranlarıyla gelir sağlayan, emekçilerin ücretlerinin baskılanarak artı değerin artırıldığı; yani kredi ve borca dayalı, üretimi dışa bağımlı, ucuz emek cenneti haline gelmiş ve tüketim oranının gelirin katbekat üzerine çıkarıldığı, sektörel olarak da inşaat ve enerjinin şişirildiği bir ekonomik büyüme… Faiz ve kur oranlarına ne kadar da göbeğinden bağlı olduğunu geçtiğimiz haftalarda hep birlikte gördük. Neresinden bakılsa krizin içindeyiz, muamma kalan tek nokta gerçek patlamanın nerede, ne şekilde yaşanacağı.Buna rağmen seçim propagandası ekonomik istikrar üzerine kurulu. Bir tarafta AKP ve Erdoğan tarafından servis edilen kocaman rakamlarla “Türkiye şahlanıyor” deniliyor, öte tarafta da milyonlarca insan başka bir gerçek yaşıyor. Burada her burjuva iktidarının az çok kullandığı bir taktik devreye giriyor: Rakamlardan yalan icat etmek. Örneğin, işsizlik verilerinin hesaplanma yöntemi değişiyor, patronlara milyonlarca lira istihdam teşviki veriliyor; işsizliği bitirdik deniyor. 2017 işsizlik oranı yüzde 10,9. 2003’te yüzde 11 idi. Hadi sayılara boğmayalım ve işsiz sayısının istihdam sayısından daha fazla arttığını, yani işsizliğin büyüdüğünü söylemekle yetinelim. AKP’nin işsizlik rakamlarını kendi lehine değiştirmesi bir yana, milyonlarca insanın, kadının, özellikle de genç kadınların yaşadığı işsizlik bir yana.
Bir diğer örnek enflasyon. İktidarın rakamlarına göre düştükçe düşüyor. Gerçek, 16 yıldır zam oranlarının yüzde 8.6’dan 11’e yükseldiğini söylüyor. İktidar medyasının televizyon kanallarında yitirilen gerçek, çarşı-pazardaki fiyatlar, ödenmeyen kiralar ve faturalar sorulduğunda hemen bulunuveriyor.
Devletin dış borcunu bitirdik diyorlar, yine rakamlar veriyorlar. Oysa 2003’te 130 milyar dolar olan kamu ve özel sektör borçları bugün 450 milyar dolar. 16 yılda 320 milyar dolar daha borçlanılmış; milli gelire oranı yüzde 56 iken 60’a çıkmış. Yani 100 liralık gelir, 60 liralık borçla gelmiş. Değişen tek şey bunun büyük kısmının kamudan özele devredilmiş olması.
Bir de inşaat sayıları var tabi. Gittikleri her ilde şu kadar katrilyon yatırım yaptık, şu kadar konut yaptık, bu kadar hastane ve okul yaptık diye konuşuyorlar. Her yer TOKİ, ama ev sahibi sayısı aynı oranda artmıyor; 100 ev yapılıyorsa 60’ına talip çıkıyor; geri kalanının maliyeti vatandaştan çıkarılıyor. Devleti şirket, vatandaşı müşteri gibi görmenin bedeli de bu; yolcu garantili köprüler, hasta garantili hastaneler. Devletin kasasından 5 kuruş çıkmayacak derken, halktan hiç kullanmadığı köprüler için alınacak vergiler kastediliyordu. Bugün durum o kadar vahim ki, devlet bütçesinden 6.2 milyar dolar ödenek ayrılacak.
Kısacası, miting yaptıkları her kentte, insanların havsalasının almayacağı büyüklükte katrilyonlu filan sayılar zikrediyorlar. Şimdiye kadar dağıttıkları ‘yardım’lar ya da kredi kartlarının, ihtiyaç kredilerinin sağladığı yalancı konfor yoksullara da sahte bir ekonomik büyüme hissi yaşattı büyük oranda. Kazandığından fazlasını tüketmek şeklinde zuhur eden “ekonomik büyüme” psikozu, içine az miktarda doğruluk katılmış bir yalandı esasında. Doğruluk payı eridikçe, çalışan hemen herkesin zikrettiği “Çalışmadan önce borçlu değildim” hakikati çoğaldı, daha çok dillenir oldu.
YOKSULLUK GERÇEK, BUZDOLABI BOŞ
Kadınların rakamları ve bu rakamların söylediği gerçek bir yanda şimdi. Mesela 50 yaşından sonra hayatında ilk kez çalışan kadınların artması, 3000 etiket basması gerekirken bedensel sınırlarını zorlasa da 900 etiket basabilen, depoda günde 2000 alarm takan LCW işçilerinin yaşadığı işten atılma korkusu, sendikalaştıkları için işten atılan 120 Flormar işçisi kadının 27 gündür süren hak mücadelesi, 16 yılda 440 bin çocuğun doğum yapması…Erdoğan’ın “Her eve elhamdülillah buzdolabı giriyorsa refah seviyesi var demektir” yalanıyla örtülemeyecek, yardımlarla rahatlatılamayacak bir yoksulluk hakim. İşte en büyük kumar da burada: Erdoğan insanları yaşadıkları yoksulluğun gerçek olmadığına ikna etmeye çalışıyor. Bir kez daha yol, hastane, okul vb eskimiş vaatler; üniversiteleri ikiye bölerek üniversite sayısını artırmak gibi irrasyonel vaatler sıralıyor. Çay bahçelerini “millet bahçesi”, kahveleri “millet kıraathanesi” yapıp, bunların toplamına da “hizmet siyaseti” deyip aynı hizmetleri başka isimlerle yutturmanın da bir sınırı var elbet. Özellikle kadınların dillendirdiği AKP’den kopuş örnekleri o sınıra yaklaştığımızı işaret ediyor.
Kısacası, bu gaflar küçümsenmemeli. Tehlike, Erdoğan’ın “gaflarının” mizah konusu yapılmasıyla bertaraf edilemeyecek boyutta. Yaşadığı gerçeğin farkında olan ama bunu 16 yıllık AKP-Erdoğan iktidarıyla ilişkilendirmekte güçlük yaşayan milyonlarca insan, aynı zamanda Erdoğan’ın gerçeklikten koparmaya çalıştığı insanlar. Bu yüzden bir an evvel, Erdoğan’ın çekmeye çalıştığı üstenci muhalefet dili terk edilmeli ve ekonomik gerçekler üzerinden Erdoğan’dan kopuşa çağrı yapılmalı. Zira gerçek, bu cendereden kurtulmak isteyenlerin gerçeği! Görmek içinse AKP’yi terk eden emekçi kadınlara bakmak yeter!
İlgili haberler
Seçim, Geçim ve Rejim
Seçime doğru giderken, geçim her gün daha da yakıcılaşan bir sorun. Ne var ki, bu seçimin tek özgünl...
#KadınlarınSeçimi onurlu bir gelecek
Milyonlarca kadına dayatılan seçenek bu ikisi arasında; Ölüm mü, sıtma mı? Seçim manifestolarında ve...
Tek adam şizofrenisi, Nagehan personası
Fulya Alikoç, seçim döneminde medyanın halini, seçim programlarını ve Nagehan Alçı’yı yazdı: ‘Libera...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.