Sevda Karaca
Tanınmak, iradesiyle, emeğiyle, varlığıyla saygı görmek... Kendisini bütünün vazgeçilmez parçası hissetmek. Böylelikle çoğalmak... Kadınlar bunu istiyor.
‘Erkek meselesi’ olarak görülen seçim tartışmalarına kadınların katılımı daha sınırlı. Bunu referandumda kırmıştı kadınlar. Kuaförler, bakkallar, işyeri tuvaletleri derin tartışmaların yeri olmuştu.
Ahlak, çocukları istismar edene kıyak geçmek; adalet, güvencesizliğe ve evliliğe mahkum edilen kadınların buna rağmen boşandıklarında aldıkları nafakayı elinden almak mı? Biz bu ahlakı tanıyoruz.
Hükümet çocuk istismarı yasa tasarısını açıkladı. Bir milyonuncu kez söylemiş olalım; önleyici tedbirler almayanlar artık her çocuğun yaşayacağı istismarda bir numaralı faildir.
Artık bir cehenneme dönmüş çalışma hayatı içinde öyle ya da böyle çalışabilen kadınların koşulları torba yasalar ve genelgelerle daha da kötüleştiriliyor.
Kadınlar, gündelik hayatın zorunda, kendilerine dayatılan zorun ne demek olduğunu daha çok görüyor. Ama sıkışmış durumda... Ve bu sıkışma elbet patlayacak... Ama nasıl?
Çocuk istismarını zinaya, hadıma, idama bağlamak, iktidarın çocukları çocuk olmaktan çıkaran, kadınları eşit olmaktan uzaklaştıran her türden uygulamasına zemin oluşturmaya kolaylık sağlamak demek.
Savaşın acı, kan ve gözyaşı demek olduğu kadar, her türden hak gaspının da “meşru zemini” olduğunu görmek, göstermek... O haklar tümden elimizden alınmadan hem de... Meselemiz biraz da bu.
İstanbul Şişli Ekmek ve Gül grubu, ilki 7 Şubat'ta gerçekleşen 5 haftalık bir atölyeye başladı. Atölyenin ikincisi ‘Marksizm cinsiyet körü müdür?’ sorusuna Marksist kaynaklardan yanıtlar verecek.
Afrin Operasyonu ile ülke içini de kendi açısından her anlamda “kazanılmış bir cephe” haline getirmek isteyen hükümet, savaşa karşı çıkan her kesime yönelttiği baskılara her gün bir yenisini ekliyor…
Ebru Pektaş ile ‘Toplumsal Cinsiyetin Anahtar Kavramları: Cinsellik, Şiddet, Emek’ kitabını konuştuk. Pektaş, "Sorunu nasıl tanımladığımız, nasıl mücadele edeceğimizi belirler" diyor.
Kadınlar ve çocuklar büyük tehlikede. Çünkü o silah, ilk onlara doğrultuluyor. En kolay onlara patlıyor. En çok onları yaralıyor, hatta öldürüyor...
Bu yazıyı yazmadan evvel sordum çevremdeki kadınlara, 2017’yi tanımlasanız ne derdiniz diye… Sanki sözleşmişler gibi hepsi ayrı ayrı “Ne çektik kıııızzzz…” nidasıyla yanıt verdi…
İşyerinde patrona, bazen iş arkadaşlarına, hatta sendikaya... evde aileye... Kadın işçilerin direnişi ne öğretiyor?
Yaptıkları; yüzyılların mücadelesine dayanan, kadınların kanlarıyla canlarıyla bedel ödeyerek yasalara kazıttıkları haklarının “Bunda ne var?” kofluğu içindeki sorularla bertaraf edilmesi...
Sermayenin niyeti malum; işçi pazarını kendince disipline etmek için kadınları, çalışma yaşamının daha güvencesiz, daha esnek, daha ucuz hale getirilmesi için bir “araç” olarak kullanıyor.
Kadınlar her yerde yalnızlık, güvensizlik duygusu yaşıyor. Bu duyguyu kartopu gibi büyüten bir süreç yaşıyoruz. Bu süreç de kadınları şiddete daha açık hale getiriyor, mahkumiyet duygusunu perçinliyor
“İsteseniz de istemeseniz de bu yasa geçecek” diyenler “İsteseniz de istemeseniz de bu evlilik devam edecek” noktasına hızla vardı. Daha neler olacağını tahmin etmek de ne yazık ki zor değil!
‘Bu Meclisin kadınlar açısından meşruiyeti, kadınlara sürekli şiddet uygulayıp, zoraki birlikteliğe mahkum etmeye çalışıp, kadın boşanmak istediğinde de öldüren kocaya duyulacak sevgi kadardır.’
Biliyoruz ki eli bulaşık suyuna mahkum edilmiş her kadın, itildiği yalnızlıkta diğer kadınlarla aynı dertleri köpürtüyor aslında. 1 ve 2 Ekim’de sokaklardayız... Siz de katılın...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.