Seçimin hemen ertesinde TÜSİAD, sermayenin bugüne kadar halka ve kadınlara yıkım programı olarak dönen neoliberal programın daha kararlılıkla ve “tavizsizce” sürdürülmesi açısından, ortaya çıkan aritmetikten memnun olduğunu açıkladı. Çeşitli finans kuruluşları “Siyasi riskin azalması önemli ama yetmez” dedi.
Biz bu neoliberal programın kadınlara daha fazla bağımlılık, daha fazla yoksulluk, daha fazla “özgür karar alma olanaklarından yoksunluk” olarak döndüğünü biliyoruz. Seçim sonuçlarıyla gördüğümüz, tek adam tek parti iktidarının parsellediği yeni rejimin, bu bağımlılığı ve yoksulluğu kendine payanda yaptığı. Sadece ortaya çıkan Meclis aritmetiği açısından değil, genel olarak neoliberal yıkımın “tavizsizce süreceğine” ilişkin değerlendirmeler bize “yönetemeyecekleri” bir memleket tablosunu gösteriyor.
Hilal Kaplan’ın Twitter üzerinden AKP seçmenlerini hedef alarak sorduğu “Neyden memnun değilsiniz?” sorusuna verilen yanıtlar kimilerini şaşırttı. Yanıtlarda seçmenlerin ağırlıklı olarak AKP yerel örgütlerine kızgınlığı, eleştirileri öne çıkıyor. Erdoğan ise tüm bu kızgınlık ve eleştirilerden azade! Onun tüm bunlardan “habersiz olduğu” ifade ediliyor.
Bu, aslında bizim de yerellerden izlenimlerimizde AKP’li olduğunu ve AKP’ye oy vereceğini söyleyenlerin bir biçimiyle ifade ettiği bir durumdu. Eğitimle ilgili kaygıları büyük ama sorun “İşini bilmeyen bakanda”, sağlıkla ilgili derdi büyük ama sorun “Alanı tanımayan bakanda”, yoksullukla, geçimle, işsizlikle baş etmek olanaksız ama sorun “Yerelde hep kendi adamlarını tutan, liyakate önem vermeyen, sadece kendi yakınlarını işe yerleştiren, suyun başına konan yeteneksiz yöneticilerde”... Çocuk istismarı, şiddet, adaletsizlik artıyor, “İşini iyi yapmayan hakimler, nefsine hakim olamayan, şefkat yoksunu erkekler” suçlu, ama Reis kadınlara ve çocuklara çok değer veriyor!
Gündelik hayatla memleket siyaseti arasındaki “kopukluğu” seçmenin (daha çok yoksul seçmenin) “reisçilikle” kapattığını, bunun da içinde yaşadığı koşulları rasyonelleştirme çabasından kaynaklandığını söylemek lazım... Elbette bunda son derece ayrıştırılmış toplumsallığın ve birbirini dinlemenin tümden zorlaştırılmasının da etkisi büyük.
Genel olarak hem seçim öncesi alandan yansıyan izlenimlerimizde hem de Hilal Kaplan’ın sorusuna verilen yanıtlarda cisimleşen şey şu: Gündelik hayatın zoru; “millet bekası ve devlet sorumluluğu” için “fedakarlık” çağrılarıyla seçeneksizlik duygusu arasına sıkışmış durumda. Ancak özellikle iş, yerel yönetimlerdeki rantiyeden duyulan rahatsızlıklar, çok temel ihtiyaçların nasıl karşılandığı ya da karşılanmadığı, artık bürokrasinin ta kendisi haline gelen AKP’nin yerel yüzlerinin halka karşı tutumu gibi “dünyevi” meselelere gelince, o “kutsallığın” adeta gerçek dünyaya çakıldığı bir tablo var.
Kutsallığın gerçek dünyaya çarptığı noktada “Reis bunları biliyor, ama engelleyemiyordu, şimdi tüm gücü ona verdik, zaten örgüt içini sallayacak, bu rantiyecileri, haramileri tek tek ayıklayacak” cümlesi devreye giriyor. Yaşadığımızın bir “rejim” değişikliği olduğu; tüm sorunlardan azade kılınan “reis”in aslında sorunları yaratan sistemin başı olduğu gerçeğinin sürekli örtülmesinin “Bu rasyoneli yaygınlaştırmada” önemli bir rolü vardı.
Erdoğan’ın oyları ile AKP’nin oyları arasındaki 10 puanlık fark, AKP’li seçmenin kırılganlığının en çok yoğunlaştığı “gündelik iktidara güvensizlik” ile de bağlantılı.
İşte kopuşun değil ama ciddi bir kırılganlığın “uhrevi olanda değil, dünyevi olanda” vücut bulacağı yerel seçim süreci tam da bu açıdan önemli.
Seçmenin diğer yüzde 50’lik muhalif kısmı ise seçim sonuçlarını “Bu halktan bir şey olmaz”cılıkla, “Önümüze bakalım” arasında salınan duygularla karşılıyor.
Bu sarkaç, iki sonuçla karşı karşıya bırakıyor bizi:
Bir yanda; kötümserliğin güç kazandığı, “harekete geçtik de ne oldu, lanet gelsin, ben kendi küçük hayatıma bakarım”cılık...
Diğer yanda ise düzen içi seçeneklerin değiştirici olmayacağına yönelik duygunun düzen karşıtı bir hareketliliğe dönüşme ihtimalinin hiç de zayıf olmaması...
Evet; bu sonuçlar düzen içi liberal seçeneklerin eninde sonunda seçeneksizlik olduğunun ispatı oldu. İktidara oy veren için de vermeyen için de...
Başta yazdığımız sermayenin hayallerinin tavizsizce gerçekleştirileceği yeni aritmetik, aslında sorunları derinleştirirken, iki yüzde 50’nin de yoksullarının ortaklıklarını artıran bir tablonun oluşmasından kaçamayacak. Ancak her zamanki gibi mesele; bu ortaklıkların ortak bir harekete dönüşmesinin temel meselesi; bu sorunları nasıl ele alacağız, nasıl örgütleyeceğiz...
Örneğin; Erdoğan’ın tüm sistemin hakimi olduğu bu rejimde yerelde yaprak kıpırdasa ondan sorumlu olduğu gerçeğini nasıl anlatacağız?
Örneğin; gündelik olanda yaşanan kırılmayı nasıl “politik” bir kopuş haline getireceğiz?
Örneğin; yoksulluğun, eğitim ve sağlıkla ilgili sorunları sürekli gündemde tutmayı ve bunun aynı zamanda bir düzen tartışması haline gelmesini nasıl sağlayacağız?
Dünün “Siz de meseleleri hep düzenle, kapitalizmle, sermayeyle, sınıfla açıklıyorsunuz ama bunların gündelik hayatta bir karşılığı yok, bize karizmatik lider, önder lazım”cıları kenara çekilsin. Gerçek muhalefet, liderin önümüze düşmesinde değil, iki yüzde 50’nin işçileri, yoksulları, kadınları nasıl birleşecek, bu soruya doğru yanıt vermekte...
İlgili haberler
Gerçeği en iyi yalanı söyleyen biliyor!
Bu seçimin en kafa karıştıran yönü herkesin hem bir şey kazandığı hem de bir şey kaybettiği bir seçi...
Hiçbir rakam ‘Değiştirebiliriz’ gerçeğini değiştir...
Kötü adamların hemen kolayca yenildiği bir filmin içinde değiliz. Birbirimize, o kazanabiliriz inanc...
Seçim sonuçları kadınlar için ne ifade ediyor?
Seçim sonuçları nasıl bir Türkiye tablosu gösterdi? Kadınları önümüzdeki dönem ne bekliyor? Bu tablo...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.