Ne eski ne yeni, tek normal: İki sınıf karşı karşıya
Hükümetleri ve sivil toplum kuruluşlarıyla örgütlü burjuva sınıfı bir yanda, sendikal örgütlüğü zayıf ama güçlenen bir mücadele eğilimiyle işçi sınıfı öbür yanda. Eskiden ve şimdi...

Bütün dünya ‘normal’e dönmekten bahsediyor. Her ne kadar normalden kasıt, dünyanın korona öncesi ayarlarına geri dönmesi gibi gösterilse de, pandemi süreci çoktan yeni normaller yaratmış durumda. Salgın öncesi ekonomik kriz yaşayan ya da krizin eşiğinde olan ülkelerin ‘yeni normal’i de virüsle ağırlaşan krizin faturasını emekçilerin sırtına yükleme planlarını şimdiden devreye soktu.  

“Pandemiyle mücadele” adı altında açıklanan bütün programların ortak hareket noktası, sermaye sınıfının çıkarlarını ve onların hükümetlerinin iktidarını korumak için milyarlarca emekçinin hayatını sürü bağışıklığına terk etmek oldu. Üretimin durduğu yerlerde emekçiler, işsizlik ve açlıkla tek başına sınanırken, “Çarklar dönecek, önceliğimiz sermaye sınıfıdır” söylemiyle zorunlu olsun olmasın üretim ve hizmetlerin devam ettiği yerlerde ise virüs bulaşının ön cephesine sürüldüler. Zaten son derece sınırlı olan sendikal haklar, toplusözleşme, örgütlenme ve yetki süreçleri askıya alındı. “İşten atmayı yasaklıyoruz” propagandasıyla patronlara tek taraflı ücretsiz izin hakkı verilirken, kısa çalışma ödeneği bile çok görülen işçiler ise günde 39 liraya mahkum edildi. Buna karşılık patronlara yeni teşvikler, krediler aktarıldı, borçları silindi... Kısacası korona sonrası kapitalizmin eskisinden tek farkı, daha fazla emekçi düşmanı olan yeni sömürü normallerini yaratmak oldu.

TÜRKİYE’NİN ‘YENİ NORMAL’İ: DAHA FAZLA SÖMÜRÜ

Ülkemiz zaten bir kriz sürecindeyken başlayan salgın dönemi, halk sağlığını değil kendi çıkarını düşünen burjuvazi ve hükümeti tarafından “krizi fırsata çevirme” dönemi olarak yaşanıyor. İşçi ve emekçilerin sokağa çıkma yasaklarında dahi çalıştırılması, beyaz yakalılar için esnek çalışmanın hayata geçirilmesi, işyeri maliyetlerinden de kurtulmuş işverenlerin çalışanlar üzerinde online denetiminin artırılması, hemen bütün işkollarında ücretlerde kesinti, işsizlik fonunun talanı, işten çıkarmalar, çalışma saatlerinin uzatılması, kısa çalışma ödeneği, ücretlerin düşürülmesi, fazla mesai, yol ve yemek ücretlerinde kesintiler sermayenin ve hükümetinin pandemi önlem paketini oluşturuyor.

Türkiye sermaye sınıfının ve örgütlerinin gündeminde şimdi bu fırsatları ilerletmek, işçi ve emekçilerin üretim ve hizmetler sürecindeki denetimini artırarak yüksek işsizlik baskısı altında örgütsüz çalıştırmak, böylece Asya üretiminde yaşanan aksaklıklardan da faydalanarak Çin rolünü almak var. Son derece örgütlü ve sermaye birikimi için planlı olan patronlar için salgın, kimi planlarını erkene çekerek uygulamanın olanaklarını hızlandırdı.

MÜSİAD, MESS ve TÜSİAD çıkıp izole çalışma kampları oluşturacaklarını, çip, halka vb. elektronik cihazlarla işçilerin her anını kayıt altına alıp denetlemeyi hedeflediklerini açıkça söylüyor. İşçileri adeta çalışma kamplarında gibi çalıştırıp aileleriyle birlikte bütün bir hayatlarına el koymak; onları dış dünyadan yalıtmak, örgütlenme ve mücadele olanaklarını ortadan kaldırmak, işçi ailesinin kadın ve çocuklarla birlikte tüm üyelerinin mesleki eğitim, kadın istihdamı, staj vb adlar altında üretim sürecine çekilmesi yıllar önce organize sanayi bölgeleri için planlanmıştı. Şimdi salgın yüzünden “üretim sürecinin güvenliğinin tehdit altına girdiği” bahanesine sığınarak bu planları erkene çekiyorlar.

DÜNYA EMEKÇİLERİ KAPİTALİZMİN NORMALİNE KARŞI

Ancak pandemi süreci tüm dünyada, yalnızca kapitalizmin saldırı planlarının hayata geçirildiği bir süreç olarak yaşanmadı. Aynı zamanda, işçi sınıfı olmaksızın hayatın süremeyeceğini ve işçi sınıfının üretimden gelen gücünün potansiyelini bir kez daha ortaya koymuş oldu. Ya virüsle ölmek ya da yaşamak için çalışmak zorunda olmak kıskacındaki işçiler ve emekçiler, birleşmek ve dayanışmaktan başka yolun olmadığını daha kitlesel bir biçimde görmeye başladılar. Özellikle sağlık emekçileri, taşımacılık, kargo, kurye, gıda, market, belediye, temizlik işçileri arasında çeşitli birlikler, örgütlenmeler ve eylemler baş gösterdi. Salgın süreci uluslararası sendikalarda da kısmen bir silkelenmeye yol açtı. Zorunlu işlerde çalışan işçiler için ekstra ödemeler, çeşitli sektörlerde sendika üyesi olmayan işçileri de kapsayan yeni toplusözleşmeler, işçi sağlığı ve güvenliğini ihlal eden işletmelerin teşhiri, işkoluna özgü önlem kılavuzları, çeşitli dayanışma hatları vb. Avustralya, Belçika, İsveç hatta Güney Afrika’da sendikaların örgütlenme süreçlerini ilerletti. Örneğin İsveç’te ayda ortalama 400 üye yapan bir sendika, nisan ayında 20 bin üye kazandığını açıkladı. Yine bu süreçte çeşitli ülkelerde kendiliğinden grevler gerçekleşti. Örneğin; mart-nisan aylarından mayıs ortalarına kadar ABD’de 220 kendiliğinden grev ulusal ve yerel basına yansıdı. Bangladeş, Pakistan, Myannmar, Haiti gibi Asya ve Latin Amerika ülkelerinde uluslararası tekellerin siparişi durdurması üzerine işsiz kalan on binlerce işçi kendiliğinden eylem ve protestolarda bulundu, kimi yerlerde yol kapattı.

Hindistan’da hükümet iş kanununu askıya alarak, kölelik anlamına gelen zorunlu çalışmayı normalleştirme girişiminde bulundu. Günlük zorunlu çalışma süresinin 8 saatten 12 saate çıkarılmasına karşı birleşen sendikalar, ülke çapında sokak eylemleri örgütlediler, iş bıraktılar.

Salgının vurduğu İtalya’da otomotiv sektörüne üretim yapan çelik işçileri, İspanya’daki Nissan fabrikasındaki otomotiv işçileri, Rusya’da Volkswagen işçileri ücretsiz izin ve işten çıkarmalara karşı grev, eylem ve iş durdurmayla karşılık verdiler.

Tunus’ta, Kamboçya’da çoğunluğu kadın olan tekstil işçileri, sendika temsilcilerinin tutuklanmasına karşı yine üretimden gelen güçlerini kullandı. Brezilya’da kamuya ait posta hizmetlerinde çalışan emekçiler iş sağlığı önlemlerinin alınması için iş bıraktılar ve kazandılar. İsrail’de karantina boyunca ücretsiz izne çıkarılan telekomünikasyon işçileri bu süreçte ilk kez örgütlendiler; üretime sendikalı ve sözleşmeli olarak geri döndüler.

Karantinadan en çok etkilenen kesimlerden biri olan ev işçisi kadınlar, her ülkede seslerini duyurmak için sosyal medyayı kullandılar. Lübnan’da Etiyopyalı göçmen ev işçisi kadınlar, kendi aralarında gıda ve temel ihtiyaç malzemeleri toplayarak örnek bir dayanışma sergilediler.

Salgından önce suların durulmadığı Lübnan’da halk, mücadaleye kaldığı yerden devam ederek ekonomik kriz ve hayat pahalılığına karşı tekrar sokaklara indi. Fransa’da mülteciler “oturum izni” için sokak eylemleri örgütledi.

Kısacası, emekçiler arası birliğin hiç olmadığı yerde dayanışarak, birliğin güçlendiği yerlerde sendikalara üye olarak, sendikaların örgütlü olduğu yerlerde eyleme geçerek emekçiler arasında mücadele eğilimi artıyor.

"Siz uyurken biz çalışıyoruz, siz zenginleşirken biz fakirleşiyoruz"

GENÇLER VE KADINLAR ARASINDA MÜCADELE EĞİLİMİ GÜÇLENİYOR

Ancak bu mücadele, patronlara ve hükümetlerine olduğu kadar, “sivil toplumculuk” maskesi altında işçi sınıfından uzak bir sendikacılık anlayışına karşı da mayalanıyor. Öyle de olmak zorunda. Zira bu süreçte dünyada ve ülkemize patron sendikacılığının en güzide örneklerini de görmüş olduk. Kimi sendika ve konfederasyonlar işçi aidatlarını hükümete bağışladı, işveren örgütleri ile patronlarını ve hükümeti desteklediklerine dair ortak açıklamalar yaptı, işçileri suçladı, hatta fiziken saldırdı. Böylesi bir dönemde kaşılanan 1 Mayıs ise, işçi ve emekçilerin dayanışma, birlik ve mücadele eğilimlerinin artıyor olduğunun en önemli işareti oldu. Bürokrat sendika yöneticilerinin kendi sağlıklarını korumak için haftalardır ayak basmadığı işyerlerinde, örgütlü örgütsüz yüzbinlerce emekçi, 1 Mayıs haftası boyunca taleplerini dile getirdi. Özelikle sağlık, inşaat, ulaşım, haberleşme, market, dağıtım, kurye, belediye işkollarında çalışan emekçiler, kendi aralarında kurdukları dayanışma platformları, haberleşme ağları ve sosyal medya hesapları ile yeni dönemin yaratıcı araçlarını da geliştirmeye başladılar. Bu sektörlerin çoğunda daha yakın zamana kadar sendikalaşma konuşulmazken genç ve kadın işçilerin talepleri ve sendikalaşma istekleri daha görünür oldu.

Az da olsa sendikalardan yapılan çağrılar hiçbir işyerinde sonuçsuz kalmadı. İşçiler sendikaya üye olmak, kısa çalışma ödeneğinden faydalanmak, gerekli sağlık önlemlerinin alınması, hukuki yardım almak gibi nedenlerle sendikaların dayanışma hatlarını aradı. Daha önce çok az sayıda izlenen sendikaların sosyal medya hesapları yüzbinlerce görüntülenme kaydetmeye başladı. Örneğin Sağlık-İş Genel Merkezinin verdiği bilgiye göre, salgından önce 20 bini aşmayan sendika açıklamaları 250 bin görüntüleme kaydederken, ayda 600 olan yeni üye sayısı 1200’e ulaştı. Sağlık emekçilerinin güvenliğinin sağlanması ve ek ödemelerde yaşanan adaletsizlik üzerine yaptıkları eylemler, Memur-Sen ve Kamu-Sen’den istifalara ve KESK’e bağlı SES’te yeni üyeliklere yol açtı. Örgütsüz çalışmanın hakim olduğu özel hastanelerdeki işçi ve emekçilerde arasında da mücadeleci sendikaların faaliyetlerine ilgi ve yönelimin arttığı gözleniyor. Belediye işkolunda yaşanan hak gaspları ve ücret kesintileri de yer yer Memur-Sen ve Hak-İş’ten istifalara neden oldu.

Tüm bu eğilimler önemli bir şeyin göstergesi. Salgın süreci işçi sınıfı ile birlikte sendikaların ve örgütlülüğün de önemini artırdı. Her ne kadar ülkemizde sendikaların çoğu işletme sendikası gibi işveren savunusu ya da hükümet taraftarlığı yapsa da, işçi ve emekçiler, salgın sürecinde örgütlü işyerlerinde hak ve ücret kayıplarının daha az olduğunu, kimi sağlık tedbirlerinin örgütlü işyerlerinde alındığını gördü. Örneğin bazı örgütlü işyerlerinde patron, kısa çalışma ödeneğinin üstünü tamamlamak durumunda kaldı. Örgütsüz emekçiler için ise zaten hakları olan kısa çalışma ödeneğinin bile yarısını alma, tek maskeyle haftalarca çalıştırılma, mesai kaybı, ağır çalışma saatleri, işten çıkarma gibi uygulamalar kolaylıkla hayata geçti.

TEK ÇIKAR YOL ÖRGÜTLENMEK

Özetlemek gerekirse; hükümetleri ve sivil toplum kuruluşlarıyla örgütlü burjuva sınıfı bir yanda, sendikal örgütlüğü zayıf ama güçlenen bir mücadele eğilimiyle işçi sınıfı öbür yanda. Eskiden ve şimdi, korona öncesi ya da sonrası değişmeyen ‘tek normal’ bu iki sınıf arasındaki uzlaşmaz karşıtlık. İşçi sınıfının mücadele tarihi gösteriyor ki, kapitalizmin çürüme döneminde işçilerin ekonomik mücadelesi, “barışçıl” dönemlere göre çok daha hızlı bir biçimde politik mücadeleye dönüşebilir. Nitekim, ABD’de baş gösteren ırkçılık karşıtı protestoların kapitalizmin sembolü olan marketlere ve işyerlerine öfke eylemlerine dönüşmesi tesadüf değil. Burjuvazinin işçi sınıfını çalışma kamplarında prangalı köleler olarak çalıştırmak istediği böylesi bir dönemde, keskinleşen sınıf çelişkileri içinde sadece saldırılar değil işçi sınıfının ekonomik ve politik mücadelesinin gelişim olanakları da artıyor.

Mali Araştırmalar Enstitüsü ve UCL Eğitim Enstitüsü’ne göre çocuklu kadınların yüzde 47’si işini kalıcı olarak kaybetti. Kadınların yüzde 14’ü korona kizinin başlangıcında işten çıkarıldı. Korona sonrası krizin en çok vuracağı iki sektörde, konaklama ve perakende satış sektörlerinde çalışanların önemli bir kısmı kadın.


İlgili haberler
Güçlü olmadığında, yaslan bana…

ABD'de yükselen bir şarkının anlattıkları: Güçlü olmadığında/ Yaslan bana/ Arkadaşın olayım/ Devam e...

İktidarın ‘biz’ diye saydıkları arasında kimler va...

Açık söyleyelim; pandemi döneminde kendini yalnız hissetmeyen bir tek kesim varsa o da sermayeydi. O...

‘Çileği alabilelim de kurdu içinde kalsın’

Bir market servisinden notlar: ‘İki poşetten fazlasıyla çıkabilene bir dönüp bakıyoruz. Çileği bulsa...