GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Ölü kadından mektup
“Saçlarımı mı değiştirmek aslında kızımla aramızda geçen bir espriydi. Tezer’in yeni bir kitabı basılır mı? Bilemiyorum. Bildiğim tek şey...”

Kitabevleri vakit geçirmek için harika yerlerdir ve bazen hiçbir şey almak istemeseniz de kendinizi yeni bir kitapla çıkarken bulursunuz. Elinizde okuduğunuz kitabınızın olması ve hatta bir sürü kitabı okumak için sıraya koymuş olmanız bile bir şey ifade etmez. O gün kızımla birlikte başıma gelen de buydu.

Kitabevine girer girmez görmeyi beklemiyordum. Yeni çıkan kitaplara göz gezdirirken oldu. Tezer'in yeni çıkan kitabı raftaydı ve bu kitap çıkmasını beklediğim ama nicedir de artık çıkmaz dediğim bir kitaptı. Görünce hiç düşünmeden alacağım kitaplardan. Ne tesadüf! Bugün karşılaşacağımızı hiç beklemediğimden aslında bu bir sürprizdi diyebilirdim. Ama iyi bir sürpriz miydi? Emin değildim. Çünkü Tezer, yazmayı düşündüğüm onca şeyle meşgulken, dilime sızan, düşüncelerimi kendine çekmeyi başaran bir yazar olarak tehlikeli bir yazar sayılırdı.

Yine de görmezden gelemezdim. Dediğim gibi bazı kitaplar böyledir. Kızım da beni kendisine böyle hızla çeken kitabın ne olduğunu öğrenmek istemiş olmalı ki aldığım rafa yönelip, dikkatle baktı ve kapağındaki resmi işaret etti.

"Bu yazar sana benziyor."

Aslında bir benzerlik varsa ben ona benziyordum. Çünkü o gözlerini dünyaya benden önce açmıştı. Evet, bazen ona benzediğim doğruydu ve bu benzerliği yaratan şey onun edebi becerisiydi. Tabii ki bu konu küçük bir çocuğun anlayabileceği bir şey değildi. Ona bundan bahsedemezdim. Bazı şeylerin bireyde yarattığı tahribatla ilgili bir şeyler söylemekse ancak başka bir hikâyenin konusu olabilirdi. Sosyal, kültürel ve ekonomik öğelerin hayatımıza sundukları ya da sunamadıkları üstüne bir makale de yazılabilirdi ama bunları boş verip söze onun açtığı yerden devam ettim.

"Evet, aslında benziyoruz. Ne yapsam saçlarımı mı kestirsem? Rengini mi değiştirsem?"

"Niye ki?"

"Bu kadar benzemek bence iyi bir şey değil."

"Bence iyi bir şey."

Aslında Tezer’e görünüş olarak benzediğimi pek düşünmem. Beni ilgilendiren yazı dilim üstünde yarattığı manyetik etkidir. Bu benzerliği her bulduğumda da bundan hızla uzaklaşmak isterim.

Kitabı aldığımda okumaya başlamama sebeplerimden birisi de buydu. Yazmayı düşündüğüm bir şey vardı, önce onu etkilemesin diye okumayı erteledim. Sonra okuduğum kitabı bitirdim. Hâlâ kitaba başlamak konusunda isteksizdim. Çünkü aklımdan sürekli, “yine yazıma sızacak mı? Beni duygusal ve düşünsel olarak bir dehlizin içine çeker mi? Soruları geçiyordu. Bu sorularla bir gölge dansı yapmaktan vazgeçip, çok fazla oyalanmadan yüzleşmek en iyisiydi. Kendime bir kahve yaptım, kütüphanemden kitabı aldım. Koltuğa uzandım ve okumaya başladım. Daha ilk sayfaları yeni geçmiştim ki telefonum çaldı.

"Naber? Napıyorsun?"

"Kitap okuyorum."

"Hımm. Güzel. Ne okuyorsun?"

"Tezer Özlü."

"Yine mi hortladı o kadın?"

İster istemez güldüm. Beni çok iyi tanıyan arkadaşım, yüzümü Tezer'e döndüğüm eski zamanlarda, içimde derin sarsıntılar olduğunu bildiğinden böyle söylemiş olmalıydı.

"Yeni kitabı çıkmış, görünce almadan, alınca da okumadan duramadım.”

Onunla dalga geçtiğim sanısıyla, sesinde inanmaz bir tonla sordu: "Tezer! Yeni bir kitap mı çıkarmış!?” Sonra da güldü.

“Ölü kadın!"

"Gülme.” dedim.

“Ciddiyim. Hatta sana kitabının adını da söyleyeyim: Yeryüzüne Dayanabilmek.”

“Yazıyla kurulan ilişkiye dair ilginç bir bakış açısı: Dayanabilmek için yazı.”

“Evet. Mesela Marquez’de yazmak için yaşamak der.”

“Aslında, yazmak için dayanmak, yaşamak için yazmak da denilebilir mi?”

Telefon konuşması bu eksenden uzun süre devam etti. Kapatınca kitaba tekrar başlamaktansa Tezer’le ilgili geçmiş notlarıma göz atmak istedim. Bu arada kahvem soğumuştu. Neyse ki kahvemi soğuk da içebiliyordum. "Bugün Tezer’le ayrıldığımız kavşaktan sonra ne kadar yol aldığımı düşünmek istiyorum. Bu yol acının sızlatıcı etkisinden, o karanlık yok oluştan, var olmaya doğru ilerliyor. Üstelik ay ışığı beni yine kucakladı. 8 Temmuz 2009/Dün öğleden sonra yine Tezer okumaya başladım. 03:24’de kitapları bitti. Artık yorgunum."

Bu notu okuyunca, içsel bir tufanmış, diye geçirdim aklımdan. Notlar, "Her Şeyin Sonundayım: Tezer Özlü-Ferit Edgü Mektuplaşmalarını"yla ilgili yazdıklarımla devam etti. Bittiğinde üstünden uzun zaman geçmiş olmasının rahatlığıyla gülümseyip, defteri kapattım.

Saatlerde sonra, “gitmek istediğimiz sokaklardan, evlerden, günlerden ve gecelerden sonra onun belki de yeryüzüne dayanabilmek için yazdığı satırları, sakince, biraz üzerine düşeni yapmış okur rahatlığıyla ve keyifle okudum.” diye yazdım. İşte şimdi birisi çıkıp, yazdığım bu satırların Tezer’e benzediği söylese, kabul etmem gerekirdi. Hızla uzaklaşmak istediğim benzerlik bu diye düşündüğüm sırada telefonum çaldı.

“Alo.”

"Ölü kadından mektuplar, bitti mi? Nasıl buldun?"

“İyiydi. Tezer, sanki söylemeyi unuttuğu bir şeyi hatırlamış, geldi, söylemek istediğini söyledi, anılar çekmecesine yenilerini yerleştirdi ve gitti.”

“Bir gün yine aynısını yapar mı?”

“Bilmem. Belki. Yeni bir kitap, yine bir gün. Saç rengim farklı!”

“Saç rengi mi? Saçını mı değiştireceksin? Ne oldu? Bunalıma mı girdin?”

“Kadınlar ve onlara dair önyargılar! Bunalımda olmadan saçımı değiştiremez miyim?”

“Onu demek istemedim. Hani Tezer’i de okuyunca.”

“Saçlarımı mı değiştirmek aslında kızımla aramızda geçen bir espriydi. Tezer’in yeni bir kitabı basılır mı? Bilemiyorum. Bildiğim tek şey eğer böyle bir şey olursa o kitabı kesinlikle almak isteyeceğim.” 

İlgili haberler
GÜNÜN ÖYKÜSÜ: İncir çekirdeği

Bir kadının çığlığını gökyüzüyle, bulutlarla, baharla tasvirlemek... Bir kadın yitirdiği baharını ar...

GÜNÜN ÖYKÜSÜ: 13

Kulağına söylenmişti, bir gün bunun başına geleceği. Büyüdüğüne hem seviniyor hem de korkuyordu; lek...

GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Kendine ait bir oda ve daha başka şe...

Mutfak masasında yazı yazan, başka gezegenden gelen birine bir gazete sayfasından dünyayı anlatan ka...