‘Aynı bantta çalışıp, ürünü kaçırmanın sosyal mesafesi yok’
‘Koronavirüs sürecinde bence en acil ihtiyaç şu an için, güvenilir hastane ortamı ve psikolojik destek. Halk olarak topluca ruh ve beden sağlığına ihtiyacımız var, AVM’ye değil.’

Merhaba Ekmek ve Gül okurları, koronavirüs sürecinde hepimiz evlerde, iş yerlerinde bir sürü sorun yaşıyoruz, ben de Esenyurt'ta işsiz bir işçi olarak ne yaşadığımı sizinle paylaşmak istiyorum. Kovid -19 salgını tüm dünyada can almaya devam ederken en son sıçrayan yerlerden biri de Türkiye olmuştu. Alınan ya da alınmayan önlemlerin doğurduğu sonuçların hangi birine yanmalı, şaşıyor insan. Bir vatandaş olarak profesyonel tartışma gütmek değil derdim. Aslında 'Bizi salgın değil bu düzen öldürür' diyenlerin seslerinin kısılması ile ülkedeki durumun vahametini görmüş olduk. Bunu görebilmek için ne bir siyasi görüşe ne de başka bir şeye sahip olmaya gerek yok. Ülke meselelerine ise sözlerim yetmeyecek kadar dolu ve yorgunum. Kendi yaşamımın bir paydası olarak ifade edeceklerim de aynı şekilde bir o kadar dolu.

2 ay öncesine kadar fabrikada işçiydim ben de. Ancak tedavi görmem gerektiği için işten ayrıldım ve sonrasında salgınla karşı karşıya kaldık. Hepimizin bildiği gibi, devlet hastanelerinde bir BT veya MR çektirmek için ancak aylar sonrasına randevu alabiliyoruz ya da muayene için bile haftalarca beklemek zorunda kalıyoruz. Sağlık durumumun aciliyeti olduğu için devlette kendime yer bulamadım ve ne yazık ki özel hastaneye gittim. Ee özel hastaneler de tüm işler peşin dönüyor. Paranız varsa tedavi alabiliyorsunuz. Bunca şeyin üzerine salgın da eklenince gitmek zorunda kaldım. #EvdeKal , #HayatEveSığar gibi çağrılar, biz emekçi hanelerinde pek karşılık bulmadı. Daha salgının ikinci haftasında eşimin iş yeri 8 saatlik çalışma sürelerini 12 saate çıkardı. İşçileri yemekhanede aralıklı oturtup, aynı bantta çalıştırmaya devam ederek 'önlem' aldı. Sokakta sosyal mesafeyi ihlalden cezai işlem uygulanırken, pek çok noktada, her adımımızda polis eşlik ederken, fabrikalarda, tersanelerde, inşaatlarda hiç polise denk geleni görmedim. Bahsedilen fiziksel mesafenin korunamayacağı tek yer orası değil midir? Aynı bantta mesafe koyup, ürünü kaçırmanın mesafesi yok. Denetimin orada yer bulmaması hiç şaşırtmıyor ne yazık ki…

TEK MAAŞ, SIRTIMIZDAKİ YÜKLER...
Bu süreçte eşimi daha fazla evde ve güvende göreceğimi beklerken, daha çok yorgun ve tedirgin görmeye başladım. Bağışıklığın ve dinlenmenin en önemli olduğu bu süreçte hem de! 150 kişilik fabrikada yalnızca kronik hastalar izne ayrılınca haliyle çalışanların iş yükü de artmış oldu. Salgın kaygısıyla işe gitmeme, senelik izni olmadığı halde senelik izinden eksiye düşmesi ayrı bir tartışma konusuydu aramızda. Elbette ki biliyoruz bu kaygıyı ama bunun sonuçlarını düşünmek bizim sorunumuz olmamalı. Daha en başta işçileri ücretli izine gönderip, daha sağlıklı bir süreç yürütülebilirdi. Ama iş yerlerindeki pozitif vakaların gizlenip, sessizce evlerine gönderildiğini, buna karşı hiçbir tedbir almayan sermaye ve devlet politikalarını çok iyi biliyoruz. Az çok ortada her şey, iş cinayetlerinin yanında şimdi de 'işçi virüsü'ne dönüşen bu süreci en çok işçiler emekçiler yaşadı, yaşıyor. Bunların yanı sıra bir işçinin bu virüse yakalanmasını ve kendi aile fertlerinden birine taşımasındaki iç muhasebeyi de görmezden gelemeyiz. Evdeki çalışan işçinin virüse yakalanıp, ailedeki yaşlı ve hastalara bunu taşıdığındaki vicdan azabıyla yaşamanın mümkün olmadığını, bununla baş edilmeyeceği konusunda eşime baskı dahi uyguladım. Ancak bunun da söylemek kadar kolay olmadığını öğrendim. Çünkü bunları söylerken bile aklımın bir tarafından hesap kitap yaptırılmaya zorlandım bu düzen tarafından. Evet eşim işe gitmemeli ama gitmezse 'Şu borç, şu taksit' diye aynı anda bir sürü düşünce akıyordu zihnimden. Kısa çalışma ödeneği, ücretsiz izne teşvik edilip açlık sınırında yaşamak zorunda bırakılma... Bu durumun içerisine bocalayıp durdum. Bir de evde kalan kişi olduğum için her gün vicdanımla baş başa kaldım. Sonuçta ben evdeyim, eşim işte.. Onu tehlikeye atıp kendimi koruyormuşum gibi hissettiğim zamanlar oldu. Çaresizlik, kaygı, buhran, hepsi üst üste geliyor. Bu duygudan kurtulabilmek için kendi kendime bunu bilerek yapmadığımı, her şeyin en baştan yanlış olduğunu söyledim gün geçtikçe.

Virüs korkusu bir şekilde geçmeye yüz tuttu (aslında alışmaya başladım diyebilirim), ama hesap kitap işleri hiç geçmek bilmedi. Harcamalar zaruri ihtiyaçtan ibaret oldu elbet, beslenme konusunda da çareyi hamur işinde buldum. Bir kez yapıp, 3 gün idare etmeye çalıştık. Kaldı ki eşimin 12 saat çalışıyor oluşu iş yerinde ek bir besine ihtiyacını doğurdu. Aslında bir yerde yaptığım poğaçaları eşimin iş yerinde de yiyebilmesinin imkanını yaratmış oldum. Çünkü iş yerinde sadece öğle yemeği ve verilen bir kek ile 3 öğünün geçirilmesi akıl alır gibi değil . Buralardan toparlamaya çalışırken faturalarla gaflet uykusundan uyandırıldık. İstisnasız tüm faturaların 2 katı gelmesi şok etkisinin yanı sıra hesaplarımızı ters yüz etti. Sonuçta belli bir oranlaması vardır her evin ve ona göre ayarlar herkes kendini. Biz koşulların iyileşmesini bekledikçe daha çıkmaza sokulmamız için birilerinin uğraş verdiği gün gibi ortada. Çünkü her gün 'Şöyle yardım, böyle destek'... Belki faydalı olur diye de düşünmüyor değil insan, ama bu durumun da yine sermayenin çarkları dönsün diye yapıldığını görmüş olduk. Yardım demişken; yardım parası hak getire! İlk açıklanan gün maske başvurusu yapmamıza rağmen maske bile alamadık, yardım fikrini de üfledik haliyle zihnimizden. Bu sürecin bizleri daha fazla zora sokacağını biliyorum. Bu süreçte iş aramayı da sürdürdüm. Tabii ki olumsuz sonuçlandı. Bu ne kadar doğru-yanlış tartışılır ancak tek bir maaş ile sırtımızdaki yüklerle çok fazla yol alma şansımız yok. Bir yandan bakıyorum fazla mesaili bir çalıştırma düzeni, öte yandan işsizliğin çığ gibi büyümesi... Her olumsuzluk biz emekçilerin üzerinden şekil alıyor. Evde kalma süreci bu kadar uzun olmayabilirdi. Tam anlamıyla alınan tedbirlerle vaka artışının önüne geçilebilirdi. Hem maddi hem manevi anlamda düştüğümüz çukur her gün içine çekiyor bizleri. Kişisel gelişim ve ev işleriyle ilgili yaptığımız şeyler de bir yere kadar. Evde kalan insanlar da fabrikada kapalı kalan işçiler de gün ışığı göremez oldu. Sokağa çıkma yasaklarıyla birlikte salgın dışındaki sağlık sıkıntıları da baş gösterecek. Ben dahil çevremde başka rahatsızlığı olan insanların tedavi görememeleri de cabası.. Psikolojik olarak ciddi anlamda düşmüş durumdayız. Mutsuz, huzursuz ve sağlıksız insanlar olarak bu süreçten çıkacağız. Tam anlamıyla elde ki bulgurdan da olacağız. Şimdi AVM'lerin açılması gündemde. Açıkçası hepimiz ihtiyaçlarımızı karşılamak isteriz, ancak bence en acil ihtiyaç şu an için, güvenilir hastane ortamı ve psikolojik destek. Kaldı ki tam anlamıyla bir kısıtlama yapmayıp, bu yersiz esnemenin doğuracağı sonuçları yine biz emekçiler yükleneceğiz. Halk olarak toplu bir ruh ve beden sağlığına ihtiyacımız var AVM'ye değil.

İlgili haberler
Salgında 'Kırmızı altın' işçisi Faslı kadınlar işs...

İspanya’daki çilek tarlalarında sömürüye ve istismara rağmen hayatta kalmak için çalışmak zorunda ka...

Diyanet, eşcinsellik, darbe, aile vd...

Yükselen kadın düşmanı, homofobik, ırkçı ve sermaye dostu hareket, ‘aileyi ve çocukları dinsizliğe,...

‘Pandemi sürecinde 381 kadın, 2 çocuk şiddet başvu...

Mor Salkım Kadın Dayanışma Derneği, 11 Mart-30 Nisan tarihleri arasında danışma hattı üzerinden 381...