Kadınlığın “annelik ve eşlik” ile eşlendiği bu düzende, salgın döneminde yerle bir olan “düzeni” toparlama görevi de yine kadınlara bırakılmış durumda. Tülin Tankut ise “bırakalım dağınık kalsın, biz başka düzen isteriz” diyor… Evlere kapanma çağrılarının devam ettiği bu korona günlerinde çizilen sıcak yuva hayalinin kadınlar ve çocuklar için hiç geçerli olmadığını biliyoruz. Bu evde kalma haline, zorunluluğuna dair güzel de bir benzetmesi var Tülin Tankut’un: “Kaplumbağa başını kabuğundan çıkarmazsa başına bir şey gelmez. Ama adım da atamaz.” Defteriniz elinizden, yazdıklarınızı Ekmek ve Gül’le paylaşma isteğiniz zihninizden, başımızı kabuğumuzdan çıkarıp yürüme hevesimiz içimizden eksik olmasın…
• Kadınlar küresel kapitalizmden çok çektiler. Canları pahasına, sağlıklarını riske atarak çalıştırıldılar; evde şiddet tehdidi altında yaşamaya dayandılar. Hele “Serbest Bölge” denilen cehennemde, gebe kadınlara bile çile çektirdiler. Koronavirüs günlerinde kadınların yükü iki katına çıktı. Eşler, yaşlılar, çocuklar, engelliler hep onların eline bakıyor. Çocukları içeride zapt etmek başlı başına bir dert. Bu süreçte tüm devletler krizi aşmanın yollarını arıyorlar. Öncelik sıralamasında ekonominin kurtarılması en başta. Mağduriyet yaşayan kadın kitleleri unutulacakmış gibi görünüyor.
• Küreselleşme gerçekten yığınlara büyük zarar verdi. Ataerkilliğin yerlisi, emperyalisti el ele verip kadınların yazgısını çizmeye soyundular. Sonuç? “Evkadınlaştırma” projesi çıktı ortaya. Evde çalışma, mikro kredi, güvencesiz işler, bilinen şeyler… Kapitalizmin cinsiyetçiliği üretmesi beka sorunudur. Ekonominin düzelmesi için çare aranırken her kriz ve savaş döneminde olduğu gibi, sermaye cephesi yine kadının “eviçi emeği”ne, “bakım hizmeti”ne gözünü dikecektir. Koronavirüs olmasaydı durum değişecek miydi? Kapitalist sisteminin kadın ezilmişliğinden ekonomik çıkarı var.
• Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı’nın, iki yıl önce CNN’deki bir konuşmasında, “Güçlü toplum, güçlü aile, güçlü Türkiye” dediğini hatırlıyorum. Aileye çok ihtiyaç var! Ama kadının aile içindeki ikincil konumundan bahis yok; bunun yol açtığı mağduriyetlerden?
• Bu “ikincil konum”, kadının ve erkeğin ayrı fiziksel ve zihinsel dünyalarda yaşamalarına yol açıyor. Kadın “içeride”, erkek “dışarıda”. Böyle olunca kadınların bilgileri ev içiyle sınırlı kalıyor. Dünyaya müdahale etmek için gereken donanımdan yoksun kaldıkları için. Eğitim sistemiyse cinsiyetçilikle malûl. Ancak kadınlar tüm engellemelere karşı bilim ve teknolojinin de katkılarıyla cinsiyetçi yönetimlere karşı mücadeleyi tarih boyunca sürdürdüler. Kadın mücadeleleri de nesnelliğe cinsiyet boyutunu getirmek, kadınlarla ilgili gerçekleri gün ışığına çıkararak (kadın bakış açısıyla) ‘bir yeniden değerlendirme’ yapmak yönünde ilerlemiştir, diye düşünüyorum.
• Kadınların kendilerini gerçekleştirmelerinin önünde başka engeller de var. Küreselleşmeyle birlikte toplumsal ve siyasal yaşamda dinin ağırlığı arttı. Farklı kültürleri – İslam’dan, Çin’den , Hindu’ya kadar - buluşturmayı kapitalizm başardı! Özellikle çoğunluğu oluşturan ev kadınları üzerinde dinin cinsiyetçi yorumlarının açık ya da gizli etkileri, kadınların geleneksel rollere itilmesinde önemli bir etken. Dini emirleri kullanarak eleştirelliğin önü kesilmeye çalışıldı. “Evkadınlaştırma” kavramı boşuna çıkmadı.
• Görücü usulü evlilikler, sürekli emir kipi kullanan yaşlıların baskısı, çok çocuk doğurmaya zorlananlar, kısır damgası yiyenler, oğlan doğuramadığı için baskıdan öte zulüm görenler (oğlanı yakalayana kadar üst üste doğurtulanlar) ve daha nicelerinin mağduriyetini bir düşünelim. Her anne, evliliğe adım attığı andan itibaren kendi annelik deneyimlerini bir sorgulasa kim bilir ortaya neler çıkardı?
• Kadına hâlâ biyolojik bir varlık gözüyle bakılıyor. Dolayısıyla kadınların görece özgürlüklerini elde etmeleri bakımından laik toplum, dolayısıyla hukuk sistemi ileri bir adım olarak önemli. Demokrasi, insan hakları; din, dil, ırk, etnik köken vb ayrımı gözetmez. Bunları din kitaplarında bulamayız. Ancak uygulamalardaki aksaklıklar bir yana, hukuksal kazanımların da garantisi yok. Yasalar her an değişebiliyor.
• Yığınları bekleyen yoksulluk, ekonomik kriz, adaletsizliğin artması… Korku ticareti yapılıyor bir yandan: İşsizlik, borçlanma… Tüketim toplumu kişiyi kredi kartlarıyla teslim alıyor, kurtulmak kolay değil. Bu koşullarda var olan görece demokrasi bile ayakta duramaz. Aç insan, karnını doyurmaktan başka bir şey düşünemez; örgütlü mücadeleyle özgürlüğe giden yolu değil, “yardım”ları tercih edecektir. Sürekliliği olan yardımlarsa, toplumdaki eşitsizliği örtüyor. Bu yüzden sistemle uyum sağlamaya yönelme tehlikesi bekliyor kitleleri, özellikle kadınları. Hiçbir güvencesi olmayan kadından, hiçbir güvencesi olmayan çocuklar yetiştirmesini isteyeceksin!
• Öte yandan evrensel kabul görmüş insani değerler, yaşam koşulları değiştikçe değişime uğruyor. “Yaşlı cenneti” olmakla övünen Batının salgında, yaşlıları bir çırpıda nasıl gözden çıkardığını gördük. Salgın sırasında bizde işçi ve emekçi kadınların çocuklarına bakmak büyükannelere düştü. Zaten alışıktılar. Ama görünen o ki artık isyan ediyorlar. Öte yandan bağımsız hukukçuların dikkat çektiği gibi, adaletsizliklere karşı siyasi bilinçle değil, suç işleyerek karşılık verme adet oldu. Herkes kendi kafasına göre, çıkarlarını önceleyerek hareket etmeye çalışıyor. Bundan en çok etkilenen kesim kadınlar. Gerçek ya da hayali tehdit algısı içinde yaşıyorlar. Gündelik yaşama yoğunlaşmalarıysa gelecek üzerine düşünme kapasitelerini azaltıyor.
• Kadınlar arasında bir “biz” duygusu yaratılabilir mi üzerine kafa yoruyorum uzun zamandır… Bizi bir arada tutacak olan ortak noktamız, erken çocukluktan itibaren aynı cinsiyet ayrımcı eğitimden geçmiş olmamızdır. Kendi geleceğine sahip çıkmak için, yaşamda farklı deneyimleri olan kadınlar neden bir araya gelemesinler? Kaldı ki biz, kadına özgü deneyimlerimizi erkek egemen sınıflı toplumun baskısı altında ediniyoruz. Oysa daha farklı deneyimler edinebiliriz. Erkeklerce oluşturulan toplumsal örgütlenmelerde yer alıyoruz. Her yerde baskı. Üzerimizdeki bu baskıdan kurtulmanın yollarını hepimizin araması gerekmez mi? Önyargı gerçeğin üstünü örter. Önyargıya karşı durmanın yolu bilgilenmekten geçer. Birbirimizi önyargısız tanımalıyız.
• Eşitliğin olmadığı yerde ilişkiler nasıl sürdürülebilir? Baskıyla. Aile içi ilişkilerde de bu böyle. Kadından, gençten itaat beklenir. İtaatsizlik şiddete yol açacağı için çoğu kadın hak arayışı yerine suskun kalmayı yeğliyor.
• Dünyanın her yerinde kadınların beklentisi şiddetin sona erdirilmesi. Ama bu konuda bir politika oluşturulmuyor. Oysa örneğin bizde, feodal kültürün sönümlenmediği kesimlerde şiddeti öven, hatta yücelten köy meclislerinden, kahvehanelere, şiddet konusunda farkındalık yaratacak girişimlerde bulunulsa. Din görevlilerinin bu seferberliğe katılımı sağlansa. Salgında bile erkek şiddeti durmuyor. Her zaman aynı şeyleri yineleyip duruyoruz ama sorunların çözümünde bir gıdım ilerleme yok, tersine giderek artan sorunlar, kadınlar için angarya haline gelmeye başladı.
• Eş ve annelik gibi tek bir hedefe yönlendirmek, kadına çok şeyler kaybettiriyor. Oysa bilimden sanata deneyimleyeceği öyle çok alan var ki… Teknoloji hızlı bir değişim içinde. Beyaz yakalı çalışanları işinden edebilecek yeni “siber çağ” çalışanlarının yolda olduğu söyleniyor. Kız ve erkek çocukların çocukluktan itibaren geleceğe hazırlanması gerekiyor.
• “Evde çalışma”, “online toplantı” , “uzaktan öğrenme”… Yeni diye konuşulan şeyler kadınlardan “eş ve anne olma” beklentisini değiştirmiyor. Ebeveynler, yönetimlerden sosyal haklar talep etmeliler. Geniş bir katılım olacağı kesin. Tabii, güçlerinin bilincinde olduklarında gerçekleşebilecek bir şey bu. Nihai çözüme ulaşmanın yoluysa kapitalizmin politik olarak kavranmasından geçiyor. “Kaplumbağa başını kabuğundan çıkarmazsa başına bir şey gelmez. Ama adım da atamaz.” Karar anlarımda hep bu gelir aklıma.
İlgili haberler
Ağlama Reyhan
Yıllar sonra duydum: Reyhan aşık olduğu Hüseyin ile evlenmiş ve mutlu bir aile hayatı yaşıyordu. Doğ...
‘Aynı bantta çalışıp, ürünü kaçırmanın sosyal mesa...
‘Koronavirüs sürecinde bence en acil ihtiyaç şu an için, güvenilir hastane ortamı ve psikolojik dest...
GÜNÜN KADINI: Inessa Armand
Inessa Armand, Lenin ve Bolşeviklerle Paris’te tanıştıktan sonra, Bolşeviklerin Duma’ya girebilmesi...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.