Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın eşcinselleri hedef alan açıklamasının ardından iktidar sözcüleri Erbaş’a birbiri ardına destek verirken, Erbaş’ın açıklamalarının hukuka ve insan haklarına aykırı olduğunu belirtenler “İslam düşmanı” olarak yaftalandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Erbaş’ın sözlerine dönük eleştirilerin “İslam’a yönelik fütursuz saldırılar” olduğunu söyleyerek baroları ve meslek odalarını ‘özel hedef’ olarak seçti.
Uzun zamandır AKP’nin yapmayı planladığı düzenlemeyi bu vesileyle yeniden gündeme getirdi; baro ve meslek odalarının yapılarını değiştireceklerini duyurdu. Aynı anlarda bir de, hiç kimse ağzına ‘darbe’ kelimesini almadığı halde, iktidar cephesi tarafından, muhalefetin ‘rutin’ eleştirileri üzerinden darbe tartışması açıldı. “Din, devlet, bayrak, aile, kutsal değerler” ekseninde yükseltilen “Ülkeyi bölemeyeceksiniz, ezanı susturamayacaksınız, bayrağı indiremeyeceksiniz” hamasetiyle dolu retorik, Diyanet İşleri Başkanı’nı kılıç ve kalkanlarla korunacak uhrevi bir sembol haline getirerek sürdürülüyor.
Tam da iktidarın salgın dönemindeki “sınıf seçiciliğinin” daha çok tartışma konusu olduğu, sıkışmış bir ekonomi, becerilemeyen bir kriz yönetimi, “başarı” söylemlerinin toplumsala nüfus etmesini mümkün kılmayacak geniş bir endişe, yoksulluk ve geleceksizlik duygusunun politikleşme emareleri taşıdığı bir süreçte, Diyanet’in kullanışlı bir savaş silahı olarak devreye sokulması şaşırtıcı değil.
Dünya konjonktüründe; artan muhafazakarlığın ve gerici kitlesel hareketlerin örgütlenmesinde ve siyasallaştırılıp kimi ülkelerde iktidar olma potansiyeli yakalamasında birbirine çok benzeyen yöntemler ve retorikler kullanılıyor. Aynı Türkiye’deki gibi pek çok ülkede “Aile değerleri yıkılıyor, homoseksüelliğin teşviki yapılıyor, gayriahlaki durumlar meşrulaştırılıyor” denilerek yürütülen kampanya, eşitlik konusunda kimi güvenceler yaratan yasalar ve uluslararası sözleşmeleri hedefe koyuyor. “İtaat, sebat, fıtrat” üçgenine sıkıştırılmış aile ve bu modele uygun rolleri itirazsız üstlenecek olan “aile üyeleri” hülyası dirilterek, kadın-erkek-çocuklar arasındaki ilişkiyi gerici ataerkil değerlerin kıskacına almaya niyetleniliyor.
Tüm bu retorikte önceki dönemlerde sıkça söylenen “aşırı haklar verildiği için kadınların çok şımarmış olması” iddiasının şimdilerde daha az, “ailenin, çocukların ve dinin, örfün, geleneğin, kutsalların korunması gereğinin” daha çok vurgulanması da öğrenilmiş bir taktik aynı zamanda. Hatta bunun salgınla mücadelenin ve salgın sonrası ortaya çıkacak olan toplumsal, ekonomik krizin en önemli sac ayaklarından biri olduğu da açıkça ifade ediliyor.
Son günlerde Hilal Kaplan’dan Yasin Aktay’a, Doğu Perinçek’ten Akit manşetlerine uzanan hatta bir araya gelenlerin “aile hayatının önemi, aileye yönelik saldırılar, dini/milli değerlerin zayıflamasıyla ortaya çıkan tehlikeler” konu başlıklarını içeren yazı dizileriyle karşımıza çıkması da bu bakımdan tesadüf değil.
Kadınların kürtaj hakkının, çalışma hakkının, kendi hayatları ve bedenleri üzerinde karar verme hakkının giderek daha geriye götürüldüğü; LGBTİ haklarının “aile ve toplumu yıkan unsurlar” olarak lanse edildiği ve adeta bir cadı avının başlatıldığı bu dönemde bu “aile, din, gelenek, millilik, bayrak, ezan” söylemleri bir “ihtiyacın” ürünü. Milli falan da değil! Aynı şeyi batıda Hıristiyan muhafazakârlar da, aynı biçimde yürütüyor. Diyanet İşleri ne iş görüyorsa kilise de benzer bir role soyunuyor. Güncel de değil; Ortaçağ’da da veba salgını döneminde cennetten tapu satan, cadı avlarıyla kadınları yok eden zihniyet, şimdi IBAN numaraları dağıtıp tüm muhalefeti “İslam ve devlet düşmanı” olarak lanse ederek devletin zor aygıtlarıyla bastırma yoluyla işini yapıyor.
Dünyada ve Türkiye’de yükselen kadın düşmanı, homofobik, ırkçı ve sermaye dostu hareket, “aileyi ve çocukları dinsizliğe, aile değerlerinin yok edilmesine, homoseksüelliğe karşı savunmak” iddiasıyla ortaya çıktığında bir “korkuya” oynuyor. Kapitalizmin geldiği aşamada ekonomik, siyasal, toplumsal krizlerin ağırlaşan etkisi altında giderek daha kaygılı hale gelen halk kesimlerini gerici güçlere ve iktidarlara yedeklemeye çalışıyor. Yıkım politikalarına, yükselen diktatörce uygulamalara zemin sağlamanın, rıza üretmenin bir yolu olarak en gerici değerler imdada çağrılıyor.
Toplumsalın “zayıf karnı” olarak görülen LGBTİ’lerin tam da bu süreçte daha fazla hedef tahtasına oturtulması, toplumsal muhalefetin de haklarına ve var oluşlarına ilişkin savunudaki zayıflığı, bu topyekûn saldırıda cadı avına ilk kurban edileceklerin LGBTİ’ler olmasını da beraberinde getiriyor. Diyanet İşleri Başkanının LGBTİ’leri hedef alan açıklamasından odalar ve baroların bu zamana kadar değiştirilemeyen yapılarını değiştirme hamlesine sıçranması, darbe tartışmalarıyla CHP’nin gündeme getirilmesi, aynı anda AKP Van Milletvekili ve MKYK Üyesi Osman Nuri Gülaçar’ın tweetleriyle çocuk istismarına evlilikle affın yeniden gündem edileceğini ve “bu sünmüş işin artık bitirileceği” müjdesi, muhalefet partilerinin belediyelerinin hedefe konulması gibi bir dizi mesele yan yana konuşuluyor. Tümüyle muhalefetin sindirilmesinin ve giderek yok edilmesinin bir unsuru olarak işlev gören bu hamle bir gündem değiştirme filan değil. Mücadele gündemimizin bir parçası.
İlgili haberler
Kapitalizmin takkesi, kadınların mücadelesi
Kendiliğinden patlak veren eylemler salgın sonrası güçlenecek bir mücadele eğiliminin göstergesi. Dü...
Salgını fırsata çevirip, hayatımıza kast edemezsin...
Kadınların ve çocukların ‘bir’ canı, ‘bir’ hayatı var. Bu hayatlar üzerinde at koşturmayı aklınızdan...
Korona günlerinde kadın emeği
Bugün canımızı kurtarmaya çalışırken bize yaşatılan bu ağır sömürü, korona günlerinin ardından neyle...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.