Adı sessizlik örtüsüyüyle örtülen kadın devrimci: GÜLAY ÜNÜVAR
Gülay Ünüvar’ın anıları bu geçmiş içinde, bu yakın tarih tablosu içinde adeta kayıp bir parçanın ortaya çıkması gibi olması gereken yeri alan bir bilgi kaynağı.

Gülay Ünüvar, 68 Hareketinin içinde yer almış, THKO’nun kurucularından, 20 Ekim 2015’te kaybettiğimiz bir devrimci.

Onun geride bıraktığı çok az ama çok değerli, çok anlamlı anılarının da içinde yer aldığı bir kitap Kasım 2018’de yayınlandı: ‘Adsız Kahramanlar-Gülay Ünüvar (Özdeş) Kitabı.’ Ahmet Tuncer Sümer’in yazdığı kitap Ayrıntı Yayınları’nın Yakın Tarih dizisinden çıktı.

Onun hakkında ölümünden sonra yazılanlar da çok önemli olmakla birlikte ondan kalan bu bir tutam söz, hem kendisi hakkında kamuoyuna yansımış bilgilere hem de içinde yer aldığı hareketin tarihine önemli bir zenginlik ekledi.

Şöyle ki, 68 hareketine katılan kadınlarla ile ilgili fazla değilse de yazanlar oldu. Köşe yazıları, söyleşiler yanında ilk akla gelenlerden Ayşe Yazıcıoğlu 2010’da “68’in Kadınları” adlı kitabı; 2015’te Aysel Sağır “Bizi Güneşe Çıkardılar” ı yayınladı.*

Ama ilk kez THKO’nun içinden, kurucularından bir kadının ağzından tam elli yıl sonra bu kadar içerden öğrendik, o hareketi. THKO’nun kuruluşunda yer alan dört kadından biri idi Gülay. THKO içindeki kadınların, mücadelenin içindeki tutumlarını, duruşlarını, neler yaptıklarını, nasıl eylediklerini doğrudan ilk kez duyabildik. Bizim kuşak açısından çocukluğumuza ait bir dünyanın bir bölümünde karanlıkta kalmış olan kadın devrimci yanını, on yıl sonra dahil olduğumuz bir kulvarın başlangıcındaki kadın devrimci prototipini aydınlatıyor, Gülay’ın bizzat anlattıkları. Kendi devrimci oluşumumuzun köklerini, döneminin özgün kadın devrimci karakterinin temel özelliklerini buluyoruz, onda.

DENİZ’LERE VE GÜLAY’LARA YENİDEN BAKMAK
Türkiye’de devrimci mücadele, sınıf mücadelesi, emperyalizme karşı mücadele kuşkusuz 68 ile başlamadı. 68’in ayırt edici yanı, bir gençlik hareketi olarak fikren karşı çıktıkları her şeye eylemli olarak da karşı koymaları, hareketlerine bu bilinç ve iradenin damgasını vurmasıydı. Emperyalizme ve onun yerli işbirlikçilerine cepheden ve eylemli olarak karşı koymak, bunu her türlü kişisel kaygı ve hesaptan arınmış bir adanmışlıkla yapmak, özgün tavrını halka ve onun çıkarlarına samimi bir bağlılıktan alan kendine özgü “temiz yüreklilik”, o hareketi karakterize eden ve bundan sonra da bizi Deniz’lere, Gülay’lara yeniden, daha çok bağlayacak olan niteliğidir.

Gülay’ın dediği gibi, “Evet, silahlı mücadeleye erken girilmişti, yeterince hazırlanılmamıştı, silahlı mücadeleyi destekleyecek bir şehir ayaklanmaları geleneği yoktu, o dönemdeki devrimci dalga silahlı mücadeleyi taşıyacak güçte değildi.” Bugünden baktığımızda bunları görebiliyoruz. O devrimci gençlik ateşi, geleceği fethedeceğine dair sarsılmaz inanç yanında, onları Türkiye devrimci hareketinin halkçı, devrimci, Marksizme yönelmiş tarihinin en özel yerine yerleştiren özellik ise sadece inanmakla yetinmemeleri, fethetmeye kalkışmalarıydı!

Bir bütün olarak 68 hareketi, tükenmez bir esin kaynağıdır; bu temel karakteristikleri nedeniyle.

Onların şahsında bu kadar açık bir meydan okumayla iki sınıfın en öndeki savaşçılarını Türkiye’de ilk kez karşı karşıya getirdi, tarih. Olağanüstü orantısız bir güç farkıyla. Gülay’ın “Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu üyelerinin sayısı 100’ü geçmez, 100’den fazla değildi sayımız” dediği bir güce karşılık... Yine Gülay’ın anlatımıyla “Büyüklü küçüklü yüze yakın üs, izleme ve dinleme tesisinin bulunduğu bir ülkede, yönetenlerin Amerika’dan izin almadan adım atamadıkları koşullarda, neredeyse her bakanlıkta Amerikalı bir danışmanın öğüt verdiği bir ortamda, 150’nin üzerinde ikili anlaşmalarla ülkenin elinin kolunun bağlandığı bir durumda...” olan ülkenin yöneticileri... Büyük bir şiddet dalgası eşliğinde ideolojik, politik, psikolojik harp yöntemleriyle, yaslandıkları emperyalist güç odaklarından aldıkları danışmanlık ve destekle devasa bir karşı devrim gücünü harekete geçirdiler.

TARİH ONLARIN HİÇ YENİLMEYECEĞİNİ SÖYLER
Olayın bu yanı beklenmeyen bir durum değildi. Elbet o kadar kolay değildi bu iş; hiçbir zaman da kolay olmayacaktı. Ama onlar; o gözü kara atılganlıklarıyla, bugün daha da çıplak gözle görülebilen, özel çıkarlar uğruna iyice pisliğe batmış, kendisiyle birlikte insanlığı da yıkıma sürükleyen kapitalist sistemin ölümcül zafiyetinin üzerine öylesine kuvvetli bir ışık tuttular ki, sistemin bekçilerini korkuya saldılar. Bu korku bugün emperyalist güç odaklarında da artarak devam ediyor.**

Bununla birlikte bir şey daha görünür oldu. Deniz’lerin ve Gülay’ların şahsında cisimleşmiş nüve halindeki temel özelliklerdi, toplumu dönüştürecek, tarihi ilerletecek olan... 68 Hareketinin ne kadar trajik sonuçları olsa da bu önemli yönü de bariz bir şekilde görüldü. O yüzden tarih onların hiç yenilmeyeceğini söyler.

Emperyalizme karşı mücadelede büyük bir gençlik kitlesini harekete geçiren o devrimci kuşağın karşısında; emperyalizmin ve onun yerli destekçilerinin çıkarlarının yanında yer alarak ‘Kanlı Pazar’lardan beslenen öteki ‘gençlik’ kuşağı ise aradan geçen yarım yüzyıl içinde yine emperyalizme daha çok bağımlılığın (ve hizmetin) bir sonucu olarak tarihin en gerici siyasal uygulamalarının baş aktörleri oldular. 68 gençliğinin haklılığını her geçen gün daha fazla olgu ve gelişmeyle kanıtlarcasına...

Bugün elli yıl öncesinden çok daha kök salmış, çok daha ağır bir emperyalist bağımlılık içinde yaşıyoruz. Sadece işçi ve emekçinin emek gücünün değil, tarihi ve kültürel bütün mirasın, doğanın, toprağın ve suyun, dağın ve ormanın, ırmağın ve gölün, madenin ve ağacın, tohumun ve gıdanın, aklımıza gelebilecek doğanın bütün varlıklarının emperyalist bağımlılık zincirleriyle tamamen bu sistemin hizmetine bağlandığı bir noktaya ulaştı, emperyalist sömürü ve talan süreci. Piyasanın metası haline gelmemiş bir maddi-manevi değer kalmadı.

Deniz’lerin ve Gülay’ların ortaya koyduğu ve bugüne kalan ne varsa, içinden geldikleri halkların olumlu evrensel niteliklerinin en gelişkin düzeyiydi. Emperyalizme karşı tepki ve öfke, sınıf bilinci, mücadele kararlılığı, paylaşma, dayanışma, halka ve yoldaşlara bağlılık ve güven gibi özellikler ve sağlıklı refleksler bir yandan şiddet ile öte yandan emperyalist ideolojik saldırganlığın çeşitli yerli aygıtları eliyle törpülendi. Bilinçler sakatlandı, görüş alanları bulanıklaştırıldı.

Evet, tarih tekerrür etmeyecek; ama hiçbir mücadelenin deneyimi de halkların hafızasından silinemiyor. Nitekim aradaki büyük işçi eylemleri, Kürt Halkının mücadele deneyimi, Gezi Direnişi, Bergama’dan Karadeniz’e, doğaya, toprağa, suya, çevreye sahip çıkan eylemler, gençlerin ve kadınların sayısız mücadele deneyimi ve dersleri de bunun göstergesi.

Bu bakımdan, 68 devrimci hareketinin romantizminin, efsaneleşmesinin, halkın ve gençliğin gönlünde taht kurmasının, her türlü devrimci uyanışın büyük bir şiddetle bastırıldığı bir tarihin içinde haklı temelleri var.

Deniz’lere ve Gülay’lara yeniden daha dikkat ve ilgiyle bakmak sadece tarihimizi bilmek açısından değil, bugün ülkenin içinde bulunduğu koşullar açısından da bir ihtiyaç. Onların yüksek kavrayış ve net görüş açıları, kararlı eylem iradesine sahip atılganlıkları, ezilen bütün halklara duyarlı, enternasyonalist dayanışmayı bizzat hayata geçiren, halkına yabancılaşmamış, tam aksine, köylülerin eyleminden Filistin ve Vietnam Halkının mücadelesine kadar, üniversite gençliğini anti emperyalist saflara kazanmaktan ODTÜ’de köfte satarak hareketin ihtiyacı olan parayı temin etmeye kadar bilfiil hemen her eylemin içinde yer almayı başarabilen çok yönlü, emperyalist kültürden uzak ve bağımsız, inisiyatifli kişilikleri öğretici. Bunları yaratan mücadele koşulları ve örgütlü çalışmaya olan bağlılıkları da...

ŞAŞIRTICI DEĞİL AMA...
Adsız Kahraman Gülay Ünüvar’ın anıları bu geçmiş içinde, bu yakın tarih tablosu içinde adeta kayıp bir parçanın ortaya çıkması gibi olması gereken yeri alan bir bilgi kaynağı. Zira, THKO örgütlenmesi içinde bir kadın devrimciyi somut olarak canlandırabilmemize, sayıları çok az olan bu kadınların mücadele içinde aldıkları yeri görebilmemize olanak sağlayan verileri sunuyor.

Ne yazık ki Gülay Ünüvar, aradan geçen süreçte pek tanınmıyor, kendisinden pek fazla söz edilmiyor. Kitabı hazırlayan A.Tuncer Sümer bu durumu “... bu kadar tanınmamasının altında yatan esas neden Gülay’ın ketum olmasından dolayıdır. Asla kendinden söz etmez, kendisini öne çıkarmaz...” diye açıklıyor.***

Sümer’in Gülay Ünüvar’ın anılarını gün yüzüne çıkarması yakın tarihe çok değerli bir katkı. Ünüvar’ın kendini öne çıkarmak istememesi bugünün dünyasında pek anlaşılmaz bulunabilecek olsa da bağlı olduğu değerleri bütünleyen, örnek bir tutum. Bu nedenle “ketumluğu” da anlaşılabilir bir durum. Ancak, kendi kişisel tercihinden ya da onu tanıyanların yargısından bağımsız, tarihsel bir kişilik olarak onun hakkındaki uzun süren sessizlik, şaşırtıcı değil ama acıtıcı.

Buna karşın, Gülay Ünüvar’ı geç de olsa özellikle kendi anlatılarından tanımak hem sevindirici hem öğretici.

* Ayşe Yazıcıoğlu, 68’in Kadınları, Doğan Kitap, 2010, Araştırma-İnceleme; Aysel Sağır, Bizi Güneşe Çıkardılar, Ayrıntı Yyn.2015, Yakın Tarih dizisi

** “Yeni yapılan bir araştırmaya göre ABD'de Y kuşağının (1980-2000 arası doğanlar) yarısından çoğu sosyalist bir rejimde yaşamanın daha güvenli olacağına inanıyor…” http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/dunya/859518/ABD_li_genclerin_yarisindan_cogu_sosyalizm_istiyor.html
“İngiltere Merkez Bankası Başkanı Mark Carney, teknolojik gelişmenin yol açacağı işsizlik ve ücret sorunlarının Marksizm'in yükselişine yol açabileceği konusunda "uyardı…."
https://gazetemanifesto.com/2018/somurenler-uyariyor-marksizm-yeniden-yukselebilir-170581/

*** Serkan Alan, “Gülay Ünüvar’ın Hayatından Notlarla 68’liler”, Gazeteduvar, 31 Aralık 2018’de Ahmet Tuncer Sümer’le yaptığı röportaj


İlgili haberler
Kurtlarla koşan kadınlar: Masallarda kadınların or...

Asıl hayatınız için en önemli şey devam etmek, direnmektir; devam etmek, çünkü vahşi doğanın vaadi ş...

Zehra Kosova: Sıradan işçi kadına övgü!

Tarihi değiştiren bir mücadelenin öznesidir o, hikayesini anlatarak da o tarihte kadınların da olduğ...

GERİDE KALMANIN KADIN HALİ: Küskün Yüreklerin Türk...

Kimse kaybedilenlerin ardından ne hissettiğini anlatmıyor. Hoş, anlatılabilir mi ki zaten?