
Yaz mevsimiyle birlikte sadece sıcaklık değil, korku da yayılıyor bu coğrafyada. Her sabah uyanır uyanmaz sosyal medyada düşen bir “yangın” haberi, ekranlarımızda yerini alıyor. Yine bir orman. Yine alevler. Yine havadan müdahale yok, yerden çırpınan eller var. “Bu yıl da yandık” dedirtiyor her yeni yangın. Ama bu öyle bir yanış ki sadece doğayı değil; hayvanları, köylülerin yaşamını, kadınların bakım yükünü, işçilerin güvencesizliğini, çocukların oyun alanlarını da yakıp geçiyor.
Yanan orman değil sadece. Yanıyor bir ülkenin geleceği. Yanıyor yaşamakta direnen milyonların öfkesi. Yanıyor göz göre göre yok edilen adalet, liyakat, insanca yaşam umudu.
Ve biz, biliyoruz ki bu yangınlar tesadüf değil.
Bu bir kader değil.
Bu, göz göre göre gelen, siyasi bir suç.
Yangın çıktığında harekete geçen, ne uçaklar ne helikopterler oluyor bu ülkede. İlk koşanlar yine insanlar.
Elinde kazma kürekle yangın hattına ulaşmaya çalışan köylüler… Çocuklarının ciğerine duman sinmesin diye evini terk eden kadınlar… Sırayla su taşıyan gençler…
İtfaiye yok, arazöz yok ama halk var. Her seferinde halk var.
Peki ya devlet?
Her toplumsal eylemde sokakları ablukaya alan TOMA’lar neredeler?
Orman yanarken neden bir karış toprak için bile kıpırdamayan askeri araçlar, halk meydanına gelince zırhlı konvoylara dönüşüyor?
Çünkü bu ülkede kamu kaynakları halka değil, halka karşı konumlanmıştır.
Helikopter, halk için kalkmaz. Su, şirket için akar. Doğa, ancak turizme açılacaksa korunur.
Bu, ormanları yakan değil; yanmasını izleyen bir devlet organizasyonudur. Yangın sonrası ise sessizlikle kaplanır o bölgeler.
Ama kadınlar bilir: Yangın bittikten sonra başlar asıl mücadele.
Su yoktur, temizlik malzemesi yoktur. Evin temizliği, yaşlıların bakımı, çocukların kaygısı—hepsi kadının sırtındadır. Yani bu ülkede ormanlar gibi kadınların da yükü yanarak artar. Kimse bu emekten bahsetmez.
Televizyonlar birkaç gün haber yapar, sonra unutur. Ama o bölgede yaşayan kadın, her gün dumanın kokusunu duyar. Çünkü doğayla iç içe yaşam, sadece huzur değil, bir emek ilişkisi demektir. Ve yangınla birlikte bu emek de gözden çıkarılır. Yetmezmiş gibi, yangının ardından bir de şu haber düşer ekranlara: “Yanan alan orman vasfını yitirmiştir.”
İşte asıl niyet budur. Yangın, bir sonuç değil, bir araçtır. O bölgeler artık yapılaşmaya açılacaktır. “Turizm gelişsin”, “bölge kalkınsın” denilerek o ağaçların köküne otel temeli atılacaktır. Doğa talan edilirken, bunun adı “ilerleme” konulacaktır.
Bu düzende yanan sadece ağaç değildir.
Halkın yaşam alanı, geçim kaynağı, çocukların nefesi, kadınların dayanma gücü kül olur. Ve bu yangının faili açık ve nettir: Devletin doğrudan tercih ettiği sermaye yanlısı politikalar.
Ormanlar yanıyor. Çünkü yaşamı savunmak değil, sermayeyi doyurmak bu düzenin önceliği. Her yıl aynı manzaralarla yüzleşiyoruz çünkü aynı sistemle yönetiliyoruz: Yoksuldan çalan, zengini besleyen; doğayı gözden çıkaran, kârı kutsayan bir sistem.
Ama artık biliyoruz. Bu yangınlar ne “kader” ne “ihmal”. Bu, açık bir siyasi tercihtir. Ve biz bu tercihi kabul etmiyoruz.
Bu ülkede kadınlar;
Her afetin ilk müdahalecisi,
Her yıkımın görünmeyen taşıyıcısı,
Her “sonrası”nın yüklenicisidir.
Ama biz artık yalnızca taşıyan değil, soranız da.
TOMA’lar nerede?
Helikopterler neden havalanmadı?
Yangın söndürülmedi, çünkü yangın sonrası inşa edilecek şeyler çoktan planlandı mı?
Evet, soruyoruz.
Çünkü susmak, bu yangına benzin taşımaktır. Ve biz yanmaya değil, yaşamı savunmaya örgütlüyüz.
Bugün orman yanıyor, Yarın biz yanacağız, çocuklarımız, evimiz, emeğimiz, sesimiz…
Ama belki de artık yangının ortasında tek başımıza olmadığımızı hatırlayarak başlamalıyız. Birlikte konuşarak, yazıp ifşa ederek, mahallede, fabrikada, sendikada, dernekte bir araya gelerek. Çünkü bu yangını biz çıkarmadık. Ama bu düzeni biz değiştirebiliriz.
Susmayacağız. Yazacağız. Örgütleneceğiz. Çünkü bu ülkenin yanmasını izleyenlere karşı, yaşamı savunan kadınlar var.
Fotoğraf: Evrensel
İlgili haberler
Orman yangınları gözyaşıyla sönmez
‘Yanan ormanlar kilometrelerce uzağımızda olsa da aslında tehlike, mutfağımızdaki priz kadar yakın.’
İkizköylüler hem yangına hem santrale karşı direni...
Akbelen Ormanı’nın linyit ocağına dönüşmesini istemeyen İkizköylüler, hem yangına hem de santrale ka...
Bu bir yangın yazısı değil, ‘seçim’ yazısı
Doğayı yağmalayan, emeğimizi sömüren, bedenimizi yok edip varlığımızı hiçe sayan türümüzün sömürgenl...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.