Sırtlanacağımız tek şey özlemini duyduğumuz dünya olacak
Cumhurbaşkanı “2019’u kadınlar sırtlayacak” diyor. Sırtlayacağımız, kurmak için omuz vereceğimiz bir dünya var elbette. Ama“mahdumlar” gemileri daha rahat yüzdürsün diye değil.

Dünya kaynıyor. Bu koca kazanın ateşini harlayansa gündelikleşen, vahşileşen, meşrulaştırılan, devlet desteği kazanarak olağanlaştırılan şiddete “Yeter” diyen kadınlar... Sözünü birleştiren, güç kazanmak için olağanüstü bir gayretle örgütlenmeler kuran kadınlar... Dünyanın dört bir yanından, dilleri farklı, inançları, kimlikleri, renkleri farklı kadınlar...

Yakıcı sorunlar o kadar ortak ki; ortak bir ateşi harlamak için ortak sözler kurmak, bu ortak sözün peşine düşmek artık ayakta kalabilmek için ekmek kadar, su kadar hayati...
Hatırlatalım, bu kaynayan kazanda neler oldu son iki yılda:

- 2016 yılında Polonya’da kadınlar, ülkede kürtajın tamamen yasaklanmasını öngören yasa tasarısını işe ve okula gitmeyi, ev işleriyle ilgilenmeyi reddederek, 60 kentte 6 milyon kişinin katıldığı büyük grevlerle protesto etti.
- Yine İzlanda’da erkek işçilere göre yüzde 14 ila 18 daha düşük ücret alan kadın işçiler “eşit ücret” talebiyle greve çıktı.
- Arjantin’de kadınların “NiUnaMenos” (Bir Kişi Bile Eksilmeyeceğiz) mücadelesi Güney Amerika kıtasındaki birçok ülkede kadınların şiddete karşı kitlesel olarak sokağa çıkışının nişanı oldu.
- Fransa’da kadınlar “eşit işe eşit ücret” talebiyle büyük bir miting gerçekleştirdi.
- İtalya’da kadınlar son üç yıldır, hastane ve sağlık hizmetlerinin bütçesini kırpan, kürtaj ve doğum kontrol yöntemlerine erişimi kısıtlayan kemer sıkma politikalarına karşı, tüm kadınların cinsel ve üreme haklarını savunan kadın örgütlerinin öncülüğünde yükselen halk protestolarının en önündeki kesim oldu.
- İrlanda ve Güney Kore’de de kadınlar üreme haklarının savunulması için grev ve eylemlerle ses getirdi.
- Hindistan’da kısılan sağlık harcamaları yerellerde kadınlara hizmet götüren ebe ve hemşireleri çalışamaz hale getirince, yalnızca ebe ve hemşireler değil, kırsal kesimlerden yoksul kadınlar ve köylüler aylar süren grevlere imza attı.

YÜKSELEN KADIN HAREKETİNİN KARAKTERİ
Dünyanın bu kaynayan halini görmemize izin vermeyen bir toz duman yükselse de, her gün siyasi krizler, iktidarlar arası kılıç kalkan oyunları, dört bir yanda kıyımlar yaşatan savaş koşulları bu hareketliliğin üstünü örtse de görünenin ardındaki gerçek şu: Kadınlar, yaşadıkları şiddetin, onları cendereye alan yoksullukla, hükümetlerin özellikle sağlık ve eğitim haklarını tırpanlayan politikalarıyla, kadınları ucuzun ucuzu emek haline getiren istihdam politikalarıyla, bedenleri üzerinde devlet denetimi getiren üreme ve nüfus politikalarıyla, dünyanın dört bir yanında halkları kana bulayan savaş ve ırkçı göç politikalarıyla bağlarını kuruyor. Bu bağların kadınların boynuna geçirilen idam ipleri olduğunu görüyor. Bu bağı koparmak için direniyor...

Görünen o ki yükselen kadın hareketinin karakteri de, sözü de, eylem repertuarı da değişiyor. Şiddete karşı mücadele, çalışma yaşamının güvencesizleştirilmesi, ağırlaşan yaşam koşulları ve ücret eşitsizliğine karşı mücadeleyle birleşiyor. Aynı zamanda homofobi, transfobi ve ırkçı göç politikasını reddeden, ırkçılığa, emperyalizme, heteroseksizme ve neoliberalizme karşı çıkan söylem güç kazanıyor.

Kadınların hak ve talepleri için sürdürdükleri mücadele ile örgütlenme çabaları tüm dünyada büyürken, bu mücadelenin içerisinde işçi-emekçi kadınların katılımı ve etki gücü de artıyor. Bu durum, cinsler arasında hak eşitliği başta olmak üzere, kadınların demokratik hak ve talepleri için yürüttüğü mücadelenin genel işçi-emekçi mücadelesiyle birleşme, ondan güç alma ve ona güç katma zeminini de genişletiyor.

KADINLARA REVA GÖRÜLEN ‘VASATLIK’
Biliyoruz ki sermaye, işçi sınıfının 200 yıl boyunca mücadeleyle önünde yükselttiği bentleri yıkmak için emeğin kazandığı hakları, savaşlar ve krizler yoluyla gasp etmeye dönük neoliberal programını devreye soktuğunda, en güçlü ittifakı muhafazakarlıktı. Muhafazakarlık; kadınların çalışma hakkı, eşit işe eşit ücret, kadın emeğinin vasıflı bir emek haline gelmesi, çalışma yaşamında kadınları gözeten uygulamalar, anneliğe ilişkin sorumlulukların devlet tarafından üstlenilmesi (doğum izinleri, çocuk bakım kurumlarının yaygınlaşması ve ücretsiz olması), parasız kürtaj, nitelikli doğum kontrol yöntemleri gibi sadece kadınlar için değil işçi sınıfı için de vazgeçilmez olan en temel hakların tırpanlanması için başat bir rol oynadı. Bütün bu hakların gaspı, “eşitlik” gibi daha 19. yüzyılda bir “ideal” olarak görülen en temel hakların altının oyulması ile mümkündü.

Muhafazakarlık, işte bu “ideali” vasatlaştırmak için her alanda devreye sokuldu. Bu vasatlık, bugün dünyanın gelişmiş kapitalist ülkelerinde bile kadınların “insan olup olmadığı” tartışmasını yeniden tedavüle sokan bir gericileşme süreci olarak karşımızda, insanlığın biriktirdiği tüm değerlerin altını oyuyor.

KARANLIK DİSTOPYA, AYDINLATAN ÇELİŞKİ
Türkiye’de olup biten de bu dünya halinden ayrı değil. Bugün kadınların taa 19. yüzyılda kazandığı medeni hakların tartışmaya açıldığı, her türden dini telkinin kadınların özel ve kamusal yaşamlarında devlet eliyle kurumsallaştırıldığı, kadınların bedenlerinin iktidarın ucuz emek rezervi için bir “tarlaya dönüştürüldüğü”, kadınların şiddet dolu yaşamlara mahkum kalması için her türden yasal düzenlemenin devreye sokulduğu, yine de başka bir yaşam kurma gayreti gösteren kadın olursa diye evlilik, boşanma, sağlık, eğitim alanlarında “ikna odalarının” kurulduğu bu düzen, dünyadaki halin vasat serencamları... Bu hal, kadınlara elbette her taşın altından çıkan istismar, her mutlu aile güzellemesinin ardında vuku bulan şiddet, her lokmanın giderek acılaşan tadı, her sokağın giderek korkutucu bir karanlık haline gelişi, giderek artan güvensizlik, giderek yükselen endişe olarak dönüyor.

Kadınların yaşamını karanlık bir distopyaya dönüştüren bu saldırı dalgası, bir yandan da bölme politikalarıyla birbirinden ayrı düşürülen kadın kesimleri için büyük bir ortaklaşma zemini yaratıyor. En temel haklardan bile yoksunlaşma hali, iktidarın kendine yedeklemeye çalıştığı kadın kesimlerinin içine “Yeter” öfkesinin tohumlarını serpiyor. Emekçi kadın kitleleri arasında yaratılan suni bölünmelerin buharlaşmasıyla, geniş kadın kesimlerinin ortak bir mücadele platformunda bir araya gelmesinin olanakları artıyor. Bu çelişki, onu yaratan iktidarın giderek daha güçsüz hale gelmesine de neden oluyor. Bugün karşımıza “tek adam, tek parti yönetimi” ile çıkan sertleşme, esasen bu güçsüzleşme karşısında iktidarın “son çıkar yol” olarak kullandığı beyhude bir çaba.

MAHDUMLAR GEMİYİ RAHAT YÜZDÜRSÜN DİYE DEĞİL
Görüyoruz ki AKP iktidarı “sertleştikçe”, kırılganlığı da artıyor. Boşlukları dolduracak akışkanlığı kayboluyor. Geniş kesimleri ikna etmeye olanak sağlayan her türden araç elinde olmasına rağmen, attığı her adımda kimi zaman örtük kimi zaman açık tepkilerle karşılaşıyor. Henüz ete kemiğe bürünememiş bu öfke birikiminin gündelik hayattaki karşılığını ise kadınlar biliyor, yaşıyor, görüyor. Örneğin 25 Kasım’da “kadına yönelik şiddet” denilince “Biz her an, her yerde şiddet görüyoruz” cümlesini kuruyor depo işçisi kadın.

Müftülere nikah yetkisinin anlamı yeterince açık olmadığı için çok açık bir karşı çıkış ile karşılaşmasa da, boşanmalarda aile arabuluculuğu gibi korkunç bir uygulama her kesimden kadının huzursuzlukla karşıladığı bir adım oluyor. Eğitim, yoksulun çocuğunun yoksulluğa ve cahilliğe mahkum edildiği yap-boz oyunlarıyla öfkenin dozunun en çok arttığı alan olarak yine gündemde. Her gün kadınların canını alan, vahşileşen, yaygınlaşan şiddet Cumhurbaşkanı Başdanışmanının dilinde “kalitesi artan şiddet” olarak ifadesini bulabiliyor. “Yerli ve milli” söylemle yoksulun elindeki bir lokma ekmeğe, işçilerin ücretlerindeki iki kuruşluk artışa göz diken iktidarın oğullar, enişteler, dünürler, kardeşler, siyasi yandaşlar kaptanlığında yürüttüğü yolsuzluk gemileri yürüyor. 2019 seçimlerini işaret eden Cumhurbaşkanı ise bu sorunlar yumağı içinde çile çözme görevini yine kadınlara veriyor; “2019’u kadınlar sırtlayacak” diyor. 

Sırtlayacağımız, kurmak için omuz vereceğimiz bir dünya var elbette. Ama “mahdumlar” gemileri daha rahat yüzdürsün diye değil, kadınlar ve çocuklar o gemilerde ilk gözden çıkarılanlar olsun diye değil, o gemilerin kürek mahkumları olmak için değil...

Dört bir yanda eşitlik, özgürlük, kardeşlik, insanca bir yaşam için kazan kaldıran kız kardeşlerimizin özlemini duyduğu, sokağa çıktığı, mücadele ettiği dünya...
Yükünü sırtlanmak için omuz vereceğimiz dünya, budur.

İlgili haberler
Yoksulluk kadınların üzerine yapışmış durumda!

Bakım hizmetlerini üstlenen kadının yoksullaştığı, kadınların ayakta kalabilmek için sosyal yardımla...

Ekmek ve Gül Kasım sayısı

Müftü nikahı, arabuluculuk derken şiddet sarmalına her gün daha fazla çekilmek isteniyoruz. ‘Sonbaha...

Öfkenin, hakikati ortaya çıkaracak bir müdahaleye...

Yuttukları, dağıttıkları, cebe indirdikleri her bir kuruşta bu kadınların, bu gençlerin, bu bebekler...