“Estha her zaman için sessiz bir çocuk olmuştu; bu yüzden onun tam olarak ne zaman (günüyle, ayıyla olmasa bile yılıyla) konuşmaktan vazgeçmiş olduğunu kimse kesin olarak saptayamıyordu. Yani hiç mi hiç konuşmamaya başladığını. Gerçek şu ki, ‘tam olarak şu zaman’ diye bir şey yoktu. Yavaş yavaş azalıp bitivermişti. Hemen hemen hiç fark edilmeyen bir sessizleşme.”
Bizde bir laf vardır ya söz gümüşse sükût altındır diye. Aslında çok da hayırlı bir söz değildir bu, susmak her türden duygumuzun ya da ifade gücümüzün kendi irademizle ya da dışardan baskılanmasıdır bir bakıma. Bir kişinin sessizliği tamamıyla söylenemeyenlerde, baskılananlarda gizlidir. O yüzden de sessizlik karşısında alarmda olmak lazımdır. Kimi zaman sessiz bir yardım çığlığıdır, kimi zaman en derin korkuların hapishanesidir, kimi zaman utançtan açılmayan kilitli bir dilin, kimi zamansa en kuvvetli şiddetlerdendir sessizliğimiz. Arundhati Roy’un Küçük Şeylerin Tanrısı kitabında bizler küçük Estha’nın nasıl susmaya başladığını çok çarpıcı cümlelerle okuyoruz. Okuyanın bile midesinin bulandığı bu yaşananlarda küçücük bir çocuğun rızasının olduğunu düşünmek yer yüzünde en korkunç “günahlardan” olmalıdır.
GEÇ, GEÇ, GEÇ
Estha daha 8 yaşında hayal etmeyi seven, saçlarını o dönemin en meşhur sanatçılarından Elvis Presley gibi tarayan, şarkılarını kimse yokken söyleyen bir çocuktur. Belki dışarıya sakin gözükebilir ama bir çocuk olarak kendi dünyasının olduğunu da gösterir. Ta ki annesi ve kardeşiyle gittiği Abhilash sinemasına* kadar. Tam film başladığı sırada bir Elvis şarkısı tutturan Estha, içindeki şarkı söyleme isteğini durduramadığı için salonun dışına çıkar. Fuaye alanında ise şekerlemelerin, içeceklerin satıldığı bir tezgah vardır. “Büfenin arkasında dizilmiş taburelerin üzerine uzanıp filme ara verilmesini bekleyen adam uyandı. Lastiksi gözleriyle, bej, sivri burunlu ayakkabılı ‘Yalnız Estha’yı gördü.” Bu uyanan adam Estha’nın sessizliğinin en çirkin tahallüdür. Yazar, bu adamı Portakallıiçecek Limonluiçecek Adamı diye değişik bir adlandırmayla herhangi bir yüz olmaktan çıkarır okur için. Bu adam, Estha’ya verdiği içecek karşılığında ona istismar eder ve bir çocuğu bu yaptığının gizli kalması gerektiğini sinema arasında olmadan içecek satmanın yasak olduğunu söyleyecek kadar da planlıdır. Sinema salonuna tekrar giren Estha bir elini asla hiç ama hiçbir şeye dokundurmadan orada durmaya çalışır ancak mide bulantısından oturamaz. Az önce yaşadığı travmaya en bilinen fiziksel reaksiyonu verir Estha, ancak Portallıiçecek Limonluiçecek adamın “Karımın ailesi Ayemenemlidir. Fabrikanızın yerini biliyorum. Cennet Turşuları değil mi? O anlattı” sözleri onu her an bulabileceği uyarısını hissettirerek psikolojik olarak da istismarını sürdürür.
“Yalnız Estha” o gece “Berrak, acı, limonsu, köpüklü, gazlı bir sıvı” kusar, içtiği limonlu içeceği ya da o anki duygusunun tanımını içinden atmak ister. O günden sonra da annesinin buna kızacağını düşünüp, bu adamın onu her daim bulabileceği korkusuyla sözleri içine içine düşer. Sık sık turşu fabrikasına kaçıp içinde dolaşır, planlar yapmaya çalışır. Sarı limonları geç, yeşil mangoları geç, cam sirke fıçılarını geç, rafların önünden geç, çuvalların önünden geç, yeşil biberleri geç…** Estha’nın travmatik yürüyüşü her şeyin geçmesini istediğine dair gerçekten sessiz bir çığlıktır.
SÖZÜN KARANLIĞA HAPSOLUŞU
Sonra ne mi oldu derseniz, nehir kenarlarında yürüyen, ormana kaçan, kendi kendisiyle kalmayı isteyen suskun bir çocuk. Hayatın getirdiği başka ayrılıklar ve travmalarla birlikte 31 yaşına geldiğinde döndüğü dede evinde, “aklını kaybetmiş, kimseyi tanımıyor” denilecek bir geçiştirmeyle hepten sustuğunu görürüz. İlk korkunun o çocuk heyecanına değdiği dakika bütün sözleri geri dönülmez bir karanlığa hapsoldu içinde.
Roy’un bu kitabı aslında İngiliz sömürüsü sonrası Hindistan toplumun içinden geçtiği politik karmaşayı komünist parti ve burjuvalar arasında bir savaşım üzerinden anlatırken, dini ayrışmaların ve özellikle Hindistan kast sisteminin nasıl da toplumu parçaladığını yakından bir hikaye ile anlatır. Fakat en temelde Estha ve ikiz kardeşi Rahel’in etrafında dönen anlatıda, anneleri Ammu aracılığı ile böylesi bir toplumda kadın olmanın zorlukları her bakımdan gösterilir. Dili bakımından oldukça sert neredeyse sansürsüz bir tarz benimseyen Roy, aynı zamanda özellikle ağır durumlarda, travmalar karşısında farklı bir yazım tarzı koyarak bu duygu ve deneyimleri sadece anlatıyla değil aynı zamanda tıpkı gerçek yaşamdaki gibi dilimize, sözlerimize yansıtarak çok iyi hissettirir.
*Abhilash sineması: Hindistan’ın Kerala bölgesinde bir sinema.
**Geç: Geç ifadesinin vurgusu için cümleler kısaltılarak verilmiştir.
KÜNYE:
Küçük Şeylerin Tanrısı
Yazar: Roy, Arundhati
Fotoğraf: Kitap kapağı
İlgili haberler
GÜNÜN KİTAP ÖNERİSİ: Boş Dolaplar
Yol arkadaşımızı, Denise Lesur ismiyle ansak da kitap otobiyografik özelikler içerir; yani yazar yan...
GÜNÜN KİTAP ÖNERİSİ: İki Şehrin Hikayesi
Charles Dickens, İki Şehrin Hikayesi’nde biriken öfkenin patladığı, kölelerin zincirlerini kırdığı,...
Bir kitap önerisi: Amok Koşucusu
Onuruna, gururuna, aşkına sahip çıkan bir kadın, doktorun yardımı olmadan hayatta kalamayacağını bil...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.