Köleliğe isyan... Başka bir dünyaya özlem...
Yan yana gelmenin, birlikte hareket etmenin kazanımlar doğurduğunu gördüğümüz bir yerel seçim sonrasında kutlanan 1 Mayıs’ta kadınların hem talepleriyle hem de sayıca çok daha görünür olduğunu gördük.


Resmi rakamların görmezden geldiği “iş aramaktan umudunu kesmişleri” ekleyince 7 buçuk milyona tırmanıyor işsiz sayısı. Resmi işsizlik oranı yüzde 14.7; bu oranı en son 2008 krizinde görmüştük. Gençler ve kadınlar işsizliğin en çok etkilediği kesimler; son verilere göre 15-24 yaş arası genç işsizliği yüzde 26.7’ye ulaştı, genç kadınlarda oran yüzde 29.1’e tırmanıyor.
Ve en can yakıcı verilerden biri yine gençlerden; ne eğitimde ne istihdamda olan genç kadınların oranı 15-19 yaş grubunda yüzde 21.1’ken, 20-24 yaş grubunda yüzde 44.9’e, 25-29 yaş grubunda ise yüzde 54’e yükseliyor. Yani genç kadınların yarısından fazlası ne çalışıyor ne de eğitim görüyor.

2018 yılı Kasım ayı itibarıyla 3 milyon 670 bin kadın kayıtdışı çalıştırılıyor. Bu sayı toplam kadın istihdamının yüzde 41’i. Aynı verilere göre 12 milyon 612 bin kadın, bakım yükü, ev işleri ve ailevi sebeplerle çalışma hayatında yer alamıyor.

Bu tabloya artan kadın cinayetlerini, şiddeti, tacizi, kadınların haklarından ve hayatlarından vazgeçmeleri için yapılan her türlü baskıyı, uygulamayı eklediğimizde...

Bu tabloya yılda ortalama 8 bin çocuğun istismara uğradığı ve son 10 yılda çocuk istismarı davalarının yüzde 700 arttığı gerçeğini eklediğimizde...

Bu tabloya Türkiye’de nüfusun yüzde 20’den fazlasının açlık sınırının; yüzde 60’dan fazlasının ise yoksulluk sınırının altıda yaşadığı, yoksulluk ve açlık sınırı altında yaşayanların büyük çoğunluğunun kadınlar ve çocuklar olduğu bilgisini eklediğimizde...

Hem bedenleri hem de ruhları esir eden koşullarda yaşamanın ve çalışmanın anlamı açık bir biçimde ortaya çıkıyor. İşyerinde uzun çalışma saatleri, kötü ve sağlıksız çalışma ortamları, şiddet dolu ilişkiler neredeyse ‘kural’ haline gelirken, evler şiddet yuvası, sokaklar giderek daha tehlikeli, kamusal alan giderek daha baskıcı olurken çalışmak ve yaşamak kadınlar açısından tam bir ‘kölelik’ halini alıyor.

Ve en can yakıcı verilerden biri yine gençlerden; ne eğitimde ne istihdamda olan genç kadınların oranı 15-19 yaş grubunda yüzde 21.1’ken, 20-24 yaş grubunda yüzde 44.9’e, 25-29 yaş grubunda ise yüzde 54’e yükseliyor. Yani genç kadınların yarısından fazlası ne çalışıyor ne de eğitim görüyor.

2018 yılı Kasım ayı itibarıyla 3 milyon 670 bin kadın kayıtdışı çalıştırılıyor. Bu sayı toplam kadın istihdamının yüzde 41’i. Aynı verilere göre 12 milyon 612 bin kadın, bakım yükü, ev işleri ve ailevi sebeplerle çalışma hayatında yer alamıyor. 

Bu tabloya artan kadın cinayetlerini, şiddeti, tacizi, kadınların haklarından ve hayatlarından vazgeçmeleri için yapılan her türlü baskıyı, uygulamayı eklediğimizde...
Bu tabloya yılda ortalama 8 bin çocuğun istismara uğradığı ve son 10 yılda çocuk istismarı davalarının yüzde 700 arttığı gerçeğini eklediğimizde...
Bu tabloya Türkiye’de nüfusun yüzde 20’den fazlasının açlık sınırının; yüzde 60’dan fazlasının ise yoksulluk sınırının altıda yaşadığı, yoksulluk ve açlık sınırı altında yaşayanların büyük çoğunluğunun kadınlar ve çocuklar olduğu bilgisini eklediğimizde...

Hem bedenleri hem de ruhları esir eden koşullarda yaşamanın ve çalışmanın anlamı açık bir biçimde ortaya çıkıyor. İşyerinde uzun çalışma saatleri, kötü ve sağlıksız çalışma ortamları, şiddet dolu ilişkiler neredeyse ‘kural’ haline gelirken, evler şiddet yuvası, sokaklar giderek daha tehlikeli, kamusal alan giderek daha baskıcı olurken çalışmak ve yaşamak kadınlar açısından tam bir ‘kölelik’ halini alıyor.

SÖZÜYLE, GÜCÜYLE GÖRÜNÜR OLANLAR
Bu 1 Mayıs süreci, kadınların bu “kölelik” koşulları karşısında “başka bir dünya özlemi” içinde olduklarını gösterirken, bu dünyayı kurma mücadelesi için bir araya gelme eğilimlerinin güç kazandığını gösteren emarelerle dolu bir süreç oldu. Kriz, yerel seçim tartışmaları, kıdem tazminatının gaspı ve zorunlu BES’e ilişkin hükümet planları, nafaka hakkına dönük saldırılar, çocuk istismarı ve şiddet gibi ağır sorunlar karşısında somut önlem yerine faillere teşviğe devam gibi çok boyutlu saldırıların üst üste olduğu bu dönemde “olağan” bir 1 Mayıs değildi yaşadığımız. Bu olağandışılık ortasında 8 Mart’tan 1 Mayıs’a kadınlar mahallelerden kent meydanlarına uzanan mücadeleleriyle bir araya gelme, birlikte değiştirme azimleriyle seslerini dünden daha fazla duyurdular. Yan yana gelmenin, birlikte hareket etmenin kazanımlar doğurduğunu gördüğümüz bir yerel seçim sonrasında kutlanan bu 1 Mayıs’ta kadınların hem talepleriyle hem de sayıca çok daha görünür olduğunu gördük. Somut taleplerini kimi neşeli ve mizahi, kimi zaman direkt, açık ve kinayesiz ortaya koyan kadınlar alanlarda yalnızca renkli görüntü oluşturan unsurlar olarak değil, alanlara canlılığını ve enerjisini verenler olarak da “sınıfın yarısı ve mücadelenin ayrılmaz, vazgeçilmez parçası” olduklarını ortaya koydular. Bu “kendini ortaya koyuş” yukarıda saydığımız “kölelik koşullarına” isyan anlamına geliyor.

ŞİMDİ EN ÖNEMLİ GÜNDEMİMİZ
8 Mart öncesinden başlayarak 1 Mayıs’a kadar, krizin kadınların yaşamında yarattığı etkileri açığa çıkarmak, kadınların çalıştığı işkollarındaki tabloyu ortaya sermek ve birlikte mücadelenin olanaklarını tartışmak üzere yaptığımız buluşmalar önemli bulgular ortaya koydu.

Kadınların sorunları ortaya koyarkenki somutlukları, ancak mücadele olanakları ve “Nasıl değiştireceğiz?” sorusu gündeme geldiğinde verilen yanıtlar aynı somutluğu taşımıyor. Kadınları giderek daha fazla güvencesiz ve niteliksiz işlere mahkûm eden, bakım yüklerini artıran, bedenlerini çürüten ve haysiyetleriyle oynayan sömürü koşullarına karşı, bu sömürüyü sınırlayacak ve nihai olarak da engelleyecek sürekli bir mücadelenin nasıl yürütüleceği soyutlaşıyor. Bu eksiklik, işçi ve emekçi kadınların bir araya gelerek sorunlarını paylaşabilecekleri, mücadele tarihlerinin ve mevcut haklarının bilgisiyle donanacakları, birlikte hareket etmenin deneyimini edinecekleri ortam ve olanakların yaratılmasının hayatiliğini de gösteriyor. Emekçi kadınların bir araya gelecekleri mecraların yaratılması en acil görevlerimizden biri olarak karşımızda duruyor.

SENDİKALARA MESAJ
1 Mayıslarda mikrofon uzatılan tüm işçi kadınların ilk sözünün “kıdem tazminatının gaspına karşı mücadele” olması dikkat çeken bir yön. Kadınlar, kıdem tazminatına dokunulmamasına işçi sınıfının temel bir talebi olarak sahip çıkarken; zorluklarla büyüttükleri çocuklarından “esirgedikleri”nin, hem evde hem işte çalışmanın yorgunluğunun, yaşayamadıkları hayatlarının kendilerinde yarattıkları eksiklik duygusunun da altını çizerek “geçmişte feda ettiklerinin bir telafisi”, bir “gelecek güvencesi” olarak kıdeme sahip çıktıklarını anlatıyorlar. 1 Mayıs öncesinde metal, gıda, tekstil, petrokimya gibi işkollarında çalışan kadın işçilerle buluşarak hazırladığımız dosyada da kadınlar bu vurguları yapıyor. Sendikalarının “sözde” kalan tepkilerinin gerçek bir mücadeleye dönüşmesinin “hayatiliğine” dikkat çekiyorlar. Aslında 1 Mayıs’ta sendikaların çağrısına uyarak miting alanlarında görünür bir biçimde yer alan kadın işçiler, bir bakıma “Buradayız, mücadele çağrılarına yanıt veririz” demiş oldular.

İlgili haberler
AYLİN

Kapıyı açan uzun boylu, bembeyaz tenli, sarışın kadının, güzelliğinden çok, dudağındaki kan kırmızı...

Uzun, zorlu ve onurlu yol: ‘YENİLGİDEN ZAFERE’

Dünya yeniden dizginsiz bir sömürü sisteminin pençesinde ağır sosyal felaketlere sürüklenirken 8 May...

‘Kreş’in önemini bir de kadınlara sorun!

Kreş kadınlar için oldukça önemli. Hem geçim derdine derman, hem çocukların psikolojisi ve gelişimi...