“Savaş politikanın başka araçlarla devamıdır”* sözü basit ama eski bir gerçeği dile getirir. Dünya tarihinin, dünyanın değişik coğrafyalarında yaşayan toplumların tarihinin iki temel görünüşünü özetler: Savaşlar ve savaşsız zaman dilimleri. Tarih boyunca iç içe geçmiş bir sarmaldır, bu iki görünüş. Zira, politika da savaşın bir başka biçimi değil midir? Bu iki biçimden hangisinin baskın durum olacağını belirleyen temel gerilim ise toplumsal mücadelenin durumu ve düzeyi. Bu mücadele tarihin değişik zamanlarında değişik görünüşler altında gerçekleşmiş olsa da özü; yönetenler ve yönetilenler, ezenler ve ezilenler, mülk sahipleriyle mülksüzler, sermaye sahipleriyle işçi ve emekçiler arasındaki sınıf savaşlarının açık veya örtük, basit veya karmaşık, değişik biçimleridir.
İnsanlığın gördüğü en büyük, en yıkıcı savaş olan İkinci Dünya/Paylaşım Savaşı bu bakımdan özel bir önem taşır. Bunun bir nedeni, Birinci Dünya/Paylaşım Savaşı’nın bitimine doğru gerçekleşen Ekim Devrimi ile birlikte dünyadaki kapitalist-emperyalist egemenlik halkasının Sovyetler Birliği topraklarında kırılmış olmasıdır. Bunun güncel ve tarihsel önemi o kadar büyüktür ki, eşitlik içinde bir düzenin, iş-aş-eğitim tasası olmayan bir geleceğin, sömürüsüz bir üretimin ve üretenlerin katıldığı bir yönetim biçiminin mümkün olduğu, İkinci Dünya/Paylaşım Savaşı’na kadar geçen yirmi iki yıl boyunca tüm dünyaya gösterilmiştir!
İkinci neden ise Sovyetler Birliği’nde geçerli sosyalist düzenin yoksullar, işsizler, işçiler, emekçiler, kadın, çocuk ve gençler için yarattığı insanca yaşama ve çalışma koşullarıdır. Ki bu koşullar dünyanın geri kalanında işçi ve emekçilerin, yoksulların uyanışını ve sosyalizme yönelişini hızlandırması sebebiyle kapitalist-emperyalist dünya düzenini tehdit etmektedir. Kapitalist ülkelerde işçi ve emekçilerin sosyalizm talebinin yükselmesi ve gerçeğe dönüşme ihtimali sistem için en büyük tehlikedir.
KAPİTALİSTLERİN AZGIN DİKTATÖRLÜĞÜ
Öte yandan daha fazla kâr ile işleyen bir sistem olan kapitalist-emperyalist sistem, sürekli yeni paylaşım/ kâr alanları ihtiyacı içindedir.
İşte bu özel tarihsel koşullar altında kapitalist dünya, hem yeni paylaşım alanları ele geçirmek ve hem de Sosyalist Sovyetleri Birliği’ni bu paylaşım alanının parçası kılarak kendi varlığını tehdit eden bir düşmandan kurtulmak güdüsünün bir sonucu olarak faşizme yönelmiştir.
Bu şekilde kapitalizmin emperyalist aşamasının bir yönetim biçimi olarak tarih sahnesine çıkan faşizm, bahsettiğimiz sebeplerle, egemenlerin işçi sınıfı ve ezilen halklara karşı savaşının en gerici, en saldırgan, en vahşi yönetim biçimi olarak örgütlenmiştir. Alman Komünist Partisinin tanımı ile “faşizm, tekelci kapitalistlerin azgın ve kanlı diktatörlüğüdür.”
8 MAYIS; FAŞİZME KARŞI ZAFER GÜNÜ
1930’lu yıllarda Almanya ve İtalya’da iktidara gelen, İspanya’da dünya savaşı provası yapan faşizm, 1 Eylül 1939’da Nazi Almanyasının Polonya’ya saldırısı ile başlayarak, bütün Avrupa’yı kana buladı. 1941’de Sovyetler Birliği’ne saldırdıktan sonra Sovyet Kızıl Ordusu ve halklarının büyük direnişi sonucunda Moskova önlerinden geri sürülmeye başlandı. Ancak 1944’te Alman faşizmine öldürücü darbeler indirilebildi. Sovyetlerin Nazi birliklerini yenilgiye uğratmaya başlaması, moral üstünlüğün, işgal altındaki diğer ülke halkalarının direniş kuvvetlerine geçmesine yol açtı. Daha 1944’te Bulgaristan, Romanya, Finlandiya silahlarını faşistlere çevirdi. 2 Mayıs 1945’te Berlin tümüyle ele geçtikten sonra 8 Mayıs 1945’te Alman faşistleri koşulsuz teslim oldu. 8 Mayıs günü bu sebeple “Faşizme Karşı Zafer Günü” ilan edildi.
Ama savaş Asya’da ve Pasifik Okyanusu’nda devam etti. ABD’nin Ağustos 1945’te atom bombalarıyla saldırdığı Japonya, teslimiyet anlaşmasını 2 Eylül’de imzaladı ve II. Dünya Savaşı resmen sona erdi.
1931’de Japonya’nın Mançurya’ya saldırısı ile başlayan savaş yangını, Japonya, Mançurya ve Çin’den Sovyetler Birliği’ne, Afrika’dan Avrupa’ya, dünyanın büyük bölümünde acılar, kayıplar ve yıkımlarla, çoğunluğu sivil 70 milyona yakın insanın ölümüne, en az o kadarının yaralanmasına, evsiz, işsiz kalmasına, tarihin en kapsamlı soykırımının yaşanmasına sahne olduktan sonra, bitmiş oldu.
HATIRLAMANIN TAM ZAMANI
Faşizme karşı zaferin ve savaşa karşı direnişin özellikle Avrupa ülkelerinde uzun yıllar süren bir örgütlenme ve mücadelenin eseri olduğunu görüyoruz. Bu örgütlenme ve mücadelenin nasıl büyük bedeller ödenerek başarıya ulaştığını, belgeler ve belgesel anlatılar bize gösteriyor. Ve dünya yeniden dizginsiz bir sömürü sisteminin pençesinde ağır sosyal felaketlere sürüklenirken 8 Mayıs 1945’i ve öncesini hatırlamak önem kazanıyor.
Bilindiği gibi uzun zamandır, kapitalizmin ideolojik anıtlarından olan burjuva demokrasisi, güçlü ülkeler ve uluslararası tekellerin elinde kuralsız bir oyun haline geldi. Her an oyun bozulabiliyor. Burjuva egemenliği, çıkarlarının riske girdiği her an derhal hak-hukuk-demokrasi rayından çıkıp, kolayca kaba kuvvet ve diktatörlüğün zorbalığına geçebiliyor. Bu bakımdan, işçi ve emekçiler için, ezilen halklar için yakın geçmişin mücadele deneyimleri ve İkinci Dünya / Paylaşım Savaşı’nda faşizmi dize getiren direniş hareketlerinin derslerini hatırlamak önem taşıyor.
Faşizmin yenilgisinin 74. yılında 8 Mayıs, faşizme karşı tüm demokrasi güçlerinin en geniş cephesinin kurulmasının önemini tekrar hatırlatıyor. Bu bakımdan 31 Mart seçimlerinin sonuçları, toplumsal mücadele deneyimlerinin birikerek, kısmi başarılara dönüşebildiği umutlu bir dönemeç özelliği kazandı.
Kitleleri milliyetçi ve dinci propaganda ile her seferinde yeniden peşinden sürükleyen AKP iktidarına son vermek, hak ve özgürlük mücadelesinin, insanca yaşama ve çalışma hakkı mücadelesinin yükseltilmesi, ülkenin savaş ve diktatörlük heveslisi politikalardan uzaklaştırılmasına bağlı. Bunun için, 31 Mart Yerel Seçimleri ile başlayan ivmenin demokratik alanın genişletilmesi yolunda devamını sağlamak önemli.
İlk kez AKP iktidarının açık bir gerileme eğilimi göstermesi, büyük şehirlerin çoğunda yerel yönetimleri kaybetmesi mücadeleci kesimlerin umutlarını artırdı; moralini yükseltti. Bu olumlu gelişmenin yanında diğer halkların deneyimlerine baktığımızda, aydınlık bir gelecek inşası yolunun henüz çok başlarında olduğumuzu görebiliyoruz. Tarihten öğrenmenin önemi kendini hissettiriyor. Çünkü, sınıf mücadelesi tarihinden öğrenmek işçilerin, emekçilerin ve devrimcilerin en şaşmaz pusulası.
BULGARİSTAN’IN FAŞİZME DİRENİŞ DENEYİMİ
Bu bakımdan 2. Dünya/Paylaşım Savaşı’na giderken komşumuz Bulgaristan’da yaşanan mücadelelerin dersleri önemli veriler sunuyor. İşte Tsola Dragoyçeva’nın anılarını anlattığı “Yenilgiden Zafere” adlı kitap**, Bulgaristan’ın 1921-1944 yılları arasındaki, faşizme karşı 23 yılık mücadele tarihini anlatıyor.
Tsola Dragoyçeva, Bulgar Komünist Partisi’nde çok genç yaşta mücadeleye atılmış bir kadın. Parti’nin gizli Askeri Örgütü’nden Merkez Komitesi’ne, Politbüro üyeliğinden Örgütlenme Sekreterliğine kadar bir çok görev üstlenmiş; biri 8 yıl olmak üzere iki kez cezaevinde kalmış bir devrimci. Ve Komünist Partisi de, 1891 yılında kuruluşundan 1944’te Vatan Cephesi Hükümeti’nin oluşturulmasına kadar, pek çok eylemi, mücadeleyi, direnişi, grevi ve son olarak faşist iktidarı deviren saldırı savaşını örgütlemiş bir parti.
Komünist Partisi, Bulgaristan’da askeri bir hükümet darbesinin gerçekleştiği 1923 yılında silahlı ayaklanma kararı alıyor. Bu ayaklanma yer yer başarı kazansa da netice itibariyle yenilgi ile sonuçlanıyor. Büyük ölçekli tutuklamalar, işkenceler ve yargılamalara rağmen Parti “...yapılan hatalardan gerekli dersleri çıkararak, Bolşeviklerin tecrübelerinden yararlanarak, saflarını mücadele içinde yeniden kurup pekiştirerek, savaşın sürdürülmesi ve galibiyete dek mücadele...” çağrısı yapıyor. Elbette bu çağrının yanında, ayaklanmanın ve yenilginin partinin örgütlendiği her yerde ayrıntılı değerlendirmesini, olayların gelişim seyrini ve bu arada içeriden bir ihaneti de ortaya çıkarıyor. Ağır gizlilik koşulları altında mücadeleye ara vermeden, geride kalanların safları sıklaştırmasıyla ve yeni mücadele planlarıyla daha fazla insanı seferber etmekten geri durmuyor.
Yenilginin derslerinden biri de anti faşist bir halk cephesinin oluşturulması idi. Ülkedeki faşist olmayan burjuva partilerinden başlayarak bütün muhalefet hareketleri ve partileri ile bir halk cephesi oluşturmak için Komünist Partisi, uzun süren, yoğun çabalar sarf ediyor. Parti ilkelerine titizlikle uymak suretiyle yasa dışı çalışma ile yasallığı, gizli çalışma ile açık çalışmayı birbirini besleyecek şekilde geliştirmeyi başarıyor.
Elbette bu ağır baskı ve gizlilik koşulları altında çok kayıplar veriyor, pek çok deneyimli, yetenekli savaşçısını kaybediyor; pek çok örgütü dağıtılıyor... Ancak örgütsel işleyişini, ideolojik ve politik mücadelesini ısrarlı bir şekilde sürdürüyor, faaliyetini her şart altında yürütüyor.
ANTİFAŞİST HALK CEPHESİ
Tsola Dragoyçeva bir yandan zafere giden sürecin olaylarını anlatırken, öte yandan bu sürecin her aşamasının politik ve ideolojik tartışmalarını ve halk güçleri ile faşist rejim güçlerinin politik durumunu, avantajlarla dezavantajlarını ayrıntılı bilgilerle aktarıyor. Bulgaristan komünist hareketi ile halk hareketinin çeşitli bileşenlerinin arasındaki ilişkilerin seyrini, İkinci Dünya Savaşı sırasında anti faşist Vatan Cephesi’nin oluşma ve örgütlenme sürecini, cephenin oluşması için komünist parti üye ve yöneticilerinin yürüttükleri fedakarca ve ısrarlı çalışmaları, faşist cepheyi zayıflatmak için yakın unsurları tarafsızlaştırma taktiklerini, daha zaferden önce Vatan Cephesi Geçici Hükümetini belirlemeye varıncaya kadar savaşın ve sonrasının bütün aşamalarını planlayıp nasıl hayata geçirdiklerini öğreniyoruz.
Faşist iktidarı yıkmak için hazırlanan bu savaş planının başarısının gerisindeki ilk silahlı ayaklanma yenilgisinin dersleri ile diğer irili ufaklı hata ve yenilgilerden çıkarılan derslerin nasıl öğretici bir işlev taşıdığını; partinin bu süreci yönetme becerisi ve olgunluğunun ardındaki bu zengin deneyimlerle dolu geçmişi görüyoruz.
Halk hareketinin başarısının temel unsurlarından biri de Sosyalist Sovyetler Birliği’nin o günün uluslararası platformundaki rolü. Sovyetler Birliği’nin bütün bu süreç içinde Komünist Parti’ye yardımları ile savaş sırasındaki yardımlarının belirleyici önemini görüyoruz. Her şeyden önce savaşın kaderini belirleyen direnişleri ve Nazi kuvvetlerini yenilgiye uğratarak ilerlemesi, bütün dünya halklarının ama özellikle işgal altındaki halkların moral üstünlüğüyle savaşmasına ve kazanmasına yol açıyor. Tsola Dragoyçeva’nın anıları bu yardım ve katkıları bütün açıklığı ile yansıtıyor.
KAÇINILMAZ YOL
Kapitalist-emperyalist sistemin organik bir uzantısı haline gelmiş bulunan bugünün ülkeler coğrafyasında en demokratik olanından en faşist yöntemlerle yönetilenine kadar her ülke bu sömürü döngüsünün içinde bulunuyor. Bugün, dünya halklarına kendi evlatlarını feda ederek yardım eden bir Sovyetler Birliği de yok. Ama halkların ve emekçilerin engin mücadele ve zafer deneyimleri var. İşte, Tsola Dragoyçeva’nın anılarından öğrendiğimiz gibi, kolay bir zafer değil, bu. “Çiçeklerle ve kırmızı halılarla” gidilmiyor başarıya. Ama dünyanın yeniden emekçilerin müdahalesine ihtiyacı olduğu açık. Yeniden en geniş emekçi birliğini örgütlemenin, en geniş ve örgütlü birlik içinde barış ve insanca yaşam ihtiyacını güçlü bir şekilde ortaya koymanın, bugün de kaçınılmaz yol olduğu açık değil mi?
* Carl von Clausewitz, 1780-1831
** Evrensel Basım Yayın, İkinci Basım, Mart 1999
İlgili haberler
Faşizme karşı desenler: Kathe Kollwitz’in kalemiyi...
Kimi zaman çocukların “ekmek” diye bağırışı yükselir gravürlerinden, kimi zaman bir annenin ölü çocu...
Faşizme kafa tutan pirinç işçisi kadınlar
İtalyan faşizmine ve Nazi işgaline karşı çıkan, şarkıları ve kıyafetleriyle bugün bir külte dönüşmüş...
Faşizme karşı direnişin mimoza çiçekleri
Kimisi partizan olan, kimisi şehir ve köylerde yaşamını sürdüren İtalyan kadınlar, savaş sona erene...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.