Uzun ve Istıraplı Bir Ölüm…
Ayla Türksoy, Cleaire Keegan’ın Mavi Tarlalardan Yürü ismiyle çevirilen kitabındaki ilk öykü, Uzun ve Istıraplı Bir Ölüm’ü analiz etti…

İrlanda’nın çağdaş öykücülerinden Cleaire Keegan’ın, Türkçe’ye Mavi Tarlalardan Yürü ismiyle çevirilen kitabındaki ilk öykü, Uzun ve Istıraplı Bir Ölüm* adını taşıyor. Öykü, mekan olarak Almanya’da bulunan ve belli dönemlerde edebiyatçılara tahsis edilen yazar evlerinden biri olan, ‘Böll evi’nde geçiyor. Eve geldiği andan itibaren ne yazacağını bilemeyen ve evdeki rutin işlerle uğraşan kadın karakter, bir türlü yazmaya başlayamıyordur. Modern dönemin “Tanrı” (kudretli, iktidar sahibi, erkek) yazarlarından biri değildir yazarımız; yazmaya yeğinen, ne hakkında yazacağına ve nasıl ilerleyeceğine karar veremeyen, adeta silik, derinliği olmayan bir yazar portresi çizer Keagan girişte. Yazarın, edebi üretime devam etmeye hak kazandığı yer de; o devlerden birinin adını taşımaktadır ironik olarak; Nobel kazanmış Heinrich Böll evi...  

Evle ilgilenmeyi seçmeden, başka bir haz arayışıyla öyküye devam etmek isteyen okur için pek ilginç olmayabilir bu detay. Ancak metnin dünyasına daha fazla nüfuz etmek isteyen okur için burada bazı hazineler olabilir. 1917 doğumlu Böll, liseyi bitirdikten sonra çalışma kampına, bir yıl sonra da askere alınır. Yaklaşık beş ay İngiliz ve Amerikalıların savaş esiri olan Böll, savaş bitince üniversite eğitimine başlar. Bu yoğun esaret ve savaş dönemleri yazarın eserlerinin ana teması olur. Eserlerinde savaşları ve yıkımları anlatır. İlk romanı olan Ademoğlu Neredeydin? kitabının ardından Ve O Hiçbir Şey Demedi yayınlanır, ardından Babasız Evler romanı gelir. “Ev” ile ilgili bir çapa daha vardır burada. Aslında birkaç kez daha, Böll’ün romanındaki temel izlekleri, bu öykünün içinde ve finalinde takip etmeye devam ederiz…

Öyküde, kadın yazarı, huzurlu ve tek başına kalması gereken zamanlarda devamlı arayarak, ziyaret etmek isteyerek adeta taciz eden bir başkası, erkek bir edebiyatçı daha vardır. Bir edebiyat profesörüdür kendisi. Edebiyat ondan sorulur adeta; bunu kadın yazara sorduğu sorulardan, yorumlardan çıkarabiliriz. Olur olmaz saatlerde telefon ederek, hatta yazarı gölde yüzmeye gittiğinde takip ederek taciz etmekte, (bir kadın olarak) o evde kalmaya hakkı olmadığını anlatmaya çalışmakta gibidir.

Çok katmanlı öykünün içinde işleyen metaforlardan biri de; toprak (mülkiyet) ile kadınla erkek arasındaki hükmetme, ele geçirme savaşlarıdır. İrlanda tarihi ile ilişkili bir şekilde kadınların toprak sahibi olmasına izin vermeyen yasalara atıflar yapılır öyküde. Bir karı-koca kavgasını anlatan ve özü, mal paylaşımına dayanan gazete haberine göz atılırken de takip edilen metafor yine ‘toprak’ ya da mülkiyet paylaşımıdır. Öyküdeki diyaloglarda da iki edebiyatçının, bir yazar evinin kimin hakkı olduğu meselesinden çok, edebi temsille, bu temsilin kadına verilmemesi gerektiği anlayışıyla ilgili metafor işliyor gibidir.

“Seni seviyorum” derdi sık sık. “Senin için yapmayacağım bir şey yok” da derdi sık sık. “Bana veremeyeceğin bir şey var mı?” diye sormuştu bir keresinde. “Yok” demişti anında, “hiç yok.” Nedendir bilinmez ona bakmaya devam etmiş ve beklemişti. “Şey” demişti boğazını temizleyerek. “Toprak olabilir. Toprağıma sana vermek istemezdim” Ve toprak ki, bunu her zaman biliyordu, umurunda olan tek şeydi.(s17)

Zaten modernitenin kuruluşunda bile kadın ötelenmiştir; Aydınlanmaya kaynaklık eden antik Yunan’da, ilk edebi metinleri tarif eden, edebi bir “Poetika” sunan Aristoteles’in, kadınları kölelerle birlikte ‘temsil edilemez’ şekilde bir kenara ittiği gibi... Bu öyküde ise bir bakıma kadın/erkek; temsil/temsil dışı; edebiyat/edebiyat olmayan gibi “kanon”laştırılmış sistem, ‘dekanonizasyon’a uğratılmaktadır.

Tüm bu yorumlarla birlikte, öyküdeki diğer izleklerden birinin mekanın paylaşımından çok, (hatta mekânı kültürel ortam olarak kodladığımızda) kadının, mekandan ve kültürden dışlanması, rahatsız edilmesi, edebi alanın dışına itilme çabasının bir ironisi olarak ele alınabilir.

Finalde ana karakter olan kadın yazar, kendisini yazmaktan alıkoyan konuktan aldığı ilhamla öyküsüne sürpriz bir son ekleyecek, bu final ironik bir şekilde postmodernitede ünlü “yazarın ölümü” maddesine hoş bir selam gönderecektir. Kadın yazar, kendisini ne Böll evinde ne de edebiyat kanonu içinde (ne de mülk sahibi olarak) istemeyen erkek otoriteye karşı “donukluğundan” kurtulacak ve hem “yazı”sını hem “mekan”ını savunacaktır.

• Keegan, C. (2017). Mavi Tarlalardan Yürü, Uzun ve Istıraplı Bir Ölüm, s11-25. İstanbul: Yüz Kitap Yayınları

İlgili haberler
Bir Kadının Zaferi: Erkek hegemonyasında kadın ork...

2018 yapımı, Türkçeye ‘Bir Kadının Zaferi’ diye soyutlanarak çevrilen ‘The Condoctor’ filmi New York...

NW, Londra: Yoksul göçmen mahallesinde bir tur ata...

Zadie Smith, Londra’nın merkeze uzak semtlerinden birinde belediye konutlarıyla dolu, göçmen hayatla...

Sıcak, samimi, direngen öyküler: Yaftalı Köyün Del...

Yaftalı Köyün Delisi, Ayşe Gümüş Çoban’ın ilk kitabı. Zorlu bir hayatın hay huyu içinde, içindeki ya...