Sıcak, samimi, direngen öyküler: Yaftalı Köyün Delisi
Yaftalı Köyün Delisi, Ayşe Gümüş Çoban’ın ilk kitabı. Zorlu bir hayatın hay huyu içinde, içindeki yazma aşkını hiç kaybetmemiş bir kadının bir kitabı doğurma hikayesi bu…

Alanya doğumlu Ayşe Gümüş Çoban 43 yaşında ve uzun yıllardır Antalya’da yaşıyor. Özel bir hastanede insan kaynaklarında çalışırken, kızının doğumunun ardından çalışmayı bırakmış. Bir oğlu ve bir kızı var. Otizmli oğlu ve kendi hayatı için verdiği mücadele çok ilham verici; tüm zorluklar arasında oğlu Güney’in konservatuara kabul edilen bir müzisyen olması biraz da onun emeği sayesinde. Ayşe Gümüş Çoban’ın emeğiyle ortaya çıkan bir şey daha var; kitapları... Yaftalı Köyün Delisi kitabının yazarı Ayşe, ayrıca kolektif bir çabayla yayımlanan Soğuk Hesaplaşma kitabının da yazarları arasında. Şimdi bir roman çalışması yapıyor. Onunla sıcaklığını, samimiyetini, direngen yapısını her köşesine yansıttığı evinde buluşuyoruz. Renkli saksılar içindeki küçük ve rengarenk oyuncaklar, pencere önüne kurulmuş koltuklardaki sohbetten sonra buraya her gün gelip sohbet etmemek için zor tutacağım galiba kendimi.  

Kitabını bana Nesrin arkadaşım önermişti, onunla birlikte gittik kitap üzerine gerçekleştireceğimiz sohbete… İşte notlarımız:

Kitap yazma serüveniniz nasıl başladı?

Çocukluğumdan beri seviyorum yazmayı. Sosyal medyada bir şeylere kızdığımda çok tepki veren birisiydim. Çok canı tez olduğum için o an hissettiklerimi yazarak rahatlamam gerekiyor. Okumayı da çok seviyorum. İlk çocuğum doğduktan sonra bir geri çekilme oldu bende. Her şeyi herkesle konuşamamaya başladıktan sonra yazmak işi yoğunlaştı. Önce oğlumun günlük, haftalık gelişimiyle ilgili yazmaya başladım. Sanki dışarıdan bir gözle kendimi izler gibi, ikinci ağızdan yazdım gözlemlerimi.

Önceleri küçük küçük notlarım vardı. Yaklaşık bir sene önce yazarlık kursuna gittim. Tesadüfen, gezinirken gördüğüm bir kurstu. 18 yaş üstü herkes katılabilir dediler. Hemen kayıt oldum. Bana çok faydası oldu, önceleri kitap okumayı bilmiyormuşum diye düşünmeme sebep oldu.


Dört aylık eğitimden sonra mı Yaftalı Köyün Delisi kitabınız oluştu?

Yaftalı Köyün Delisi iskelet halindeydi aslında. Down sendromlu çocuğunun ölümünden sonra arkadaşımı aradım ve hiç konuşamadık. Hâlâ çok etkilendiğim bir durumdur. Sonra bunları öykü gibi yazayım diye düşündüm. Eğitim aldıktan sonra bendeki iskelet halindeki yazılar bedene kavuştular yavaş yavaş. ‘Bir paragraf vardı, şurada bir cümle vardı’ diye not defterime baktıkça olaylar çok farklılaştı. Kurstan hocam “Bir şeyler yazdın mı, devam ediyor musun, bitiriyor musun” dedikçe beni bir telaş aldı. Ben yazdım hocama gönderdim, o edit etti, bana gönderdi. İyi yönlendirmeler yaptı. Ve bir baktık Kepez Kitap Fuarına yetişmiş kitap.

Yaftalı Köyün Delisi kitabınızı oluşturan öyküleri okuduğumda insanın özüne ilişkin kendi içinizde bir tartışma yürüttüğünüzü düşündüm. En çok da Aygadın öykünüzde hissettim bu tartışmayı, yanılıyor muyum?

Aygadın’da bir zeytinin özü nasıl birçok şeye yararlıysa, insanın özü de yararlı olmalıdır diye düşünmüştüm. Aygadın’da bir üvey anne var ve çocuklar onun dış görünüşünden, sesinden korkuyor. Oysa öz bambaşka…


İnsanın fiziksel, biyolojik veya duyusal bütünlüğünde doğuştan ve sonradan var olan farklılıkların toplum tarafından nasıl yaftalandığına, “eksiklik” olarak görüldüğüne de değiniyorsunuz. Bu özel bir tema olarak karşımıza çıkıyor. Nedir sizi buna eğilmeye iten?

Küçüklüğümde nenelerimiz tarafından “Deli geliyor, kaç kaç…” diye korkutulurduk. Kim karar vermişti buna? Oğlum Güney’in otizmli bir birey olması bana çok şey öğretti. Komşularımın, akrabalarımın bazılarının olumsuz bakışlarından, davranışlarından çok etkilendim. Duyarsızlık hissettim. Toplum aslında duyarlı ama acıyarak duyarlı. Günü kurtarıyorlar. Bu delidir, biz bunun karnını doyuralım diye düşünüyorlar. Peki yarın ne olacak? Yarını kurmamız için bir sistematiğe ihtiyacımız var. Güney 4 yaşlarındayken Antalya Büyükşehir Belediyesini aramıştım; “Benim Otizmli bir oğlum var ve daha ağır durumda çocuklar var. Bakım evleri oluşturun, aileler çocuklarını bırakıp çarşıda işlerini görsün veya dönüşümlü biz bakalım çocuklara anneler bankaya, çarşıya, markete rahatlılıkla gidebilsin, işlerini görebilsin” diye. O dönem olmadı. Şimdi bu konularda daha çok bilinç oluştu diye düşünüyorum. Ama zorluğu çok çektik. Oğlumu kaynaştırma öğrencisi olarak aldıklarını sınıfın öğretmeninden, öğrencilerin velilerinden olumsuz tepkilerle karşılaştım. Ama her teneffüste okula gidip gözlemledim. Velilerle konuştum. Olumsuzlukları aştık. Şimdi Güney üniversitenin konservatuar bölümüne kabul edildi. Bir yandan da örgün eğitimine devam ediyor.

Kadınların hayata, olaylara, ani gelişen değişikliklere bakış açısına, başa çıkma yollarına ilişkin neler söyleyebilirsiniz?

Ben kadınların toplumda bizden önceki kuşaklara göre daha güçlü olduklarını düşünüyorum. Çalışma yaşamı onları güçlendirdi. Pazarda, sokakta bir şeyler satıyorlar. Daha çok hayatın içindeler. Ben liseyken annem “Elişi alın, örün, yarın için çeyiz hazırlayın, evi derli toplu tutun” derdi. Okudum ama zar zor. Kızıma “okuyun” diyorum. Bu destek çok güçlendirici.

Etkilendiğiniz yazarlar kimlerdir?

On altı yaşlarımda şiir okumayı çok severdim. Ümit Yaşar’ı çok seviyordum. Sonra Nazım Hikmet hayranı oldum. Sabahattin Ali, Orhan Kemal çok seviyorum. Yaşar Kemal’in İnce Mehmet’ini farklı zamanlarda okudum. Her okumamda farklı yorumladım. Kurstaki arkadaşlarımın kitaplarını okuyorum. Aslında her şey yazılmış diye düşünüyordum. Sonra bakıyorum arkadaşlarıma aynı olguları farklı algılamışlar. Demek ki yazılacak çok şey var diye düşünüyorum…


İlgili haberler
Kimbilir, siz de başka kadınlara emanet edersiniz…

“Yazmanın tek bir gerekçesi olabilirdi, o da insanların birbirilerini anlamalarına yardım etmek” J...

Çiyil Kurtuluş: Dünyayı sahici bir yer yapmak için...

Yazar Çiyil Kurtuluş ile öykü kitabı ‘Aramızda Bir Bahçe Yakınlığı’nı, öykücülüğünü ve edebiyatı kon...

50'li yılların İstanbul’undan kadın hikayeleri...

Sarmaşık sokak'ın birbirine omuz veren kadınları: Gülsün, Agavni, Zilha, Gülizar, Eleni, Nurhayat, F...