Yazar Çiyil Kurtuluş ile son çıkardığı öykü kitabı olan ‘Aramızda Bir Bahçe Yakınlığı’nı konuştuk. Kurtuluş, kendi deyimiyle bir şeyleri iyileştirebilmek için ve dünyayı sahici bir yer yapmak için öykülerine bolca insan ilişkilerini katıyor. Bu öykü kitabı ile insanların en büyük ortaklıklarının bir bahçe yakınlığı gibi birbirine benzer olmasından yola çıkan Kurtuluş, “Orası bizim, gizlice buluştuğumuz bahçemiz, bunda sakınılacak bir şey yok” diyor.
-Aramızda Bir Bahçe Yakınlığı Şubat 2020’de Notos Kitap tarafından yayımlandı. Öykülerin kitaplaşma sürecinden söz etsek, bir de yazı heybenizde öykü mü var yalnızca?
İlk öykü kitabım Kasırga ve Yabanmersinleri’ni 2017’de elime aldığımda ikinci öykü dosyamın önemli bölümü neredeyse hazırdı. Demlenme sürecinde öyküleri yeniden gözden geçirdim ve sonra yenileri eklendi, derken bir bahçe dolusu oldu. İkinci kitabı ilkinin devamı gibi düşündüm, meselemiz aynı; kadın, erkek ve ilişkiler. Heybemin bir gözünde oyun metni, arka gözündeyse şiir var. Ama en geniş yer öyküye ayrıldı. Öbür her şey bu kaynaktan türüyor sanki. “Biraz Sen Biraz Ben” adlı yazdığım ilk oyun 2017 tiyatro sezonunda sahnelendi. Öykü, oyun ve şiir bu üç yazın türü birbiriyle kardeş sayılır. Dili kullanma biçimiyle, ekonomik ve yoğun dil tutumuyla, estetik yönün öne çıktığı ama bir o kadar da hayatın içinden.
‘EDEBİYAT İNSANIN KENDİNE DIŞARIDAN BAKABİLDİĞİ TEK PENCEREDİR’
-Kitabınızda yer alan öykülerin çoğunda insan ilişkilerinde alttan alta sürüp giden güvensizlik, sevgisizlik ve mutsuzluk oldukça yalın bir bakışla açık ediliyor. Kurmaca metinler bu meseleleri konu edindikçe dünya daha sahici bir yer oluyor bence. Peki, siz neden bunları yazıyorsunuz?
Kurmaca metinlerin dünyayı daha sahici bir yer yaptığına ben de inanıyorum. Dünya bu şekilde daha yaşanır bir yer oluyor. İnsanın kendisine dışarıdan bakabildiği tek penceredir edebiyat. Bu bakışta, kendini ya da bir başkasını gözetlemenin çok bir farkı yok, insan hep aynı insan sonuçta. İyi yazılmış kurmaca metinleri merakla okumamızın nedeni de yapıp ettiklerimize bir anlam bulmak değil midir? Yazar önümüze koyduğu kurmaca metinle bizi birbirimize ve hayata bağlayan nedenleri adeta gerekçelendirir. O gerekçeler öylesine gerçektir ki, içinde yaşadığımız hayatla yüzleşme ânı geldiğinde tavrımızı, duruşumuzu belirleyen gücün önemi kısmı belki de okuduklarımızdan gelen birikimin sonucudur. Birilerinin gerçeğinden birileri için bir dünya kurulur. Bu gezici dünyalarla zihinden zihine daha büyük pencereler açılır. Ben de içten içe bunun için yazıyorum elbette. Dünyayı sahici bir yer yapmak için. Ama bana kalırsa, bir şeyleri iyileştirebilmek için de yazıyorum.
‘DEĞİŞİM DÖNÜŞÜM SANATÇININ DOĞASINDA VARDIR’
-Noktalama işaretlerini, kuralı yok sayarcasına sakınımlı kullanmanız, şaşırtıcı sıfat seçiminiz, yeni sözcük türetme girişimleriniz... Tüm bunlara bakılınca biçim arayışı içinde olduğunuz düşünülüyor. Biçim ve üslup arasında nasıl bir bağ var sizce?
Noktalama işaretleri, yazının tekeri, onlar olmazsa yazı yürümez ama bazen uçarak da yolunu bulabilir, bulut gibi süzülerek. Öykü yazarı az yazar, öz yazar, noktası virgülü yeter ona. Biz bu işaretleri yalnızca gerçekleri yazanlara bıraktık. Öykü okuru nitelikli okur, denizin dibinden bir avuç kum çıkarandır o, kendi kendine konuşan bir öykü kişisinin soru işaretine hiç de gerek duymayacağını bilir. Öykücü sözcüğe yüklediği anlama güvenmeli, öykü gücünü buradan alır zaten. Arayış içinde değilim, iyi yazmanın peşindeyim. Açılarla, vericilerle oynayarak meselemi en etkili biçimde anlatmak için yeni dalgalar peşinde olabilirim. Öykünün talep ettiği bir yol arayışı olabilir belki. Yazarın anlatıştaki özelliği biçimi, dili, rengi, sesi, tonu, ritmi onun kumaşının parçalarıdır, zaman içinde üstüne tam oturan bir elbiseye dönüşür. Gün gelir yeni biçim arayışlarına girer, değişim, dönüşüm sanatçının doğasında vardır. Ancak üslup, biçimi de kapsayandır. Kendine özgü bir üslup geliştirebilmişse yazar, sesini nerede olsa tanırız. Hangi kılığa girerse girsin, kumaşın dokunduğu iplikten tanırız onu.
‘HAYATIMIZDAKİ OLUP BİTENLER GÜCÜNÜ AN’DAN ALIYOR’
-Kitapta masalsı kırılmalarla genişleyen öyküler olduğu gibi yaşamdaki kimi anları doğrudan resmeden öyküler de var. Sizce bu iki anlatımın öykücülüğünüzdeki karşılığı nedir?
Daha çok an’da kalmayı tercih ettim. An’da genişleyen zaman. Hayatımızda olup bitenler, gücünü an’dan almıyor mu? Hayatın o kısa es anlarında yaşananları yazmak istedim. Kendi sınırlarımı, arka sokaklarımı keşfediyorum bir yandan. Yüreğim zihnime şöyle seslenir. Öykünün götürdüğü yere git. Ve nasıl dile gelmek istiyorsa öyle. Öykülerimin her birini aynı elde açılıp kapanan renkli bir yelpazenin birer parçası gibi kabul edilsin isterim.
-Son yıllarda yazılan öykülerde diyalog azlığından söz ediliyor sıkça, sizin öyküleriniz bu yakınmanın dışında kalıyor. Özgeçmişinizde bir tiyatro oyunu yazdığınızı görüyorum. Öykü ve tiyatro oyunu yazımı arasında diyalog kullanımı açısından bir karşılaştırma yapılsa neler söylemek isterdiniz?
Tiyatro bir gösteri sanatıdır. Diyalog yazarken zihnimizdeki görüntüye sadık kalıp o görüntüyle birlikte yürümeyi becerebilmek gerekiyor, hiçbir detayı atlamadan. Yazar sınırları daha net çizilmiş bir alanda paslaşmak zorundadır. Öykünün bu anlamda yazarı daha özgür kıldığını söylemeliyim. Oyun metninde sözcükleri çok daha sıkı elemek gerekir. Diyaloglar işlevsel olmalı. Bir öykünün kanlı canlı sahnede vuku bulması gibidir tiyatro. Bir konuşma cümlesi, tek bir sözcük bile sahnede kulağınızı tırmaladığında unutmazsınız, olmadık zamanda bir öykü üstünde çalışırken o an hatırınıza geliverir ve konuşma cümlenizi tekrar tekrar sorgularsınız. Dolayısıyla oyun metni de yazan bir öykücüyseniz bu özelliğiniz size diyalog yazma konusunda titizlik üstüne titizlik yüklüyor demektir.
KİTAP ADIYLA BİR ÇAĞRI:KAÇMA BENDEN, KENDİNDEN
-Kitabın adından söz etmenizi istesem; Aramızda Bir Bahçe Yakınlığı. Yanılmıyorsam kitapta bu adı taşıyan bir öykü yok…
Çünkü bu bir öykünün adı değil, bu bir çağrıdır. Bütün bahçeler birbirine benzer aslında. Bizim en büyük ortaklığımız. Gel, diyorum okura, aramızda bir bahçe var, o kadar yakınım sana. Kaçma benden, kendinden. İnsan insana benzer. O yüzden yakınlaşır ve yine o yüzden uzun zaman yan yana durmakta zorlanırız. Bu benzerlik ve paydaşlık yorar bazen. Okur benim alanımdaki çimi adımlarken kendi bahçesindeki güllerin kokusunu alsın istiyorum. Orası bizim, gizlice buluştuğumuz bahçemiz, bunda sakınılacak bir şey yok.
-Sizi yazmaya teşvik eden öykücüleriniz/öyküleriniz var mı?
Benim ustam bir soyağacı. Büyükbaba Anton Çehov, oğul Ernest Hemingway, torun John Cheever ve her zaman kalp cebimde taşıdığım dost Sait Faik Abasıyanık ve onların yazdığı bütün öyküler.
-İçinden geçtiğimiz bu olağanüstü günler kaleminizi/öykülerinizi nasıl etkileyecek?
Yaşadığımız bu yeryüzü salgını yalnızca bir virüs salgını değil, bir belirsizlik, bir korku salgını aynı zamanda. Zorunlu eve dönüş, mağarasına çekilen insanın kendini, ilişkilerini, hayatını gözden geçirme süreci başladı. Zamanla bazı şeylerin, en başta yaşamın değerini daha iyi anlayacağımız gibi bugüne kadar nelerin değersizleştirilmeye çalışıldığını da kavrayacağımızı umut ediyorum. Bu farkındalıkla kendi edebiyat yolculuğumda daha pür ve saf olana yönelmeyi umut ediyorum.
İlgili haberler
Öykücü Berna Durmaz ile bir söyleşi: Koza işçiliği...
Münire Çalışkan Tuğ'dan öykücü Berna Durmaz ile öyküleri, karakterleri ve yaşam üzerine kısa bir söy...
GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Yılan
Akşam olunca öfkemin yerini merak ve acıma duygusu aldı. Sema’ya ne yaptıklarını merak ediyordum ve...
GÜNÜN ÖYKÜSÜ: Kafes
Başlarındakine yol veriyor kapının ağzında durarak. “Yakın” diye bağıran bir ses duyuluyor arkalarda...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.