Özel suçlar, genel sonuçlar: Mezarlık dizisi
Her bölümde bir cinayet çözümlenirken; itibarlı kelli felli adamların kadın katili yüzlerinin ortaya çıkarılması da kadınların şiddete karşı başvurduğu mekanizmaların hantallığı da anlatılıyor.

-Spoiler içerir-

İskandinav polisiyelerinin müdavimleri şöyle senaryolara alışıktır: bir seri cinayet veya dizinin sonunda mutlaka toplumsal bir sorunla (kadın düşmanlığı, çalışan sınıf farklılarından doğan sorunlar, çocuk istismarı vb.) bağlantısı olan bir cinayet dosyasını bir ekip araştırır. Bu ekibin başında genelde özel yaşamında bir sorunu veya travması olan kadın olmaktan ötürü erkekliğin makbul olduğu polisler dünyasında iki kat zorlanan kadın komiserler sürdürür. Bu kadın amirler hem cinsiyetçiliğe karşı, hem ev yaşantılarının sorunları ile baş etmeye çalışarak öyle ya da böyle bir şekilde başarıya ulaşırlar. Bu serüvenlerin içinde de mutlaka devlet bürokrasisi hatta kimi zaman suç ağının bir parçası olan devlet memurları eklenir.

Netflix’te dört bölümlük bir film serisi olarak sunulan Mezarlık dizisi, bu tip polisiyeleri anımsatıyor olsa da kadın cinayetlerini kriminal vakalar olarak ele alan dizilerden ayrılıyor. Çünkü kadın cinayetlerinin neden “kadın cinayeti” olduğunu ve “politik” olduğunun altı neredeyse her bölümde kalın kalın çiziliyor.

Tek adam rejiminin gerici faşist sistemi artık tüm sorunların toplumsal bağlarını ayan beyan ortaya döktüğü için özellikle de söz konusu kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri olduğunda; kadın cinayetlerinin politik olduğunu göstermeyen herhangi bir işin komik görüneceğini dizi yapımcıları ve senaristleri de fark etmiş olacak ki kadın cinayetlerinin toplumsallığını ve politikliğinin altını çizmek zorunda kalıyor. Bunun da kadınların mücadelesinin bir kazanımı olduğunu söylemek gerekiyor.

Özel Suçlar Birimi adı altında bir birim kuruluyor ve başına Birce Akalay’ın canlandırdığı Başkomiser Önem Özülkü atanıyor. Disiplinli, çalışkan, zeki ve yöneticilerinin emirlerine kulak asmayan baş eğmez bir kadın karakter. Dizinin ilk sahnesi Emniyet Teşkilatı adına kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri hususunda emniyetin ne kadar başarılı bir çalışma yaptığını açıklayan bir rapor okumak üzere Komiser Önem’in kürsü konuşması ile açılıyor. Ancak komiser bu metni okurken duraksıyor, başarılı olunmadığını, yalan söylediğini biliyor. Evinde, lisede okuyan kızı ile olan tartışmalarından da anlıyoruz bunu.

BÜROKRASİNİN KARANLIĞINA BOĞULAN DOSYALAR

Bir şekilde bu sivri başkomisere sorunlu bir ekip ile birlikte çok kısıtlı imkanlar sunuluyor. Başrolümüz de her türlü zorluğun üstesinden gelmeye çalışarak ekibi ile birlikte kadın cinayetlerini çözmeye çalışıyor.

Ancak kurulan bu özel suçlar birimi yerin yedi kat dibinde, ülkede asla görülemeyecek bir dekora sahip karanlık, floresanları bir yanıp bir sönen izbe bir mekan oluyor. Mekân kurgusu her ne kadar gerçeklikten uzak olsa da faili meçhul binlerce dosyanın bürokrasinin karanlık çukurlarında beklemesine şık bir gönderme olarak da okunabilir elbette.

Ekibi oluşturan karakterlerin her birinin kendine has bir hikayesi var. Ekibin çalışma ortamı, emniyet genel müdürü, savcı… Hepsi sanki bir Avrupa ülkesinden çıkarılmış da mekân olarak İstanbul’a monte edilmiş gibi bir hava veriyor. Hikâye içinde birkaç yerde Önem Komiser, bürokrasiye ve erilliğe karşı yükselse de yine bu sınırlar içerisinde kalmaya devam eden bir yerde duruyor.

Her bölümünün bir film tadında olduğu seride, her bölümde bir vaka ele alınıyor. Her bölümünde bir cinayet çözümlenirken; itibarlı erkekler, televizyon programlarını sunan, bu programlara konuşmacı olarak katılan kelli felli adamların kadın katili yüzlerinin ortaya çıkarılmasından tutalım da kadınların şiddete karşı başvurduğu mekanizmaların, başvurabileceği sığınma evlerinin yetersizliği, hantallığı da anlatılıyor. Kadınların bir biçimde şiddet sarmalına hapsolduğunun altı çiziliyor. Bunlar da başrolün ve ekip arkadaşlarının, bugünlerde kadınların içini soğutacak türden replikleri ile sunuluyor.

Güçlü itibarlı erkekler, “psikopat” seri katil, İslamcı aile trajedisi, aile travmalarının tetiklediği kimi vakalar ile belli ki ülkede çok gündeme gelen sorunlardan bir seçmece yapılarak bölümlere serpiştirilmiş. Üstelik; kadın cinayetlerinin, sıradan şiddet sonucu ortaya çıkmış kriminal vakalar olmaktan çıkararak bir cinayeti “kadın” cinayeti yapan noktalar bu seçmece ile de tartışmaya açılıyor.

KATİLLER NASIL YARGILANIYOR?

Bir seri katilin sorgu sahnesi bu bakımdan önemli bir tartışma açıyor. Çünkü bizzat failin kendisi, “çocukluğundan beri şiddete eğilimli bir psikopat” katil profili ile dalga geçiyor. Çok sıradan biri olduğunu, evcil hayvanları olduğunu, onların kılına bile zarar vermeyen “düzgün”, “makbul” bir vatandaş olduğunu söylüyor. Önem Komiser ile yaptığı bu tartışma çok dikkat çekici bir yerde duruyor.

“Sıradan insan” olan bu kadın katili, Yunan mitolojisinde başı kesildikçe yerine iki baş çıkan Hidra’ya atıfta bulunarak “Bugüne kadar çok katil yakaladın ne değişti? Kadınlar artık öldürülmüyor mu?” diye soruyor. Bu soru aslında tüm o hantal ve bilinçli olarak kadın cinayetleri karşısında işletilmeyen bürokrasi ağları içerisinde çırpınan ekibe yöneltilmiş bir soru olarak duruyor. İzleyiciye “Sahiden, ilk bölümden beri yakalanıp yakalanıp savcıya devredilen bu katillere ne oldu? Yargılamaları ne alemde?” sorusunu sorduruyor. Ki bu sorunun cevabını çok geçmeden alıyoruz.

HAKSIZ TAHRİK İNDİRİMİ İLE ÖDÜL GİBİ CEZALAR

Serinin altını çizdiği konuların, vurgu yaptığı mevzuların doğru şekilde anlaşılabilmesi için dördüncü (son) bölümü ayrı bir önemde. Bu bölüm içerdiği tartışmalar ve ustalıkla yazılmış replikleri ile hem bir övgüyü hem de vardığı sonuç bakımından bir yergiyi hak ediyor. İlk bölümde yakalanan katilin haksız tahrik hükümlerinden yararlandırılarak ödül gibi bir ceza aldığını, Başkomiserin ağlayarak isyan ettiği, cezasız kalan tüm kadın katillerine yönelmiş toplumsal öfkenin sesi olan bir diyalog eşliğinde izliyoruz. Üstelik bu neredeyse aklanan katil ve işlediği kadın cinayeti, Pınar Gültekin davası ile birebir aynı. Pınar’ın katili hakkında verilen karar ile aynı tarihlere denk gelen dizinin yayın tarihi bu sahnenin etkisini de katlıyor.

İLİŞKİLER AĞI

Son bölümde, uluslararası yağmacı bir maden şirketinde düğümlenen, bir gazeteci kadın cinayetinin ele alınışı kapitalist sistemin çarklarının nasıl döndüğünü, bu yağmacı şirketlerin devlet ile olan ilişkilerini, sahip oldukları gücün boyutlarını ortaya koyuyor. Ekibin çalışması kimi zaman aksayıp bürokratik engellere takılsa da bir şekilde yürürken bu şirket söz konusu olunca adeta duvara tosluyor. Bu duvardaki tuğlalardan biri olan Savcı karakteri şöyle çıkışıyor: Kendisinden şirketin arazisinde arama yapmak için izin isteyen ekibe “Nasıl hesap vermeniz gereken insanlar var, benim de hesap vermem gereken insanlar var” diyor.

Üstelik bu maden şirketi burjuva hukukun az çok işlediği Avrupa ülkelerinde dize getirilmiş, iş yaptırılmaz bir şirket iken bizim ülkemizde nasıl olup da topraklarımızı zehirleyebildiği sorusunu da araya sıkıştırarak seyirciye anlatıyor. Üstelik bu bağlamı bir gazeteci kadın cinayeti ile ortaya koyması oldukça etkileyici hale getiriyor.

Ekibimiz öyle sert kayalara tosluyor ki umutsuzluğa kapılıyor ve kendi hikayelerinde yer alan adaletsizlikler ile bu toslayış ile yüzleşiyor. Etkili sayılabilecek diyaloglar ile sorunların kaynağının sistemin kendisi olduğuna ilişkin bir tartışma sunuyorlar.

‘ELEKTRİK AKSAMI BOZUK’

Tüm bölümlerinde bir şekilde yer alan bu vurguların iyi ve etkili olması bir yana; senaryo tüm mücadeleyi, sistemin çarkları içerisinde olsalar da işini iyi yapan insanların bir şeyleri değiştirme çabasına ve tek tek memurların, bürokratların isterlerse pek çok şeyi de değiştirebileceğine çeşitli vurgular ile indirgiyor ki bu indirgeme senaryo akışını bozuyor. Yakalamaya çalıştığı gerçeklikten koparıyor.

Elbette bunca çürümüşlüğün içinde işini iyi yapan insanlar olmaya çağrı yapması oldukça önemli. Hele de çoğu kadının “canımı kurtarın” diye sığındığı karakollardan “kocandır barışırsın” diye evlerine gönderildiği, pek çok suç duyurusunun sümen altı edildiği, onlarca koruma kararına rağmen sokak ortasında kadınların öldürüldüğü bir dönemde, kadına yönelik şiddet ile ilgili konularda olması gereken kararları veren, alınması gereken önlemleri alan savcıların, hakimlerin alkışlarla, minnetle kutlandığı bugünlerde daha da önemli bir yerde duruyor.

Ayşe’nin dilekçelerini işleme koyan bir savcı olsa idi Ayşe yaşayabilirdi, polis memuru Emine’yi karakoldan göndermese idi öldürülmeyebilirdi, Ensar Vakfı’nda yaşananlar bürokrasi eliyle gizlenmese idi pek çok çocuk yurtlarda istismardan kurtulabilirdi gibi pek çok duygu ve düşünce dizide kendine yer buluyor.

Ama kadın cinayetlerinin politik olduğunun, toplumsal ilişkiler içerisinde sunulmaya çalışılan akış, bireysel iyiliklerin bunca göklere çıkarılması ile bozuluyor. Çünkü dizi, altını çizdiği çürümüşlüğün politik bir çürümüşlük olduğunun arkasından dolanıyor. Her ne kadar yer yer “Şu floresan yanıp sönüyor, geldiler tamir ettiler yine yanıp sönüyor. Çünkü elektrik aksamı bozuk” gibisinden replikler devreye sokulmuş olsa da ana fikir haline gelemiyor senaryoda. Her ne kadar ana fikir haline gelemese de kadınların mücadelesinin kazanımları hanesine yazılmasını gerektiren işlerden biri olduğunu söylemek gerek.

İstanbul Sözleşmesi’nden imzanın çekilmesi, kadınların pek çok itirazına ve sokaklara dökülmelerine rağmen koruyamadıkları birtakım haklar, tek adam rejiminin gerici karanlığının en çok kadınları boğuyor olması belki de “kazanımları” görmeyi ve öne çıkarmayı zorlaştırıyor. Ama Mezarlık gibi bir Netflix dizisi şunu hatırlatıyor; “kadın cinayetleri politiktir” diyen inat, hayatlarından ve haklarından vazgeçmemek için öyle ya da böyle bir şekilde ses çıkaran kadın hareketi artık bir dizinin piyasada başarı kazanmasının, etkili kabul edilmesinin bu politikliğe dikkat çekmeden olamayacağını da kazanmış bulunuyor.

Kapitalist sistemin çelişkilerinin derinleştiği, Türkiye’de tek adam rejiminin bu derinleşmeyi artık her sorunun toplumsal bağlarını ortaya çıkararak hızlandırdığı bir dönemde, mevzunun çürümüş sistem içinde işini iyi yapan insanlarla çözülemeyeceğini tartışmanın da bir vesilesi oluyor Mezarlık dizisi. Ve “listeme ekle” sekmesinin tıklanmasını hak ediyor.

Ekran görüntüsü Mezarlık dizisi fragmanından alınmıştır.

İlgili haberler
‘İspanya’da da öyleymiş demek...’

Intimacy dizisi... Belediye Başkan Yardımcısı ve belediye başkanı adayı bir kadın ile metal işçisi b...

‘Öldüm ama iyiyim’*

Leda’nın hayatıyla ilgili karar alabilmesi, ebeveynliğini tartışmaya açarken filmdeki çocuklarını an...

‘Girlfriend experience’mış, ben anlatayım canım si...

Yoksul mahallelerde yoksul kız çocuklarının mahallelerin kıyısına çöreklenen AVM’lerde, rezidanslard...