Geçtiğimiz hafta Nadide Acar Karaca’nın “Hepimiz Burada Değiliz” adlı sergisini gezme fırsatım oldu. Sergi, Türkiye’de öldürülen 52 kadının portresinden oluşuyordu. Serginin ismi Meksika’da kadın cinayetleri ile ilgili olan ‘Noestamostodas’ (Hepimiz Burada Değiliz) hareketinden geliyor. Serginin dikkat çekici yanlarından ilki bu portrelerin tuval üzerinde değil kumaşlar üzerine çizilmiş ve dikilmiş resimler olması. İkinci dikkat çeken şey ise serginin yapıldığı yer. Sergi için mekan olarak bir sanat galerisi yerine odalarında gezerek izlediğiniz eski cumbalı evlerden biri olan Turgut Pura Vakfı seçilmiş.
Nadide Acar Karaca, Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim bölümünde lisans ve yüksek lisan eğitimini tamamlamış İzmirli bir sanatçı. Yaklaşık 14 yıldır da İzmir Devlet Tiyatrosunda atölye ressamı olarak çalışıyor.
HER EV POTANSİYEL BİR CİNAYET MAHALİ!
Resimlerin olduğu ilk odaya girdiğimde pencereden hafif ışığın vurduğu bir oturma odasında gibi hissettim kendimi, tek fark bu odadaki hiçbir kadın artık yaşamıyordu. O dakika aklıma kadın ve ev ikilisinin nasıl her daim yan yana geldi ve serginin böylesi bir seçimle yapılmasının muhakkak benzer bir niyette olduğunu düşündüm. Nadide Acar Karaca ise serginin kâr amacı gütmeyen, whitebox olmayan bir mekanda olmasının temel sebebinin her evin potansiyel bir cinayet mahali olmasından kaynaklandığını belirtti.
Bu cevap üzerine biraz daha boş odadaki yalnız olma hissini daha net hissettim. Yine üçüncü odaya girdiğimde ise koca bir duvar boyunca yaklaşık 36 kadının portresini yan yana görünce “Ne kadar kalabalığız aslında” dedim, ama öldürülürken yalnızlıklarımıza mahkum bırakıldığımız geldi aklıma.
Bu yalnızlık kimi zaman toplum, kimi zaman devlet, kimi zaman ailemizin tarafından kaynaklanıyor ama asla kadınların arasında gelişen bir his değil. Bir duvar boyu katledilmiş kadın portresine baktım ama hüzün yerine bir dayanışma doğdu içimde. Sanki yan yana kol kola o duvarda hâlâ bir mücadele sürdürüyorlar gibi. Nadide Acar Karaca, kadın cinayetlerinin, olayların kriminal hikayelerinin birbirine çok benzediğini söylüyor. Namus bahanesiyle işlenen cinayetlerin, boşanmak istediği için öldürülen kadınların, aile içi istismarların tekrar ettiğini ve bu olayları tekrar eden bir döngü olmaktan ayrıştıran en belirgin unsurun, katledilen kadınların kimlikleri, yüzleri ve ifadeleri olduğu fikri ile portrelerini yapmaya başlamış.
ÇAMAŞIR SUYU, ÇİÇEKLİ BASMALAR, ÇALINMIŞ YAŞAMLAR…
Portrelerin kimi çiçekli basmaların üzerine çizilmiş kimi de beyaz zemin üzerine. Ancak onların üzerlerinde de çiçek figürleri bulunmakta. O çiçekler aslında biz kadınların bu hayatta ne kadar canlı ve farklı renklerle var olduğumuzu andırıyor. Fakat tüm kadınların sanki bir gölge altında yaşadığını da hatırlıyor gibi bir taraftan. Bazen kadın olmanın narinlik ve kırılganlık zeminine yerleştirildiğinin, bazense bu dünya düzeninde sadece bir siluetten ibaret görüldüğü fikrini çamaşır suyuyla bulanmış resimlerde görüyoruz. Karaca böyle bir tekniği seçmesini şöyle açıklıyor: “Çamaşır suyu ‘namus’, ‘temizlenme’, ‘arınma’ kavramlarına bir gönderme içerirken, çiçekli kumaşların ardından bize bakan yüzleri, onların birey kimliklerini hapsettiğimiz toplumsal sembolleri tarif ediyor. Kumaşların üzerindeki renkli çiçekler, artık var olmayan o kişilerin biricik kimlikleri, artık sadece yakın çevrelerinin anımsayabileceği çalınmış yaşam coşkularını sembolize ediyor.”
Dikişlerle zemine -ki bunu da ressamın kendisi yapıyor- tutturulmuş portreler bir taraftan yaşamlarımızın nasıl birbirine dikildiğini de gösteriyor. Kadınların hayatları sanki parça parça birbirine yamanmış kocaman bir battaniye gibi ya da kadınların bu hayattaki var oluşunun sistem nezdinde eklemlenmiş hikayelermiş gibi algılandığını düşünmeden edemedim. Öte yandan ressamın da söylediği gibi dikiş gibi eylemlerin toplum tarafından “kadına iliştirilmiş veya kadınsal olanı işaret ettiği” fikrine de katılmadan edemedim. Bu açıdan bakıldığında sergi aslında sadece kadınların katledilmesine ve şiddete maruz kalmasına değil toplumsal olarak kadının nelerle ilişkilendirildiğine dair de bir mesaj barındırıyor.
Karaca, bu sergideki amacını öldürülen kadınların haberlerde ya da diğer mecralarda birer isim, sayı olarak yer alıp cinayetlerin gün geçtikçe kanıksanmasına karşı, toplum ile mağdurları tekrardan karşı karşıya getirerek kadınların yüzlerinden yansıyan ifadeleri topluma hatırlatmak ve bir direnç oluşturmak olduğunu söylüyor. Aslında ne kadar da haklı bir yola çıkış olduğunu kendi deneyiminden görüyorum. Odaları gezerken bazı çehreleri çok net hatırlarken bazıları ne yazık ki belleğimden kayıp gitmiş. Hepsindeki o ortak bakışı ismen hatırlamasam da her gün hayatın içinde zorluklarla karşı karşıya kalan, mücadele eden tüm kadınlarda gördüğüme eminim.
KORKU VE UMUT BİR ARADA
Portrelerdeki kadınların gözlerinde yoğunluklu olarak korku, sert ve üzgün bakışlar ve umut gördüm. Korku ve umut nasıl bir araya gelebilir denebilir ancak bu kadınların her daim içlerinde bir arada taşıdıkları duygular. O yüzden o bakışlara izleyen olarak maruz kaldığımda gerçekten ressamın ifade ettiği üzere, “Sanatın bize rutinlerin içerisinde kaybolan birçok duygu ile yeniden karşılaşma, farkına varma, empati kurma” olanağı verdiğini deneyimlemiş oldum.
İzmir’deki okurlarımıza hatırlatalım; sergi 7 Nisan’a kadar Alsancak Turgut Pura Sanat Vakfında sergilenmeye devam edecek.
Sergi fotoğrafları: Pınar Çetinkaya/Ekmek ve Gül
İlgili haberler
Güçlü Kadınlar Sergisi: ‘Emeğimize sahip çıkmamız...
Gülhan Dudu Kırdı’nın, 'erkek işi' olarak anılan işlerde çalışan emekçi kadınların fotoğraflarından...
Simurg sergisinde Newroz’da küllerinden doğan kadı...
Rosa Kadın Derneği, Ressam Hatice Kapusuz ile '7 vadiyi aşıp Kafdağı’na ulaşan Simurg' sergisi açtı....
'Evet, bale bale!'
İnsanca yaşayacak bir ücret ve iş güvencesi için direnen, grev sürecinin tüm zorluklarını dayanışmal...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.