Çağımızın önemli yazarlarından Margaret Atwood, geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz yine bir başka dünyalı yazar Ursula K. Le Guin için şöyle diyor: “Le Guin her zaman şu aynı acil soruyu sorardı: Nasıl bir dünyada yaşamak istersin?”
Yaşadığımız dünyanın ne menem bir yer olduğunu biliyoruz da, sahi nasıl bir dünyada yaşamak isteriz? Bu soru, gelmiş geçmiş bütün zamanların en önemli, bugünün gerçekten de en acil sorusu. Çünkü, bu soruyu sormadıkça, yaşadıklarımızdan yakınmanın dünyanın somut gerçekliği karşısında pratik bir karşılığı yok!
Zira biz, nasıl bir dünyada yaşamak istediğimizi sorup yanıt vererek, bugün yaşadığımız dünyanın nasıl başka bir dünya olabileceğini anlatamazsak ne oluyor biliyor musunuz?
Gerçeği ters yüz edip, gözlerimizin içine baka baka yalan söylüyorlar!
E bu hiç yeni bir şey değil diyeceksiniz... Haklısınız, ama işin rengi değişti. Asker cenazeleri geliyor, daha çok yalana boğuluyoruz. Oysa gerçeği bilen, anlayan insanlara ve gerçeğin aydınlattığı tutumlara ihtiyacımız var.
ASIL SAVAŞ NEREDE?
Pendik’te bir kadın derneğinin açılışına davet edilen yerel belediye başkan yardımcısı kadın yönetici, ‘zeytin dalı’ adı verilen Afrin’e yönelik savaşın bir ‘savaş’ olmadığını “sınırlarımızı tehdit eden teröristlere karşı meşru bir müdafaa” olduğunu anlatıyor, dernekteki kadınlara. Gayet barışçıl ve sıcak, insani dokunuşlarla, mütevazı bir üslupla, inançla ve coşkuyla anlatıyor... Sonrasında “ilçeye gelen şehit cenazesine yetişmek için” müsaade istiyor. Evet, cenaze ‘Afrin’de şehit düşmüş bir askerin cenazesi’dir, ama Afrin’de yaşanan ‘bir savaş değil’dir!İktidarın ağzından bal damlayan yerel yöneticisi, bal gibi ‘savaş’ olan o savaşın, ‘savaş’ olmadığında ısrar ediyor. Hem de ‘şehit’ evlat, vergi, zam ve başka türlü faturalarla sömürünün ve savaşın bedelini ödemekten karnını doyuramayacak, çocuğunu okula gönderemeyecek kadar yoksullaşmış ve yoksunlaşmış kadınlara, zeytin dalı uzatmak kadar sevimli ve samimi bir tutumla anlatıyor.
Nasıl açıklayacağız, savaş gibi ölüm kusan bir gerçeğin, barışın simgesi olan ‘zeytin dalı’ adıyla ters yüz edilmiş bu sevimli, sıcak halini?
Nasıl izah edeceğiz bu atılan ‘zeytin dalı’yla ölen ve yaralanan sivillerin Afrin’de hastaneyi doldurduğunu, ‘zeytin dalı’ uzatırken ‘şehit’ olan askerlerin, evlatlarımızın her gün birinin, birkaçının cenazesinin geldiğini?
Sayısız emekçiye, yoksula, ama ille de kadınlara yukarıdan televizyonlardan ve aşağıdan bizzat ulaşan bu adı ‘zeytin dalı’ olan savaş propagandası, bizim ulaşamadığımız ve aydınlatamadığımız her emekçi kadını savaşın sağlam bir dayanağı, savaştan güç alan iktidarın enerji kaynağı haline getiriyor.
Sadece iki tarafta savaşanlar değil, sadece siviller, çocuk, kadın, yaşlılar değil, her geçen gün, saat, dakika gerçekler de öldürülüyor. Sadece gazeteler ve televizyonlarla değil, iktidarın her düzeydeki savaş propagandacısının ağzından çıkan sevimli, sıcak, içeriden konuşan mütevazı sözlerle...
Asıl savaşın nerelerde olduğunu ve kazanıldığını anlıyorsunuz.
Barış isteyen bizler için kıpırdasak yasak, itiraz etsek hapis; acımasız bir yok etme mekanizması çalışıp duruyor. Baskı mekanizmaları her birimizi adeta herhangi bir hayvan gibi kendi bedenimizin sınırlarına kadar çekilmeye zorluyor. “Bulursan ye, boşalt, uyu, iş bulursan çalış, üre, gerisine sakın karışma” diyor. Yarattığı toplumsal ortamın şiddeti hepimize... Bu şiddet yukarıda konuşanların zehir zemberek, aşağıda insanlarla yüz yüze gelenlerin ise ağızlarından bal damlayan sevecenliği ve sıcaklığı içindeki savaş savunusu ile gerçekleşiyor.
Asıl savaş zihinleri tarumar ettikten sonra, Afrin’e değil Fizan’a da ‘zeytin dalı’ ile gider, “Bu bir savaş değil, meşru müdafaa” der, daha da öteye gider bu iş.
Asıl tahribat, asıl can çekişme, toplumsal değer yitimi zihinsel alanda oluyor. Bir savaş seferberliği ruhuyla zihinlerde her gün yeniden gerçeğin katli güncelleniyor. İnsanların vicdanlarının, toplumsal tepkilerini harekete geçiren insani ortak değerlerinin, diğer insan kardeşine karşı sorumluluk, yardım, merhamet, insaf, dayanışma gibi insani değer ve duygularının, ekonomik yıkım tehdidi ve siyasi yıldırma ile rehin alınmış olmasıdır, asıl tahribat...
Bu nedenle bir savaşın, barışın simgesi olan zeytin dalının, tarihsel anlamının tersine bir işlev yüklenerek sunulması, deformasyona uğratılmış zihinler için artık zurnanın son deliği. Burjuva politikasının, dinsel görünümlü burjuva dünya görüşünün asıl ‘zafer’i olan bu ağır zihinsel tahribat üzerinden artık her ‘zafer’ kolayca kotarılabiliyor. Afrin’de sonuç alınmadan, Türkiye’de zafere ulaşılmış oluyor.
İNSANLIĞIN İLK ADRESİ
Bu bağlamda yazının başındaki soruya dönersek, “Nasıl bir dünyada yaşamak isteriz?”Bu soruya cevap verirken, tahribatın görünmez hale getirdiği gerçeği çıplak haliyle tespit edelim.
Savaştan şu veya bu şekilde nemalanmayan herkes öncelikle savaşsız bir dünyada yaşamak ister.
Çünkü, savaşın tek değilse de değişmez gerçeği o dur ki, savaş öldürür.
Ölü insan yiyemez, içemez, sevişemez, sinemaya, tiyatroya gidemez, sohbet edemez, ağız dolusu gülemez, hıçkırarak ağlayamaz, sevinemez, acı çekemez, yakınları ve sevdikleri için üzülemez, hayal kuramaz, büyüyemez, gelin, damat olamaz, çocuk sahibi olamaz, geleceği için çalışıp, mücadele edemez...
Ölü insan zeytin ağacı dikemez!
Ama biz insan kalanlar, ölümü değil, hayatı o kadar severiz ki, şairin dediği gibi yetmiş yaşımızda bile zeytin ağacı dikmek isteriz. İsteriz ki biz toprağa karıştıktan yüzyıllar sonra bile o zeytin ağacı geleceğin insanlarına barış şarkılarımızı iletsin.
Çünkü zeytin dalı, dünyadaki hayatın müjdecisidir, sağlığın, ölüme karşı direncin, bin yıllara varan ömrü ile canlı yaşamın ve bunu sağlayan iklimin, barışın simgesidir.
Nuh’a ağzında zeytin dalı getiren güvercin müjdelemiştir, tufanla suya gömülmüş olan ufukta hala yaşanacak bir yer ve o yerde zeytin ağacı olduğunu!
Yeryüzünde su altında kalmamış yaşayacak yer arayan Nuh’un torunları olarak, biz o zeytin ağacını ve onun dalını insanlığın ilk adresi sayarız.
Eğer, nasıl bir dünyada yaşamak istediğimizi, bu acil ve yaşamsal soruyu cevaplandırmak istersek, önce barışı istediğimizi anlatacağız, savaşın çıkmaz sokak olduğunu...
Aristofanes, Lysistrata adlı oyununda, eski Yunan’da kadınların uzun yıllar süren Peleponnez Savaşları sırasında, cinsel etkinlik grevi yaparak kocalarını barışa zorlamak yoluyla savaşa karşı durduklarını anlatır.
Barışı anlatmanın ve mümkün kılmanın sayısız yolu vardır. Bunlardan biri her yere zeytin ağacı dikerek, bin yıllar sonrasının insanlarına barış selamı göndermektir. Bir diğer yolu da zeytin dalını savaş sevicilerin elinden her şart altında almaktır!
İlgili haberler
GÜNÜN BELLEĞİ: Marksizmin izinden Eleanor Marx
Kapitalizm koşullarında kadınların durumunu ortaya koyan Eleanor, ustaları Marx ve Engels’den öğrend...
Bu hashtagde mücadele var: #8Mart
Geçen yılki uluslararası eylemlilik halinden bu yıla kadın mücadeleleri ne durumda, gündemler neler?...
Sigorta patronun keyfine göre, sömürü en ala!
Sultangazi’de 250'ye yakın işçinin çalıştığı bir gıda fabrikasında Suriyeli, genç, kadın işçiler çoğ...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.