GÜNÜN BELLEĞİ: Marksizmin izinden Eleanor Marx
Kapitalizm koşullarında kadınların durumunu ortaya koyan Eleanor, ustaları Marx ve Engels’den öğrendiklerini pratikte de uyguluyordu. Londra’daki birçok işçi eyleminin örgütleyicileri arasındaydı...

İşçi sınıfının sömürüsü üzerine kurulmuş bir sistemin, yine onlar tarafından nasıl yıkılabileceğini bilimsel olarak öngören ve hayatını buna adayan bir adam Karl Heinrich Marx. Bu yıl 200. doğum yılı olduğu için, onunla ve işçi sınıfına bıraktıklarıyla ilgili çok şey okuyacağız elbette. Marx’ın eserlerini ve yaşamını okurken, mücadelesinde ve yaşamında yer alan dört kadın da karşımıza çıkacak.

Engels’ten sonra Marx’ın ilk okuru, eleştirmeni ve en büyük destekçisi ve Marx’ın el yazmalarında ve mektuplarında ona yardımcı olan eşi Jenny... Demokrat Fransız gazetesi ‘La Marseillaise’de dönemin en önemli meselelerinden olan İrlandalı Fenier’ler hakkında ‘J. Williams’ adıyla makaleler yazan büyük kızları Jenny Caroline… Babasının Engels ile birlikte yazdığı Komünist Parti Manifestosu’nu Fransızca çevirisini yapan ve Fransa sosyalistleri arasında yer alan Jenny Laura… Ve en küçükleri, İngiliz işçi sınıfının örgütleyicilerinden, babasının yazılı mirasını Engels’in yanı sıra teslim ettiği Jenny Julia Eleanor... Anne Jenny ve kızlarının hepsinin yaşamı ayrı ayrı yazıların konusu olabilir, biz bu yazıda Jenny’lerin en küçüğü Eleanor’un hayatına bakacağız.


KADIN SORUNU: BİR SOSYALİSTİN BAKIŞ AÇISINDAN
Eleanor, ailesinin ona taktığı isimle Tussy, İngiltere’deki sürgün yıllarında 16 Ocak 1855’te doğdu. Eleanor’un bebeklik ve çocukluğu Marx’ın ünlü yapıtı Kapital’in yazılma dönemine denk geldi. Marxların evi politikacıların, şair ve yazarların uğrak yeri olduğundan, Eleanor daha küçük yaşta politika, edebiyat ve sanatla ilgilenmeye başladı. Büyüdükçe o da annesi ve ablaları gibi yapıtları için babasına kaynaklar buluyor, çevirmenlik ve editörlük yapıyordu. İngilizcenin yanı sıra Fransızca ve Almancayı da çok iyi bilen Eleanor, yaptığı edebi ve politik çevirilerle kendinden söz ettiriyordu. Babasının Ücret, Fiyat ve Kâr kitabını basıma hazırlayan da oydu; Henrik Ibsen’in Denizden Gelen Kadın oyununu ve Gustave Flaubert’in Madame Bovary’sini İngilizceye kazandıran da.

Kadınların oy verme, okula gitme, dava açma gibi haklarının olmadığı, ama işçi olarak fabrikalarda çalışabildikleri bir dönemdi. Eleanor, kadınların yaşadığı koşulları, ayrımcılığı, eşitsizliği o koşulları oluşturan ekonomik sistemden bağımsız ele alanları “Kadın sorununu her şeyden ayrı çözmek isteyenler, sanki vücudu genel olarak incelemeden lokal tedavi uygulayan bir doktor gibiler” diye eleştiriyor 1886’da yazdığı ‘Kadın Sorunu: Bir Sosyalistin Bakış Açısından’ makalesinde ve özetle şöyle devam ediyor: “Aslında gerçek şu; kadınlar da işçi sınıfı gibi eziliyor. İşçilerin, aylakların örgütlü zulmünün köleleri oldukları gibi, kadınlar da erkeklerin örgütlü zulmünün köleleri. Bizim şunu anlamamız gerekiyor; toplumun şu anki durumunda zorluklara, sorunlara hiçbir çözüm yok. Kadınlar da üretenler gibi kendi kurtuluşlarının öznesi olmalılar. Elbette kadınlar erkekler içerisinden kendilerine müttefikler bulabilir, tıpkı işçilerin filozoflar, sanatçılar ve şairlerle ittifak kurduğu gibi ama ne kadınlar erkeklerden medet ummalı, ne de işçiler orta sınıftan.

Kadınların doğası gereği güçsüz olduğunu, doğal yerlerinin evleri olduğunu savunanlar, patronların sırf ücretleri düşürmek için onları evlerinden çıkarıp işe aldığını unutuyorlar. İşte orada sadece kapitalist üretimin doğası konuşuyor. İşçilerin haklarının patronlar tarafından zorla el konulduğu gibi, kadınların ekonomik pozisyonları da tamamen erkeklere bağlı. Hala çocuklar erkeklerin velayetinde, kadınların boşanma hakları yok, kaç çocuk doğuracaklarına karar verme hakları yok.”

Kapitalizm koşullarında kadınların durumunu ortaya koyan Eleanor, makalenin sonunda şunu soruyor: Peki ya sosyalizme geçince ne olacak? “Şimdiden kesin olduğunu söyleyebileceğimiz birkaç şey var, gerisi toplumun gelişimine göre şekillenecek. Açıkça herkes için eşitlik olacak, hiçbir cinsiyet ayrımı olmadan. Kadın bağımsız olacak, eğitim ve iş fırsatı olacak. Tıpkı erkek gibi o da sağlığı yerinde olduğu takdirde günde bir iki saatini toplumun, yani kendisinin, ihtiyaçlarına göre toplumsal çalışmaya ayıracak. Geri kalan vaktini sanat, bilim, öğretme veya yazma ya da sadece eğlenmek için ayırabilecek. Fuhuş, onu yaratan ve zorunlu kılan ekonomik koşullar gibi ortadan kaldırılacak.”

Babasının yakın mücadele yoldaşı, refakatçisi, başta Wilhelm Liebknecht olmak üzere dönemin devrimci önderleriyle yazışan, çeşitli yayın organlarına düzenli yazılar yazan Eleanor’un özel yaşamı, politik ve sendikal yaşamı kadar parlak olamadı. Karl Marx’ın ölümünden sonra, on beş yıl boyunca yaşamını paylaştığı Edward Aveling ne yazık ki bir düzenbazdı. Aveling, söylentiye göre parası için evli kaldığı karısı ölünce, Eleanor’dan gizli olarak, ismini değiştirip bir başka bir kadınla evlendiği ortaya çıktı. Bu olay Eleanor’u derinden sarstı ve kısa süre sonra 43 yaşındayken, 31 Mart 1898’de hayatına son verdi.


KADIN İŞÇİLERİN ÖRGÜTLENMESİ İÇİN
Eleanor Marx’ın hayatı sadece kitaplar ve çevirilerle sınırlı kalmadı. O, ustaları Marx ve Engels’den öğrendiklerini pratikte de uyguluyordu. Londra’daki birçok işçi eyleminin örgütleyicileri arasındaydı; gaz işçilerinin grevi, Bryant and May kibritçi kızlar grevi, cam üfleyicilerinin grevi, liman işçilerinin grevi... 1889 1 Mayısı’nda kürsüden 100 bin işçiye, sosyalistlerin önündeki en acil görevin sekiz saatlik iş günü olduğunu açıklıyordu.
Bu grevlerden biri de Silvertown grevi. Silvertown, adını S. W. Silver and Co lastik fabrikasından alan bir sanayi bölgesi. 19 ve 20. yüzyılda çalışma ve yaşam koşulları berbattı. İşçilerin saatlerce çalıştığı mahzen gibi fabrikalardan Thames ırmağına kirli atıklar dökülüyor, yaşam alanlarını da zehirliyordu. Burada ortalama yaşam süresi birçok yere göre çok daha düşüktü. 11 Eylül 1889’a gelindiğinde öncesinde gerçekleşen diğer grevlerin ve sosyalistlerin etkisiyle Silvertown’daki işçiler örgütlenip greve çıkmıştı. Daha birkaç ay önce gaz işçilerinin mücadeleleriyle kurulan Ulusal Gaz İşçileri ve Genel İşçi Sendikası’nın (NUG&GL) bütçesi olmasa bile başta genç kadınlar olmak üzere işçiler sokak sokak gezerek grev için fon topluyordu. Özellikle bir sene önceki kibritçi kızların grevi, o zamanlar sendikalarda pek kabul görmeyen kadın işçilerin örgütlenmesinin önünü açmıştı. Silvertown’da da çalışanların yüzde 13’ü kadındı ve burada Eleanor’un öncülüğünde NUG&GL’nin ilk kadın kolu kuruldu. Daha sonra kibrit fabrikası işçileri de bu sendikaya katıldı.
İlgili haberler
Ölü insan zeytin ağacı dikemez!

Ama biz insan kalanlar, ölümü değil, hayatı o kadar severiz ki, şairin dediği gibi yetmiş yaşımızda...

Bu hashtagde mücadele var: #8Mart

Geçen yılki uluslararası eylemlilik halinden bu yıla kadın mücadeleleri ne durumda, gündemler neler?...

Sigorta patronun keyfine göre, sömürü en ala!

Sultangazi’de 250'ye yakın işçinin çalıştığı bir gıda fabrikasında Suriyeli, genç, kadın işçiler çoğ...