Mesele yalnızca kendi hayatımız değil
Öfkemiz büyürken bunu birleştirmenin zorunlu olduğu zamanlardayız. Genç kadınlar şiddetin tam ortasında ancak buraya sıkışmak, mahkûm olmak zorunda değiliz.

Genç kadınlar yükselen yurt fiyatları, kira fiyatları, iş arayışlarının sıkıştırdığı cenderede yaşamaya çalışırken, üzerlerindeki baskı dolu atmosfer de genişliyor, hayatlarına, yaşam alanlarına saldırılar ardı arkası kesilmeden devam ediyor. Danıştay, İstanbul Sözleşmesinden çıkılması kararını uygun bulurken metroda taciz ettiği bir kadını “Hadi polise gidelim de gör gününü” diye tehdit edebiliyor adamın teki. Bir bakıyoruz uzaklaştırma kararlarına rağmen öldürülen kadınların sayısı her geçen gün katlanıyor. Şiddet öyle yaygınlaşıyor ki kadınlar vakit geçirdikleri mekânları değiştirmek zorunda kalıyor, bankta yanlarına oturdukları adamlar tarafından şiddete maruz kalıyor, yolda yürürken alenen çirkin tekliflerle karşılaşıyor… Bir öğreniyoruz ki uzaklaştırma kararı aldırdığı adamın saldırısı yüzünden eli yüzü kanlar içerisinde kalan bir kadın karakola gittiğinde ciddiye alınmıyor. Kadınlar sokak ortasında tanımadıkları erkekler tarafından bıçaklanıyorlar. Şiddet faillerinin açıklaması “Sinirlendim yaptım” olabiliyor! Bu baskı ve şiddetin hem iktidar politikalarında hem de toplumsal alanda farklı farklı yansımalarıyla yüzleşiyoruz adeta.

MUHAFAZAKÂRIN DAHA DA MUHAFAZAKÂRLAŞTIRILMASI

Kadınları kapalı bir kutuya koymaya çalışanları daha fazla görüyoruz çevremizde artık. Bir arkadaş diyor ki geçen gün, “Camide namaz kılıyordum, bir teyze geldi, pantolonla namaz kılınmaz diye laf etmeye başladı.” Daha önce bu Ekmek ve Gül’de çokça muhafazakarlaştırma savaşının bir sonunun olmadığını çünkü bu meselenin yalnızca onu giyme bunu giy anlamına gelmediği yazılmıştı. İşte size bir örnek. Bu her zaman daha ileriye gidebilecek bir olgu, kadınların hayatlarına müdahaleyi inşa etmek iktidarın bir aracı. Öylesine ki kadınlar dahi birbiri üzerinde baskı oluşturuyor, bu yarışa giriyor.

BÜTÜN KADINLARA HADDİNİ BİLDİRME ÇIKIŞLARI

Şiddet yalnızca maruz kalan kadınlar için değil bütün kadınlar için bir gözdağı olarak uygulanıyor, kadınlara haddini bilecekleri sınırları çekmeleri için politik bir araç işlevi görüyor. Mahkeme salonlarında haksız tahrik indirimi kararlarının verilmesi, kadın sığınma evlerinin yok denecek kadar az olması, şiddetin çeşitli söylemlerle aklanması, kadınlara uygulanan şiddeti önleyecek kurumların bütçelerinin azaltılması ve daha pek çok şiddetin önünü açan şey, kadınları hizaya çekmek için kullanılıyor. Kadına yönelik şiddet failleri mayın gibi sokağa bırakılıyor. Bu şiddete karşı olan kadınların haklarını aradıkları eylemler ise yine polis şiddetiyle karşılanıyor.

Bir yandan da giderek artan bir yoksulluk var. Kışın derslerden arta kalan vakitlerde part-time çalışan genç kadınlar yazın da iş kovalamaya başlıyor. Kadınlar ekmek kavgasına düşerken de birçok açıdan şiddete maruz kalıyorlar. Çalışmak zorunda kaldıkları mekanlarda patronlar, çalışanlar, müşteriler tarafından tacize uğrama oranları artıyor. İzmir’de bir mekanda yalnızca bir hafta çalışmaya dayanabilmiş lise mezunu bir arkadaş şöyle aktarıyor: “Yürürken dahi tacize uğradığımı hissediyordum.” Bu olayın bir diğer boyutunu ise bize raporlar gösteriyor. Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi (BETAM), “Kadın İşsizliğinde Alarm Zilleri Çalıyor” başlıklı raporu, kadın işsizliğindeki ciddi artışa işaret ederken istihdamda erkeklerin daha çok tercih edildiğini de verilerle ortaya koydu.* Kadınların kendi paralarını kazanacakları, hayatlarını devam ettirecekleri işleri bulmaları ve bunu yaparken de mobbinge, tacize açık olmayacakları iş koşullarının oluşturulması çok kritik duruyor. İzmir’de ESHOT otobüslerinde 2 yıldır şoförlük yapan bir kadına 4 ayrı darp raporu olan birisinin vurması bizlere gösteriyor ki, şiddet yalnızca özel alanda yaşanan ve çokça söylendiği gibi “kadınların da iyi insanlarla birlikte olmayı seçerek” kurtulabileceği bir şey değil!

Hal böyleyken mesele yalnızca kişisel hayatlarımızla ilgili bir durum olmaktan çıkıyor, yaşadığımız çevreyi, toplumu, şartları değiştirip dönüştürmeyi koşulluyor.

ÖFKEYİ ÖRGÜTLEME ZAMANI

Bu ortamda biliyoruz ki “…Kadınlara karşı ayrımcılık yapan yasa ve uygulamalar yürürlükten kaldırılacak. Kadınların toplumsal cinsiyete dayalı şiddete karşı korunması için gerekli olan özel tedbirler, bu sözleşme hükümlerince ayrımcılık olarak sayılmayacaktır…” diyen İstanbul Sözleşmesi’ni kadına şiddeti, ayrımcılığı döşeyen bu atmosferi oluşturan iktidarın kaldırması olağandışı değil. Tek adama bağlı yargının bu kararı onaylaması da umulmadık değil. İstanbul Sözleşmesinin feshinin diğer sözleşmelere de yasalara da tehdit olduğu aşikar. Ancak dayanışma ve mücadelenin kendisini ne kadar güçlendirdiğini işyerinden sokaklara, mahkeme salonlarından sosyal medyaya deneyimleyerek öğrenen kadınlar bu sözleşmenin imzalanmasının da yürürlükte kalmasının da kendilerinden geçtiğini bilerek “Biz bitti demeden bitmez“ diyorlar. Şiddete, eşitsizliğe, yoksulluğa karşı birlik olma taleplerini yineliyorlar. Öfkemiz büyürken bunu birleştirmenin zorunlu olduğu zamanlardayız. Genç kadınlar şiddetin tam ortasında ancak buraya sıkışmak, mahkûm olmak zorunda değiliz. İşte bu nedenle dayanışmayı önemsediğimiz kadar örgütlenmeyi de önemsemeliyiz.

Fotoğraf: Ekmek ve Gül

İlgili haberler
Üniversiteli bir genç kadın: Kendimi yük gibi hiss...

Devletin öğrencilere daha fazla destek olması gerekiyor. Hiç değilse yurtlar öğrenciler için ücretsi...

İstanbul’da 200 bin kadın işgücünden çekildi: Genç...

2018 sonrası kriz ve pandeminin kadınları çalışma yaşamının dışına ittiğini gösteren İstanbul İşgücü...

Okurken de mezunken de ucuz işçi: Genç kadınlar ge...

Genç kadın işsizliği artarken; üniversite öğrencileri ise faturalar, ulaşım ücretleri, barınma gider...