Mahkemelerde kadına sadakat sorgusu, erkeğe öfke indirimi!
Sadakat meselesi, ceza hukukunun tartışma alanı değildir. Taraflar arasında bu tür bir sorunda başvurulacak yer aile mahkemesidir. Bu durum medeni hukukta boşanma ve tazminat sebebi sayılabilir.

Eskişehir’de, 23 kez koruma kararı için başvuran, sokak ortasında satırla saldırıya uğradığında “Beni korumak için ölmemi mi bekliyorsunuz?” yazdığı dilekçesi çantasından çıkan Ayşe Tuba Arslan’ın katili Yalçın Özalpay’ın cezası “haksız tahrik indirimi” ile 24 yıla indirildi. Ayşe Tuba’nın “akrabalık ilişkisi, iş ilişkisi bulunmayan bir erkekle yoğun iletişim kurması” “mesajda aralarındaki samimiyeti gösterir şekilde maktule ‘canım’ diye hitap etmesi” indirimin gerekçesi sayıldı ve mahkeme o tarihte boşanmış olan Ayşe Tuba Arslan’ın “sadakat yükümlülüğüne aykırı davrandığını” iddia etti. İşte bu gerekçeyle 24 yıl hapis cezası alan katil sadece 10 yıl cezaevinde yatıp çıkacak.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın imzasıyla Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesinin peşi sıra kadınların pek çok hakkına yönelik saldırının gündeme geleceği dile getirilirken, yargının tam da bu süreçte verdiği karar, medeni hukukun değil gerici hukukun devreye sokulduğunu gösteriyor. Sadakat yükümlülüğü nedir, yargının uygulaması aşamasında kadınlar ve erkekler açısından farklılık gösteriyor mu, bu karar önümüzdeki yargı kararlarını nasıl etkileyecek Ufuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Medeni Hukuk Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Özge Yücel’e ve Ayşe Tuba Arslan Davası Komitesinden Avukat Heval Yıldız Karasu’ya sorduk.

Ayşe Tuba Arslan davasında katile verilen Ayşe Tuba’nın bir başkasına attığı “canım” mesajı katile “haksız tahrik indirimi” olarak döndü. Bu karar ile birlikte “sadakat yükümlülüğü” gündeme gelmiş oldu. Nedir bu sadakat yükümlülüğü?

Evlenme ile kurulan evlilik ilişkisinde Türk Medeni Kanunu madde 185/3 gereği eşler birlikte yaşamak, birbirine sadık kalmak ve yardımcı olmak zorundadır. Bu yükümlülükler evliliğin başlangıcından evliliğin sona ermesine dek sürer. Bu yükümlülüklerin getirilmesinin temelinde evliliğin kendine özgü bir ortaklık ilişkisi kurmasının bulunduğu belirtilebilir. Dolayısıyla, ortakların ortak menfaatleri koruması beklenmektedir. Bu bağlamda güven sarsacak davranışlardan da kaçınmaları beklenir. Toplumda sadakat yükümlülüğü cinsel sadakate indirgense de bu aslında aile sırlarının korunması veya ekonomik meselelerde güven sarsıcı davranışlardan kaçınmayı da kapsar. Eşlerin bu yükümlülükleri haklı bir sebep olmaksızın yerine getirmemesi sadece karşı tarafa boşanma hakkı ve şartları varsa maddi ve manevi tazminat isteme hakkı tanır. Sadakat veya yardım etme yükümlülüğünün bunun dışında bir anlamı ve sonucu, yaptırımı yoktur.

Sadakat yükümlülüğünün kadınlarla erkeklere uygulanmasında neler yaşanıyor, bir farklılık var mı?

Esasında kanun hükmünün içeriğinde cinsiyet ayrımı yapılmamış, eşlerin birbirine sadık kalma yükümlülüğü altında olduğu belirtilmiştir. Ancak hukuk uygulamacıları kanunu yorumlarken ve uygularken toplumsal cinsiyet normlarını yeniden üretmektedir. Kadın eş erkek eşi aldattığında yargıçlar bunu kadına “haysiyetsiz yaşam sürme”, “haysiyetsiz davranış” olarak yükleyebilirken erkek eş kadın eşi aldattığında sadece evlilik birliğinin yükümlülüklerinin ihlali olarak yorumlamakta ve haysiyetsiz davranış yorumunu getirmemektedir. Eşitsiz toplumsal cinsiyet normları sebebiyle kadınların sosyal yaşamında, iş yaşamında sıradan davranışları bile güven sarsıcı davranış olarak yorumlanabilirken; erkekler için çok daha açık deliller (otel görüntüleri, mesajlaşmalar vs.) sunulduğunda erkek eşin aldattığı kanaati oluşabilmektedir.

Doç. Dr. Özge Yücel/Fotoğraf: Kişisel arşivi

‘ALDATMA ŞİDDETLE EŞİT KUSUR OLARAK DEĞERLENDİRİLİYOR’

Boşanma davası süreçlerinde kadınlara ve erkeklere eşitsiz uygulanan örnekler neler, boşanmadaki haklarını nasıl etkiliyor?

Kadın eş, erkek eşi aldattığında, erkek eş de kadın eşe fiziksel şiddet uyguladığında mahkeme bunları eşit kusur sayabilmektedir. Oysa şiddet davranışı her durumda sadakat yükümlülüğünün ihlalinden daha ağırdır. Eşit kusur olarak değerlendirilmesi yargının sadakat yükümlülüğüne haddinden fazla anlam yüklemesine dayanmaktadır. Bu da şiddet gören kadının tazminat almasına engel olmaktadır. Evlilik içinde kadının eşiyle cinsel ilişkiye girmek zorunda olduğunu varsayan uygulamacılar evlilik içi cinsel saldırının hukuka aykırılığını kabul etmekte zorlanmakta, bunu yargı kararlarında “kadınlık vazifesi” olarak ifade etmektedir. Bu yaklaşım kadının özne değil nesne olarak algılandığını göstermektedir. Oysaki cinsel ilişkiye girmek iki taraf için de görev veya zorunluluk olamaz. Bu doğrultuda iki eşten birinin istekli olmaması rıza dışı cinsel davranışları cinsel saldırıya dönüştürür. Fakat yargının “vazife” yaklaşımı erkekleri de zor durumda bırakmaktadır. Erkeğin bir sebep olmadığı halde cinsel ilişkiye girmekten kaçınması yargıçlar tarafından boşanma davasında kusurlu davranış olarak yorumlanmaktadır. Yargının bu tavrı da cinsiyetçidir, toplumsal cinsiyet normlarından beslenir.

‘SADAKAT YÜKÜMLÜLÜĞÜ HUKUKEN HAKSIZ TAHRİK GEREKÇESİ OLAMAZ’

Kadına şiddet suçlarında bu yükümlülüğü yerine getirmeme iddiası şiddet cezalarını nasıl etkiliyor?

Şiddet failleri sıklıkla ceza indirimi almak için mağdurun sadakat yükümlülüğüne aykırı davrandığını iddia edebilmektedir. Aslında Türk Ceza Kanunu’nda böyle bir indirim yoktur. Burada uygulamacılar haksız tahrik indirimine dayanmaya çalışmaktadır ancak haksız tahrik düzenlemesinin de bu konuyla ilgisi yoktur. Türk Ceza Kanunu’nun 29. maddesine göre “Haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işleyen kimseye” haksız tahrik altında suç işlediği gerekçesiyle ceza indirimi uygulanır. Düzenlemeden de açıkça anlaşılabileceği gibi şiddet mağduru kadının haksız fiil işlemiş olması gerekir ki fail suçu haksız tahrik altında işlemiş sayılsın. Oysa sadakat yükümlülüğünün ihlali haksız fiil değildir, yalnızca evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerin ihlalidir, yaptırımı da boşanma ve tazminatla sınırlıdır. Bir fiilin haksız fiil olabilmesi için objektif anlamda hukuka aykırı olması gereklidir. Yalnızca evlilik hukuku içinde kısıtlı etkisi bulunan bir yükümlülüğün ihlali hukuka aykırı sayılamaz. Bir fiilin hukuka aykırı sayılabilmesi için ya mutlak olarak herkese karşı korunan bir değere, menfaate saldırıda bulunulmuş olması gerekmektedir. Oysa sadakat yükümlülüğü sadece eşler arasında geçerlidir ve dolayısıyla mutlak olarak herkese karşı korunan bir menfaate karşılık gelmez.

Dolayısıyla yargıçların haksız tahrik olgusunu eril biçimde yorumlayarak salt tahrik olma şeklinde algıladığını ve kararlara yansıttığını görebiliyoruz. Erkeğin toplumsal cinsiyet normlarıyla yüklü erkeklik egosunu inciten (!) her tür davranış erkeği öfkelendirmekte ve bu öfke indirime haklı gerekçe sayılabilmektedir. Oysa bu yaklaşım ve yorumlama biçimi kanuna açıkça aykırıdır.

Öte yandan kadın eşin gerçekten sadakat yükümlülüğünü ihlal edip etmediği de çoğu kez sorgulanmamakta, varsayılmaktadır. Öldürülen kadınların ardından onların eylemleri hakkında erkeklerin beyanları esas alınmakta ve salt beyana dayanarak fail için indirim uygulanabilmektedir. Bazen kadının çantasından doğum kontrol hapının çıkması, bazen eve geç gelmiş olması onun bu yükümlülüğü ihlal ettiği kanaati için yeterli sayılabilmektedir.

‘ERKEKLERİN ÇOK EŞLİLİĞİ ZİNA OLARAK GÖRÜLMÜYOR’
İstanbul Sözleşmesi’nden çıkış kararı sonrası zina tartışmaları ve zinanın suç olarak tanımlanıp yeniden TCK’ya girmesi tartışmaları da gündeme geldi. Siz böyle bir tabloyu nasıl değerlendiriyorsunuz?
İstanbul Sözleşmesi’nden Türkiye’nin geri çekilmesi sadece zina değil pek çok konuda elde ettiğimiz kazanımların kaybı konusunda bir kaygı ve tehdit oluşturdu. Nafaka, çocuk istismarcılarına af gibi pek çok tartışmada kadınların ve çocukların aleyhine sonuç doğuracak bir politik tavrın geliştirildiğini görmek şaşırtıcı değil. Özellikle kadınların bu konuda çok dikkatli olması ve zina tekrar suç olursa, sadakatsiz erkeklerin cezalandırılacağı propagandalarına kapılmamaları gerekiyor. Zinanın tekrar TCK’ye girmesini isteyenler, erkeklerin çok eşliliğini zina olarak görmüyor ve sadece sadakatsiz kadınların cezalandırılması için bu düzenlemeyi istiyor. Ortaya çıkan tablo bütün halinde değerlendirildiğinde ne yazık ki dini kurallarla yönetilme biçimine karşı mücadele verdiğimizi gösteriyor. Toplumun laikliğin önemini on yıl önce idrak edemeyen bazı kesimleri şimdi şeriat tehlikesiyle karşı karşıya olduğumuzu fark ediyor. Laik hukuk kadınların ve çocukların yaşamlarının, özgürlüklerinin, onurunun korunması için vazgeçilmezdir. Bunun için bütün gücümüzle mücadele etmeye devam edeceğiz.

Av. Heval Yıldız Karasu | Yaşam Bellek Özgürlük adlı Twitter hesabının gönderisinden alınmıştır

AV. HEVAL YILDIZ KARASU: SADAKAT YÜKÜMLÜLÜĞÜ CEZA HUKUKUNUN MESELESİ OLAMAZ

Ayşe Tuba’nın davasında katil haksız tahrik indirimi alması ve gerekçesinin de “sadakatsizlik” olmasını değerlendiren Ayşe Tuba Arslan Davası Komitesinden Heval Yıldız Karasu katılan vekilleri olarak davanın başından beri; kadın cinayetlerinde “namus” bahanesinin, şiddeti haklı kılan gerekçe olarak kullanılamayacağını, zira bu olayda da namus bahanesinin gerçeği örtmek için kullanıldığının ve tarafların boşanmış olmaları nedeniyle bu savunmaya itibar edilemeyeceğinin altını çizdiklerini söyledi. Yerel mahkemenin, fiilin boşanmadan sonra gerçekleşmesi sebebiyle sanığın namus bahanesini haklı görmediği ve sanığın söylediği hiçbir şeye itibar etmediğini hatırlatan Karasu, “Ancak istinaf mahkemesi adeta bir boşanma davası vekili gibi davranıp sanık erkek lehine dosyada delil arayışına girdi. Dosyada sanığın söylediği pek çok yalanı bertaraf eden gerçekler olmasına ve telefonda görüşülen kişilerin iş ilişkisi olduğunu sanığın da bilmesine rağmen bu gerçekleri görmezden gelerek tek taraflı bir inceleme ile erkek lehine karar verdi.

Mahkeme kararını sanığın beyanlarını esas alarak aldatma üzerinden kurdu ve gerçeğin böyle olmadığını anlatacak Ayşe Tuba aramızda- duruşmada yoktu. Bu sebeple duruşmada Ayşe Tuba’nın veremediği son dilekçelerinden birini okuduk. Ayşe Tuba savcılığa yazdığı bu dilekçesinde özetle, ‘… bu adam bana bir çok tehdit de ve iftira da bulunuyor.. ben 25 yıldır iyiydim evi terk edip yeter deyince mi kötü kadın oldum ? .. artık bu iftiralara ve tehditlere dayanamıyorum. .. artık çok yoruldum, bir kadın olarak savcılıktan rica ediyorum.. ben öldükten sonra mı bana yardımcı olacaksınız?’ demiştir” diye konuştu.

‘AYŞE TUBA’NIN SADAKATSİZLİĞİNİN BELGESİ YOKKEN SANIĞIN TÜM YAPTIKLARININ BELGESİ VAR’

Karasu, bu kararın tam da İstanbul Sözleşmesi tartışmaları sürecinde verilmesinin dümenin çevrildiği yönü de gösterdiğini söyleyerek şöyle devam etti: “Meclise getirilen tasarılar, yazılan yazılardan da anlaşılmaktadır ki, önümüzdeki süreçte istismar ve tecavüzcülerin affı ve hatta zina, madde 438 gibi yol aldığımız eski tartışmalar bile yeniden gündeme gelebilir.

Gerek tanık beyanları gerek dosya içindeki evraklardan anlaşılacağı üzere bu davanın asıl kilit noktalarından biri şudur ki, bu cinayet, asalak yaşamayı alışkanlık haline getirmiş ve Ayşe Tuba’ya yıllarca bu ve benzeri sebeplerle şiddet uygulamış sanığa karşı, Ayşe Tuba’nın “artık yeter” demesi üzerine şekillenmiştir. Sanık yaşam standartlarını kaybettiği aşamada tehdit, hakaret, şiddet ve iftiralara başvurmuş ve Ayşe’nin 23 kez şikâyet etmesine sebep olmuştur. Dosyada sanığın tüm bu yaptıkların belgesi vardır ancak Ayşe’nin sadakatsizliğinin belgesi yoktur. Dolayısıyla mahkemenin dayanak noktasının bu olması gerçekçi değildir.

Ayrıca sadakat meselesi, ceza hukukunun tartışma alanı değildir. Taraflar arasında bu tür bir sorun olursa tarafların başvuracağı yer aile mahkemesidir. Bu durum medeni hukukta boşanma sebebi ve tazminat sebebi sayılabilir. Ancak ceza hukukunda bu meselenin konu edilmesi ve halen indirim sebebi sayılması toplumun ve hukukun gelişmişlik düzeyinin ne aşamada olduğunu gösterir.”


İlgili haberler
‘Namus cinayetlerinde sadakat indirimi’ kararı

Yargıtay, eşini kendisini aldattığı gerekçesiyle öldüren kocanın müebbet hapis cezası kararını bozdu...

Ayşe Tuba Arslan’ın ‘canım’ mesajı katile tahrik i...

23 kez şikayet etmesine rağmen Ayşe Tuba Arslan’ı öldüren fail Yalçın Özalpay için Ayşe Tuba’nın S.E...

İstanbul Sözleşmesi sonrası zina tartışmasına açıl...

Kadınlara çıtası giderek düşen 'hizalar' çekiliyor, bu 'hizalar' hukuken de kayda geçsin diye tüm ya...