Bugün (28 Kasım) Friedrich Engels'in doğum günü...
Onu, erkek egemenliğinin insanlığın tüm zamanı için bir norm veya pek çok toplumda olduğu mitini yıktığı, hem kadınların kurtuluşu perspektifi, hem de materyalist tarih kavrayışı açısından kritik önem taşıyan “Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni” yapıtıyla hatırlayalım:
AİLENİN, ÖZEL MÜLKİYETİN VE DEVLETİN KÖKENİ (1884)
Engels’in birkaç ay gibi kısa bir sürede yazdığı kitap Morgan’ın 1877 yılında yayımlanan ve Marx’ın büyük ilgisi gösterdiği Eski Toplum kitabına dayanıyor. Marx’ın Etnoloji Defterleri’nde yarım bıraktığı işi Engels’in Marx’ın ölümünden sonra kaleme aldığı Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni kitabıyla tamamladığını söyleyebiliriz. Engels, kitabında Morgan’ı izleyerek aile örgütlenişinin tarihini, iktisadi yaşamda baş gösteren değişimler temelinde inceler.
Bu çalışmayla birkaç yüzyıl önce başarılan şey şudur; erkek egemenliğinin insanlığın tüm zamanı için bir norm veya pek çok toplumda olduğu miti yıkılmıştır. Engels bu çalışmayla erkek egemenliğinin sonsuzdan sonsuza uzanan gerçekler olmadığını anlattı.
Kitap, hem kadınların kurtuluşu perspektifi, hem de materyalist tarih kavrayışı açısından kritik önem taşır. Kadınların ezilme süreçlerinin sınıflı toplumların varlığı ve gelişimine bağlı olarak nasıl ortaya çıktığını, her yeni üretim ilişkilisi içinde nasıl form değiştirdiğini anlattı.
Peki kitabın toplamından ne tür kuramsal sonuçlar çıkar?
Öncelikle kadının ikincilliği evrensel değil, üretim ilişkilerinin karmaşık biçimlenişi içerisinde şekillenen tarihsel-toplumsal bir olaydır. Bu ikincillik, kadının üretim (maddi yaşam araçlarının üretimi) ve yeniden üretim (yeni kuşakların üretimi) süreçleri içindeki konumuyla bağlantılıdır.
Geçim kaynaklarının kolektif olarak üretildiği ve tüketildiği küçük ölçekli toplumlarda gerek bireyler, gerekse toplumsal cinsiyet rolleri arasındaki ilişkilere eşitlik ilkesi damgasını vurur.
Her durumda özel mülkiyet ve devletin biçimlenişiyle kadın cinsinin ikincilleşmesi arasında bir koşutluk saptamak mümkündür.
Engels, kadın-erkek eşitsizliğinin özel ve kamusal alanların ayrılmasını, kamusal alanın özel alan karşısında öncelik kazanmasıyla bağlantısını feminist literatürden yaklaşık yüz yıl önce ortaya koymuştur.[1]
Engels’in eserine ilişkin, “antropolojik bulguların onun ortaya koyduğu verileri doğrulamadığına, yeni bulguların tarihin onun ortaya serdiği akış gibi olmadığını gösterdiğine” ilişkin eleştiriler vardır. Yeni bulguların, henüz Darwin’in evrim teorisini ortaya atışının üzerinden çok kısa zaman geçmişken böyle bir yapıt ortaya koyan Engels’in eksik değerlendirdiği ya da değerlendiremediği pek çok noktayı bugün daha iyi bilmemizi sağladığı doğrudur. Ama bu yeni antropolojik bilgiler, küçük ölçekli toplumlarda kadın-erkek ilişkilerinin, sınıflı toplumlara göre daha eşitlikçi olduğu, kadınların çok daha özerk davranabildikleri olgusunun üzerini örtmez. Sonradan bilgisine ulaşılan verilerin varlığı, toplumun üretim kapasitesi ve ölçeği genişleyip sınıflaşma eğilimi arttıkça kadınların özerkliklerini yitirdikleri gerçeğini değiştirmiyor.
Kaldı ki Engels’in yapıtı, bir antropoloji kitabı olmanın ötesindedir. Ailenin, özel mülkiyetin ve devletin ebedi kurumlar olmadığını, bunların ekonomik, toplumsal, tarihsel koşulların ürünleri, bu nedenle de örgütlü insan eylemiyle dönüştürülebilir ve hatta dönüşmek zorunda olduklarını göstermeyi hedefleyen bir eylem rehberidir.
Engels’in analizi geliştirilmeye ihtiyaç duyabilir ama özü apaçık ortadadır. Doğrudan kullanım için üretimin hâkim üretim biçimi olduğu sınıflı toplumlar öncesinde var olan cinsiyete dayalı iş bölümü herhangi bir toplumsal cinsiyet eşitsizliği içeriğine sahip değildi. Kadınlar üretici ve yeniden üretici rollerini bir arada sürdürebiliyorlardı, yani her iki cinsiyet de üretici emek sergiliyordu. Ancak sınıflı toplumların ortaya çıkmasıyla değişim için üretim hâkim biçim olmaya başlayınca, cinsiyete dayalı iş bölümü cinsiyetler arasındaki eşitliği aşındırmaya yaradı. Üretim ve ticaret gitgide evin dışında gerçekleşmeye başladıkça hane esas olarak yeniden üretim alanına dönüştü. Böylece kamusal ve özel ayrımı başladı, mülk sahibi ailelerde de kadınlar giderek daha fazla eve hapsoldu. Ailenin yükselişi bile kadının aile içindeki bağımlı rolünü açıklamaya yeterlidir. İnsanlık tarihinde ilk kez kadınların doğum yapabilme yetisi onları üretimde önemli bir konum sahibi olmaktan alıkoyuyordu.
Engels’in analizinin temel noktaları hâlâ geçerlidir. Kadınlar üzerindeki tahakkümün ve ezilmenin kökenlerinin hane içindeki yeniden üretici rolünde ve ailenin toplumda ekonomik bir birim olmasında yattığını ileri sürer: “Modern bireysel aile kadının açıktan ya da örtülü bir şekilde köleleştirilmesine dayanmaktadır ve modern toplum, bu bireysel ailelerin birer molekül olduğu bir kütledir”[2] der Engels.
Yönetici sınıf aileleri bir kuşak sonrasının yönetici sınıflarını yeniden üretmek için yaşarken, işçi sınıfı aileleri bir kuşak sonrasının işçilerini yeniden üretirler. Bu nedenle, farklı sınıflara mensup kadınların deneyimlediği baskının doğası da farklılaşır.
Çekirdek ailede özelleşmiş yeniden üretim sürdükçe, kadınlara uygulanan baskı da sürecektir. Kadınlar için yasal eşitlik hakkının elde edilmesi, kadınlara uygulanan baskının ancak bu baskının temellendiği üretim ilişkileri alaşağı edildiğinde ortadan kaldırılabileceğinin daha net görülmesine yarayabilir.
Kadınlar üzerindeki tahakkümün ve kadınların ezilen bir cinsiyet haline getirilişinin kişisel/özel boyutlarını göz ardı mı etmektedir bu analiz? Hayır, tersine, bunu anlamak doğrultusunda bir kuramsal çerçeveyi Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni çalışmasıyla Engels ortaya koydu.
Engels ev içi baskıdan cinselliğin yabancılaşmasına, cinselliğin metalaşmasından ev işleri angaryasına, dayatılan tek eşlilik ikiyüzlülüğüne kadar kadınlara uygulanan her türlü baskıyı analize konu eder. Üstelik bu analiz, böylesi analizlerin kadın hareketleri sonrası yaygınlaştığı günümüzde değil, katı ahlak anlayışı ile toplumun tasarlanmaya çalışıldığı Viktoryen dönemde yapılmıştır.
Ailenin, Özel Mülkiyetin, Devletin Kökeni kadınların tarihsel yenilgisiyle emekçilerin tarihsel yenilgisini, özel mülkiyet ve devletin koşut ortaya çıkış tarihi içerisinde birbirine bağdaştırma girişimidir.
Clara Zetkin, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni’ne ilişkin şöyle yazar:
“… Bu eserden tek tek hipotez olarak ayıklanabilecek, evet ayıklanması gereken şeyler ne olursa olsun; bir bütün olarak bu esere bize, bugünkü aile ve evlilik biçiminin, iktisadi ilişkilerin ve mülkiyet ilişkilerinin etkisi altında tedricen gelişmiş olduğu çok karmaşık koşulları berrak bir şekilde teorik olarak kavrayışın parlak bir yığınını vermektedir. Ve bu kavrayış bize kadının geçmişteki konumunu doğru bir şekilde değerlendirmeyi yalnızca öğretmekle kalmaz, bilakis kadın cinsinin bugünkü toplumsal konumunu, özel hukuktaki ve devlet hukukundaki yerini anlamak için de sağlam bir köprü oluşturur.”[3]
Kaynak: Marksist kaynaklardan ‘cinsiyete’ bakmak: Bir okuma denemesi
[1] Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni’nin kuramsal değerine ve sonradan ortaya çıkan antropolojik veriler ışığında eleştirilen yönlerine ilişkin önemli bir değerlendirme için bkz. Özbudun, Sibel (2013) “Engels’i Yeni Veriler Işığında Okumak”, Marksizmin Başyapıtları içinde, Bilim ve Gelecek Kitaplığı, İstanbul.
[2] Engels, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, sf. 72.
[3] Zetkin, “Kadınlar Karl Marx’a Ne Borçludur?”, sf. 149.
İlgili haberler
Clara Zetkin: ‘Hayatın olduğu yerde savaşmak istiy...
Yaşamını emekçi kadınların kurtuluşu, işçi kadınların sınıf mücadelesine katılması için çalışarak ge...
Ekim Devrimi’nden güç alarak mücadeleye!
Gençlik Yaz kampı Kadın Çalışmaları Atölyesi kadın sorununa dair pek çok tartışma yürüttü demiştik....
Clara Zetkin: Kadınların kurtuluşu için mücadeleyi...
Marksizmin inanmış ve davaya ömrünü adamış eylemcisi, düşünürü ve yazarı... Bugünün ışığı...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.