
Adalet Bakanı geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklama ile aile hukuku alanında değişiklikler yapılacağını söylemiş ve boşanma davalarında arabuluculuk, yoksulluk nafakasının kaldırılması tartışmalarını yeniden gündeme taşımıştı. Aslında aynı açıklamadaki, “bu konuya çalıştık. Aile Mahkemesi hakimlerimizi topladık. İstinafta Aile Mahkemeleri davalarına bakan ve Yargıtayımızın 2’nci Hukuk Dairesi başkan ve üyeleriyle bir araya geldik. Sorunu tartıştık...” ifadelerinden anlıyoruz ki bu gündem ajandalarından hiç düşmemiş. Tüm bu sorunu tartışmalarının sonunda da aile arabuluculuğunun ülkemize kazandırılması gerektiğine karar vermişler.
Boşanma davalarında arabuluculuk uygulamasını başka bir yazımıza devredip, dikkatinizi Adalet Bakanı’nın açıklamasında yer alan bir ifadeye çekmek isterim: Bin bir zorlukla boşanma davası açma aşamasına gelen şiddet mağduru bir çok kadının tüm yaşadıklarını bir dilekçeye sığdırmak için nasıl bir zorluk yaşadığını görmezden gelen, o dilekçeyi yazmak zorunda kalan avukatın hangi kelimeleri, hangi olayları nasıl yazacağını da küçümseyen o ifadeye: “... aslında aralarında geçimsizlik yokken sadece avukata yazdırdığı o dilekçede...”
Meslek hayatında “o dilekçe”lerden sayısız kez yazmak durumunda kalan bir kadın hukukçu olarak “o dilekçe”nin yazım aşamasına gelene kadar neler yaşandığını da sayın Bakanımıza ve sevgili okurlara aktarmak isterim.
Duruşmamın olmadığı bir günü müvekkil görüşmelerine ayırarak günümü planladım. Saatlerimi görüşeceğim kadınlara göre ayarlayıp öğleden sonrası için randevulaşıp keyifli bir kahvaltı yapıp görüşme saatine kadar ufak tefek işlerimi halledip dışarı çıktım. Çıkmaz olaydım.
Bir cuma günü kafede...
Baro Adli Yardım Bürosu tarafından avukatı olarak atandığım bir kadın müvekkilim ile evinin çalıştığım yere uzak olması ve ayrıca maddi zorluklardan (evet şehir içi ulaşımın kendisi için pahalılığı nedeni ile) evine yakın bir kafede görüşme teklifimi kabul etmesi üzerine kendisi ile bir kafede buluştuk. Küçük çocuğunu bırakacak bir kimsesi olmadığı için çocuğuyla beraber gelmişti görüşmeye. Küçük çocuğun tüm o konuşmaları duymak zorunda kalması ve hatta bazen “babam da aslında işsiz değil ben işyerini biliyorum” diyerek konuşmaya katılması insanın içini ayrı bir cız ediyor. Müvekkilim, eşinin kendisini aldattığını, şiddet uyguladığını, doğum yaptığı hastanede yeni doğmuş küçük bebeği ile eşi tarafından “biraz hava alıp geleceğim” denilerek üzerinde hiç para olmadan terk edildiğini, hastaneden eve gidecek parası olmadan çıktığını, kendisine yol parasını ona acıyan bir polisin verdiğini, ancak o şekilde evine gidebildiğini, bazı günler çöpten yiyecek toplayarak çocuğunu doyurduğunu, merdiven temizliği yaptığını gözyaşları içinde anlatırken ben de göz yaşları içinde dinlerken bu görüşme bir avukat müvekkil görüşmesini çoktan aşmıştı. Zira kadın hakları alanında çalışan kadın hukukçular bilir ki bizler kadınların salt avukatları değil, gerektiği zaman dayanacakları bir güç, güven duyacakları bir danışman, derdini rahatlıkla anlatacağı bir psikolog da olabiliyoruz. Kendisi ile sarılıp ayrılarak ve hala görüşmenin ağırlığını üzerimde taşıyarak ikinci randevuma doğru yola koyuldum.
O dilekçeler çok hayati
Küçük bebeği olduğu için evine misafir olduğum anneyle ilk görüşmem olacaktı. Kızını bir cinayete kurban veren annenin yüzüne çöken hüzün daha ilk görüşünüzde sizi de sarıyordu. Kızını son görüşünü anlatırken yaşadığı yıkımı hala yaşıyordu tartışmasız. Ancak, bir taraftan bebekle ilgilenirken diğer yandan öldürülen kızının davasının mücadelesini anlatırken kadınların ne kadar güçlü ve direnç dolu olduklarını da bir kez daha ispatlıyordu. Bu kez yanında mücadelesini destekleyen bir kadın hukukçu olarak bulunuyordum. Bazen ağlarken, bazen boğazımıza bir yumruk tıkanıp sessizce otururken, çoğunlukla davanın takibi için neler yapılacağını, kızının katillerinin hak ettikleri cezayı alabilmeleri için mücadeleyi, dayanışmayı güçlendirmeyi konuştuk.
Günün mesaisini bitirip evime dönerken içimde volkanlar patlarken, diğer yandan temas ettiğimiz her kadının bu kadar ağır olmasa da bir şiddet hikayesinin olması, şiddet sarmalının nasıl da hayatımızın tam içinde olduğunu da gösteriyor. İstisnasız her gün en az bir kadın cinayetinin yaşandığı ülkede kadına yönelik şiddete dair somut ne gibi önlemler alındığını değil, hâlâ şiddetin önemsizleştirildiği açıklamalar okuyoruz. Ben de dönüş yolunda “o dilekçe”yi nasıl yazacağımı toparlamaya çalışıyorum.
Fotoğraf: Pixelshot
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.