Çizilen sınırları, biçilen kaderleri aşacağız, hayatı birlikte kuracağız
Kimi deprem bölgesinde yaşam kavgası veren, kimi yeniden kurduğu ufak tefek düzeni kaybedip bir yere sığınan mülteci kadınların yaşadığı zorluklar ağır ve kalıcı travmalara da neden oluyor.

Herkesin “O gece” diye cümlelerine başlarken kullandığı, telaffuz etmekten çekindiği 6 Şubat gecesi gerçekleşen Maraş merkezli deprem, birçok yıkıma ve can kaybına neden oldu. İskenderun’da yükselen feryatların aynısı iki adım ötesi Halep’ten de duyuldu. Tablo bizlere çizilen sınırlarla aynıydı. Türkiye’de Antakya bombalanmış gibiydi, Suriye’de Cinderes’in üzerindeki yıkıntılara yıkıntı eklenmişti. Suriye’nin kuzeyinin her yeri enkaz, her yeri yıkıntı. Ayakta duran binalar da yıkılınca göz gördükçe toprak, göz gördükçe acı. Suriye’de depremin ardından can kaybı rakamları farklı kurumlar tarafından farklı açıklansa da en az 5 bin kişinin hayatını kaybettiği biliniyor. Halep’te bir hastaneye giden İranlı muhabire doktor “Savaş, yıkım, göç, felaket memleketimizden eksik olmadı. Bizler başka yerlere yabancı olduk ama başka yerlerin yabancıları da bizim memlekette silahla volta attı. Burada yemek yok, ilaç yok. Hangi insani yardımlardan bahsediliyor” diyordu isyan ederek.

KALACAK YERİN PEŞİNDE…

İki adım ötede yeniden hayatı kurmaya çalışan, sefer bohçasını açıp, sıfırdan bir yaşam inşa etmeye çalışan mülteciler yine felaketin içinde buldu kendi. “Bir anda her şey karardı. Bombalar yağdı sanki yine. Öyle bir ses, öyle bir yıkım. Sanki her şey durdu” diyordu depremin ikinci günü Fatma. Suriyeliydi. Antep’te yaşıyordu. Yine evi yıkılmıştı. “Kalacak yerim yok” demenin yükü sadece trajik olarak ağır değildir. Bize çizilen sınırlarda bile kalacak yerimizin olmaması, bize dayatılan hayatın sadece küçük bir resmi. Suriye’de iç savaşın başlaması sadece bir iç mesele olarak kalmadı. ABD, Rusya, Fransa, Türkiye, İran ve birçok ülke yeni düşler peşinde girdi o topraklara. 12 yıldır felaketin sürdüğü Suriye’de insanların yeniden hayatını kurmasının tek yolu göç etmekti.

Uzun yolları aşan, sınır kapılarında bekleyen, çocuklarının başına bir şey gelmesin diye tüm zorlu süreçleri tahammül eden Suriyeli kadınların hikayeleri o süreçleri anlamamıza yardımcı olur. Bu hikayelerin menşeini ve mülteciler özellikle mülteci kadınlar açısından depremden önce süren hayatı hatırlamakta fayda var.

Türkiye’de yaşayan resmi verilere göre 4 milyon mültecinin yaklaşık 2 milyonu, Antep, Maraş, Diyarbakır, Adıyaman, Malatya, Hatay, Adana illerinde yaşıyordu. Suriye ile sınır veya yakın olan bu bölgelerde yaşayan kız çocukları ve kadınların sayısı ise yaklaşık 900 bin olarak kaydedilmişti. Avrupa Birliği ve Türkiye’nin anlaşmasına göre geçici koruma veya uluslararası koruma sahibi mülteciler Avrupa Birliğinin, Türkiye’ye ödediği ödenekten yararlanabilecekti. Bu ödenek Türkiye tarafından Kızılay kartı ile her aile için 18 yaş altı her çocuğa 100-150 TL olarak belirlenmişti. Yeniden bir yaşam inşa etmenin zengin kesimler için daha kolay olduğu bu süreç, yoksul, işçi ve emekçi Suriyeliler, özellikle kadınlar için çok zor ilerliyordu.

‘DAYANACAK GİBİ DEĞİLDİ’

Özellikle mülteci kadınların yeni bir dil ile Türkiye’ye uyum sağlamaları hükümet tarafından düşünülmemiş ve uygulamaya koyulmamış entegrasyon planlarıyla çok olanaklı değildi. Mülteci kadınlar savaşın yeni başladığı dönemler özellikle tekstil ve ayakkabı işlerinde çalışmaya başladılar. Türkiye’de ekonomik krizin artmasıyla ucuz iş gücü olarak görünen mülteciler, patronların en sevdiği işçiler haline geldi. Mülteci kadınların yıllar boyunca çalışırken uğradıkları ayrımcılık ve şiddet hikayelerinin haddi hesabı yok. Dil bilmediği için çeşitli suçlarla itham edilen, alacağı ücretin kat be kat altında ücret alan ve polisle tehdit edilen mülteci kadınlar git gide evlere kapanmaya başladılar. Mültecilerin yoğun olduğu mahalleri gezdiğinizde bile “Önceden çalışıyordum. Çok zordu. Dayanacak gibi değildi” cümlesini kadınlarda çokça duymanız mümkün. Krizin artması Türkiye’de işçi ve emekçilerin günden güne yoksullaşmasına neden oldu. Halkın öfkesi arttıkça asıl sorumlular, yani hükümet, düzen siyasi partileri, kâr hırsına bürünmüş patronlar adeta “Ben yapmadım o yaptı” argümanıyla mültecileri hedef haline getirdi. Yoksul halkların arasında var olan mesafe günden güne arttı. Mülteci kadınlar için ise bu yine daha fazla eve kapanmak demekti. Irkçılığa maruz kalmamak için olabildiğince izole bir hayat sürdürmeyi seçen mülteci kadınların geriye dönecek bir memleketi bile yoktu. “Geri gitsinler” dayatmalarının gerisi sadece Suriye’de kalan bir avuç topraktı. Ekonomik krizin derinleşmesiyle mülteci kadınların kendini daha ait hissettiği yerler yani Suriye sınırında olan illerde kaldığı ve eşlerinin, babalarının, kardeşlerinin İstanbul ve Ankara gibi daha büyük illerde çalışmaya gittiği bir tablo ortaya çıktı.

Görsel: Canva

ÇATI BULMAK HEP BU KADAR ZOR MU?
Türkiye seçimlerinin yaklaşmasıyla harıl harıl tartışılan mülteci meselesi kin, ırkçılık ve şoven saldırıların artmasına neden oldu, ta ki 6 Şubat gecesi depremden sonra ortaya çıkan tablonun vahameti görülene kadar.
Depremden sonra kurtarma çalışmaları sürerken yardım ekiplerine dahil olan Suriyeliler, depremin birinci ve ikinci günü yardımların ulaşmasında yardım eden mülteci kadınlar “yağma ve hırsızlık” diye lanse edilen bir nefret söylemi ile büyük bir tehlikeyle karşı karşıya kaldı. AFAD ve devlet kurumlarından çadır alamayan mülteci aileler Narlı’da, Akdere’de, farklı illerde birçok ilçede poşetten yapılmış derme çatma çadırlarda kalmak zorunda kaldılar veya hasarlı binalarına geri döndüler. Özellikle deprem bölgesinden Ekmek ve Gül gruplarının aktarımına göre mülteci kadınların dil bariyeri sorunu nedeniyle yardıma ulaşamadığı, sağlık sorununu anlatamadığı durumlar çok yaygın.
Tüm bu sorunların yanı sıra depremin ardından Göç İdaresi yayınladığı bildirgede mültecilere adeta “Başınızın çaresine bakın” mesajı verdi. Bildirgeye göre depremden etkilenen ve bölgeden ayrılacak mültecilerin tahliyesi hava yolu ile sağlanmayacaktı, kendi imkânları ile ayrılamayıp tahliye edilmeyi talep eden mültecilerin bulundukları yerdeki tahliye noktalarına (Havalimanı hariç olmak üzere) gitmeleri gerekiyordu.
Ayrıca depremden etkilenen 10 ilden ayrılarak başka bir kente gelen mültecilere gittikleri illerde kamu kurum ve kuruluşlarınca konaklama imkânı sağlanamayacaktı. Söz konusu mültecilerin İstanbul ve depremden etkilenen bölgeler hariç yakınlarının bulunduğu ve başta barınma olmak üzere acil ve temel ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri illere gitmeleri ve gittikleri ildeki İl Göç İdaresi Müdürlüklerine müracaat ederek 90 gün süreli yol izin belgesi almaları gerekiyordu. Sonradan bu 90 gün izin 60 güne indirildi.
Böylece depremden etkilenen mültecilerin başka bir ilde başta barınma olmak üzere ihtiyaçlarını karşılayabilecek olanaklarının bulunmaması durumunda illerini terk etmemeleri ve başlarının çaresine bakmaları söyleniyordu. Bu bildirgenin ardından İslahiye gibi farklı mülteci kamplarının boşaltıldığı ve mültecilerin çıkarılıp Türkiyeli depremzedelerin yerleştirildiği söylenmeye başladı. Öte yanda Hatay Olimpiyat Stadyumu’nda AFAD’ın kurduğu çadır kentte mültecilerin çıkartılıp kadınların kucağında çocuklarıyla sıkıştırarak otobüslere bindirildiği görüntüler ortaya çıktı. Bu görüntü üzerine neler olduğunu, mülteci kadınların nereye götürüldüğünü soran gazeteci Nida Kara’ya “cehenneme” yanıtı gelmişti. Mültecilere reva görülen hayatın özet kelimesiydi adeta Kara’nın aldığı yanıt. Görüntülerin ardından kadınların çoluk çocukla yine yollara düştüğü farklı illerde varsa akrabası yanına sığındığı bir süreç yaşandı.
SEFER BOHÇASI TEKRAR BAĞLANMASIN

İstanbul’un İkitelli mahallesinde ziyaret ettiğimiz Antep’ten gelen Suriyeli depremzede kadınlar, çadırın, yemeğin, suyun deprem bölgesinde olmamasından bahsediyorlardı. Çadır olmadığı için 3 aile toplanıp iş yeri arabasında kalıyorlardı. Kadınlar çocukların karnını doyurmak için çatısı yarılmış evde, tüp üstünde yemek yapıyorlardı. Koşullar ağırlaşınca İstanbul’a göndermişti “kocaları” onları, koşullar yaşamak için oluşana kadar.

Neşe’nin anlattıkları durumu özetliyordu: “Eşlerimizi sabahları yardım dağıtımına destek oluyordu. Bazı akrabalarımızdan da arama kurtarma da destek veriyordu. Biz alamadığımız çadırlara ekmek yardımı dağıtıyorduk. Bu zor zamanlarda ne kadar yan yana durmamız güzel olurdu. Ama olmadı. Yine ayrıştılar bizi. Yine kin arttı aramızda.”

Kimi deprem bölgesinde yaşam kavgası veren, kimi yeniden kurduğu ufak tefek düzeni kaybedip bir yere sığınan kadınların yaşadığı zorluklar ağır ve kalıcı travmalara da neden oluyor. Sadece yaşanabilir bir hayatın düşü mülteci kadınlar için yeterli oluyor. Mülteci kadınlar için iki adım ötesi değil, sadece yaşamanın kendisi bile lüks hale gelen bu dönemde kadınların tek isteği tekrar tekrar sefer bohçalarının bağlanmaması.

İki adım ötemizde Hatay’da, üç adım ötemizde İdlib’de kadınların karşı karşıya kaldı şeyler aynı. Yıkım, enkaz, acı ve terk edilmişlik duygusu. “Ortadoğu gerçeği”, “Coğrafya kaderdir” gibi kader rivayetleri acıyı yaşatanların ortaya koyduğu felaket tablosudur.

Halkların, kadınların, aynı acıyı paylaşanların yaralarını sarması için, birbirinden başka çaresi yoktur. Bize çizilen sınırları, bize dayatılan kaderi sadece ama sadece kenetlenerek, örgütlenerek aşmamız mümkün. Yani; asıl kurtarıcı, mülteci, yerli demeden kurduğumuz dayanışma köprüsü olacak.

Fotoğraf: Ekmek ve Gül

İlgili haberler
Depremzede mülteci kadınlar anlatıyor: ‘Yan yana d...

İstanbul'un İkitelli mahallesinde depremzede mülteci kadınları ziyaret ettik. Kadınlar “deprem, sava...

Malatya Doğanşehir’den mülteci kadınlar: ‘Felaketi...

‘Spor salonunda dağıtılan yemekten almaya gittik. Devlet yetkilileri ve polisler bize, ‘Akşam dışarı...

Depremin 7. gününde Kadınlar, çocuklar, mülteciler...

Depremin etkilerinin en yoğun hissedildiği illerden biri olan Antep’e giderek çadır kentlerde kadınl...

Mülteci Esme: Yardımlar birkaç gün daha gelecek, s...

Depremin en ağır zarar verdiği kesimlerden biri de mülteciler. Depremde bir çocuğunu kaybeden kendi...

Suriyeli kadın: İhtiyaç sırasına gidince ‘Dilenmey...

İskenderun’da kurulan çadır kentte kalan Suriyeli genç bir kadın maruz kaldığı ırkçı söylemleri anla...

Depremzede Suriyeli kadınlar: 'Tek isteğimiz sığın...

Kocaeli’de akrabalarının iki göz odalı evine sığınan, depremzede Suriyeli kadınların tek isteği de s...