GÜNÜN PORTRESİ: Mileva Mariç
Ünlü fizikçi Einstein’in önce çalışma arkadaşı sonra eşi olan Mileva Mariç’in hayatı, büyük bir yeteneğin erkek egemen bir toplumda nasıl heba olup gittiğinin somut örneği.

“Benimle aynı yeteneklerde ve özgürlük anlayışında olan bu kadar renkli bir kadına sahip olduğum için çok talihliyim. Senin dışında her yerde yalnızım.”

Bu komplimanları ünlü fizikçi Albert Einstein 3 Ocak 1901’ de sonradan eşi olacak olan Mileva Mariç’e ilk tanıştığı ve birbirlerine aşık olduğu dönemlerde yazmış. Mileva’nın ölümünden sonra Einstein’nin matematik problemlerini Mileva’ya çözdürdüğü şeklindeki bir iddia ortaya atıldığında ise şöyle konuşuyordu fizikçi Carl Segan “Kanıtın yokluğu, yokluğun kanıtı değildir.” Birileri tarih yazarken diğerlerinin de tarih yaptıkları için bilgi veri belge toplamaya fırsat bulamadıkları toplumlarda yaşadık hep ve halen de yaşamaya devam ediyoruz. Büyük ve ünlü erkeklerin gölgesi altında kalmak ise genellikle kadınlara düşüyor... Einstein’in ilk karısı Mileva’nın kaderine düşen de bu olmuş...

Mileva Mariç, 1875 yılının 19 Aralığı’nda o zaman Avusturya - Macaristan İmparatorluğu’nun sınırları dahilinde olan bugün Sırbistan’da bulunan Titel’de doğdu. Varlıklı ve eğitimli bir ailenin kızıydı. Sorunsuz bir çocukluk döneminden sonra Mileva, 1882 yılında Ruma’da ilkokula başladı. Mileva’nın ailesi ondaki yeteneği erken fark etti ve kızlarını Sırbistan sınırları içinde yer alan Novi Sad’daki özel bir kız okuluna yolladı. Daha sonra aile kızları eğitimine devam etsin diye Zagrep’e göç etti ve Mileva buradaki Kraliyet Lisesine kayıt oldu. Lisede yetenekleri ve başarısı ile dikkatleri üzerine çekti. Fizik dersine özel bir ilgisi vardı, matematik ve fizik derslerinde öğretmenleri onu “cevher” olarak değerlendiriyorlardı. İyi bir derece ile bu liseyi bitirdi. Sırbistan’da o dönemde kız öğrenciler üniversiteye alınmıyordu. 18 yaşındaki Mileva üniversite tahsili yapma konusunda ısrarcıydı. Kadınların üniversite tahsili yapmasını yasaklamayan ve Almanca konuşulan Zürih’e doğru yola çıktı. Üniversite için gerekli olgunluk sınavını verdikten sonra yarım dönem tıp okudu. Ama aklı fizikteydi.

TEK KIZ ÖĞRENCİ MİLEVA’YDI
1896 yılında Zürih Politeknik Üniversitesi’ne kayıt oldu... Politeknik okulu erkek ağırlıklı bir yerdi. Öğrenim yılında bu bölüme kayıt yaptıran tek kız öğrenci Mileva’ydı. Ve o güne kadar bu bölümde fizik okuyan 5. kız öğrenci olmuştu. Üniversite kız öğrencileri alıyordu ama okuldaki genel eğilim kız öğrencilerin fizik ve matematik alanında başarılı olamayacağı yönündeydi. Erkek profesörlerin kız öğrencilerden beklentileri olmadığı için kızlarla hiç ilgilenmezlerdi. Onları erkek öğrencilerin yerini alan, boşuna yer kaplayan unsurlar olarak değerlendiriyorlardı. Mileva Mariç buradaki 4-5 yıllık eğitimi yarıda bırakmayıp sonuna kadar okuyan ikinci kadındı ama sadece ön lisans diplomasına sahip olabildi. O dönemde yüksek lisans tezini yazanlara gerçek diploma veriliyordu, diğerlerine verilen çıkış belgesi niteliğinde bir belgeydi.

ALBERT EİNSTEİN İLE TANIŞINCA...
Bu okulda aynı bölümde okuyan Albert Einstein ile tanıştı. Ortak zevkleri ortak dersleri vardı, aynı toplantılara katılıyorlar, çoğu kez birlikte ders çalışıyorlardı. Bir süre sonra bu fikirsel birliktelik aşka dönüştü. Artık çift olarak kabul ediliyorlardı. İkisi de tez çalışmasını Profesör Weber’in yanında yapıyordu, ikisi de fizik laboratuarında benzer notları almışlardı ve ikisi de “ısı iletimi” üzerine çalışıyordu. Mileva Mariç konu ile ilgili kız arkadaşı Helene Savic’e bu çalışmanın onu büyülendiğini ve Weber’in onun çalışmasından çok ümitli olduğunu yazıyordu. Albert Einstein ise daha sonra bu konunun kendi açısından hiç de ilgi çekici olmadığını yazacaktı.

Diploma sınavı 1900 tarihinde oldu. Einstein 4.91 puan alarak zar zor sınavı geçti. O dönemde Zürich’te en yüksek not 6, en düşük not ise 1 idi. Einstein orta derece ile mezun olmuştu. Diğer üç erkek öğrenci 5’in üzerinde not alarak sınıfı geçtiler. Mileva Mariç sınavdaki tek kadın öğrenciydi ve 4 alarak sınavı veremedi. Ertesi sene yine 4 aldı. Ama iki sınav sırasında da Mileva, çok zor durumdaydı. Hamile kalmıştı ve Einstein’in ailesi onu gelin olarak kabul etmiyordu. Hamileliği sırasında bayılıyor ve ciddi iştahsızlık çekiyordu. O sırada Einstein İtalya’ya gitmişti, Mileva onun kendisinden uzaklaştığını düşünüyor, ama bir şey de yapamıyordu. İkinci sınavın da başarısızlıkla sonuçlanması üzerine ciddi bir bunalıma düştü ve memleketine döndü. Titel’de 27 Ocak 1902 yılında bir kız çocuğu dünyaya getirdi. Mileva’nın babası bu zor doğumu Einstein’a müjdelediğinde cevap gecikmedi: “Zavallı sevgilim neler çekmişsin, bana bir kez olsun durumunu anlatıp, şikâyet etmedin. Ama gördün mü istediğin gibi bir Liserl’imiz (kızın ismi) oldu. Çok ağlıyor mu, sağlıklı mı? Gözlerini kimden almış, senden mi benden mi?” diye yazıyordu.


Evet, Mileva 26 yaşındaydı, çocuk doğurmuştu, Albert Einstein ise 23 yaşında ve kariyerinin başlangıcındaydı. Üstelik daha evlenmemişlerdi ve bu Mileva’nın bulunduğu yerde hiç de hoş karşılanmıyordu. Doğumdan sonra Einstein, Mileva’ya bir mektup yazarak onun çocuğu yanına almadan İsviçre’ye dönmesini istedi. Bebeği istemiyordu, çünkü o sırada devlet memurluğu düzeyinde bir görevi vardı, henüz evlenmedikleri için bebek engel teşkil edebilirdi.

Mileva kızı Liserl’i yanına almadan 1902 yılı Eylül’ünde İsviçre’ye geri döndü. 1903 yılının Ocak ayında İsviçre’nin Bern kentinde evlendiler. Kızlarını reddederek yeni bir hayata başladılar. Çocuğun akıbeti hâlâ gizemini koruyor. Kimi araştırmacılar zor doğumda bebeğin sakatlandığını, Mileva’nın ailesinin yanında kaldığını, 21 aylıkken de kızıl salgınında öldüğünü söylüyor. Kimi araştırmacılar ise doğumdan hemen sonra evlatlık verildiğini iddia ediyor.

Evlendikten sonra Albert Einstein Bern’de bulunan İsviçre Patent Kurumu’nda doktorasını yapmaya başladı. Mileva tekrar hamileydi, 14 Mayıs 1904 tarihinde bu kez bir erkek çocuk dünyaya getirdi. Adını Hans Albert koydular. Mileva nihayet bir aile olmaktan memnundu ama Einstein farklı kadınlarla flört etmeye başlamıştı. Çocuk olduktan sonra aile ciddi geçim sıkıntısı çekiyordu, Mileva bütçeye katkı olsun diye evlerinin odalarından bazılarını öğrencilere kiraya vererek aile bütçesine katkıda bulunuyordu.

1905 yılında Einstein Rölativite (görecelik) teorisini açıkladı. Mileva Mariç hem üniversite yıllarında hem de teorinin ilanı sürecinde gece gündüz Einstein’nin yanındaydı, bazı araştırmacılar matematik konusunda iyi olmayan Einstein’ın bu teori için gerekli olan problemleri Mileva’nın çözdüğünü iddia ediyorlar. Bu teoriyi bulmak için kimin daha çok çalıştığını biz asla bilemeyeceğiz. Çünkü orijinal el yazmaları Einstein tarafından tahrip edildi.

Fakat Mileva’ya gönderdiği 1901 Martı’ndaki bir mektubunda şöyle yazıyordu:
“Rölativite teorisi üzerine yaptığımız ortak çalışma sona erdiğinde kendimi nasıl mutlu hissedeceğim bilemezsin. Sende olan yetenekleri başkalarının da görmesi beni nasıl mutlu edecek...”


ÇALIŞMA MASAMI ASLA KULLANMAYACAKSIN
1910 yılında ikinci oğulları Eduard dünyaya geldi, çocuk zihinsel engelliydi. Eduard’ın özürü belirginleştikçe Einstein’in aileden kopuşu artıyordu.
1912 yılında kuzeni Elsa ile aralarında bir ilişki başladı. Einstein için Mileva artık, gereksiz bir varlık haline gelmişti ama evliliği bitirecek cesareti de yoktu.
Mileva’ya 18 Temmez 1914 tarihinde ultimatom mahiyetindeki ünlü mektubunu yazdı, mektupta evliliğin devamı için Mileva’nın yerine getirmesini istediği işleri şu biçimde sıralıyordu:
A-Senin görevlerin
1. Elbiselerim ve çamaşırlarım temizlenecek ve daima giyilmeye hazır halde bekletilecek
2. Üç öğün yemek yapılacak ve odama servis edilecek
3. Yatak odam ve çalışma odam her daim derli toplu ve temiz olacak, özellikle çalışma masamı sadece ben kullanacağım.

B. Zorunlu toplumsal birkaç ilişki dışında benimle tüm kişisel ilişkiyi keseceksin. Özellikle kaçınman gerekenler ise şunlardır:
1- Evde seninle birlikte oturmamı asla talep etmeyeceksin
2- Seninle hiçbir biçimde dışarı birlikte çıkıp gezmemi istemeyeceksin

C. Benimle ilişkilerinde aşağıdaki noktalara dikkat edeceksin:
1- Benden yakınlık ve şefkat beklemeyeceksin, herhangi bir biçimde sitemi ise asla kaldırmam.
2- Ben senden istemedikçe konuşmayacaksın. Aramızdaki hertürlü konuşmayı askıya alıyoruz.
3- Ben senden istemedikçe yatak odama ve çalışma odama girmeyeceksin

D. Çocuklarıma benimle ilgili en ufak olumsuz laf söyleyemeyeceksin

Rölativite Teorisi için gerekli matematik problemlerinin hepsi çözülmüş anlaşılan, soyun devamı için çocuklar da doğrulmuş. Artık Mileva onun çalışma odasında niye bulunsun, onun çalışma masasını niçin kullansın? İyi aşıktan böyle katı bir despota nasıl dönüşür insan? Pek çok kadın kişisel ilişkilerinde bu tür sancılar yaşamış olmalı. Ama anlaşılan o ki Mileva’da hiç kolay lokma değilmiş...

Hikâyeye kaldığımız yerden devam edelim. 1914 yılında Einstein Berlin Üniversitesi’ne çağrıldı, aile Berlin’e taşındı. Ama yapamadılar ve hemen ayrıldılar. Mileva çocuklarla birlikte Zürih’e döndü. 1919 yılında da resmen boşandılar. Boşanmadan sonra Einstein yakında Nobel Ödülü’nü alacağını, bu parayı Mileva ve çocuklara vereceğine dair söz verdi. Mileva ve çocuklar Zürih’te çok kötü şartlarda yaşıyorlardı. Einstein 1921 yılında gerçekten de Nobel ödülünü aldı, ödülün faizini ise eski eşine yolladı. Bu paranın büyük bir bölümü zihinsel engelli çocuğun tedavi ve bakımında kullanıldı.

Mileva’nın büyük oğlu Hans Albert Zürih’te teknik okulda öğrenim gördükten sonra evlendi ve 1937 yılında ailesi ile birlikte Amerika’ya göç etti. Uzun yıllar Berkeley ve Kalifornia Üniversiteleri’nde Hidrolik Profesörü olarak çalıştı.

Mileva uzun süre zihinsel engelli çocuğu ile birlikte çok kötü koşullarda Zürih’te yaşadı. Einstein ona ilişkileri hakkında ömür boyu konuşma yasağı koymuştu. Yaşamının son dönemlerinde bir arkadaşına Albert’in onun bilimsel çalışmalarını, yaşam enerjisini talan ettiğini, mali olarak zor durumda bıraktığını yazdığı söyleniyor. İki kez beyin kanaması geçirdi ve aylarca kötürüm yaşadıktan sonra 4 Ağustos 1948 tarihinde Zürih Devlet Hastanesi’nde öldü.

Mileva biyografilerinden birini yazan Alman kadın araştırmacı Senta Trömel-Plötz şöyle yazıyor: “Einstein’a rastlamasaydı, şimdi onun bir eş olarak değil de ünlü bir fizikçi olarak hikâyesini anlatır mıydık? sorusunu sormaktan ziyade şu soruları sormak bana daha anlamlı geliyor. Mileva Mariç’le yolları kesişmeseydi, Einstein Einstein olabilir miydi? Doktorasını yazabilir miydi? Bern’de araştırma bürosunda çalışabilir miydi? Olimpiya Akademisi’ne girebilir miydi? Mileva’nın yeteneği ve zekâsı olmasaydı, bu kadar yaratıcı olabilir miydi? Bir dahi olabilir miydi?” Gerçekten de kadın bakış açısıyla bir bilim tarihi yazılmak isteniyorsa bu soruların cevabı daha önemli gibi? Siz ne dersiniz?

Kaynak: Petrol-İş Kadın Dergisi

İlgili haberler
Charles Dickens’ın gölgesinde kalmış bir kadın: Öt...

Catherine Dickens bir yazar, aktris ve çok iyi bir aşçıydı ama bütün meziyetleri evliliği yüzünden g...

Bilimde kadınların ayaklarına takılan taş: MATİLDA...

Bilim kadınlarının yaptıkları çalışmalara verilmesi gerekenden daha az kredi verildiğini tanımlamak...

GÜNÜN KADINI: Bilim dünyasındaki cinsiyetçiliğe gö...

Kariyerinin her anında cinsiyet ayrımcılığı ile savaşan Rubin, başarılı bir gökbilimci olmasının yan...