Bir öyküye, bir şiire, bir romana “dalmak” zor değil mi be kadınlık? Sen tut her bir edebiyat türünün ister kıyısından, ister ortasından “mevzuu" ol, sen tut seni sana anlatanların kimine “Yahu hiç böyle olur mu?”, kimine “İşte bu” de... İş yazmaya gelince mutfak masasında elinin tersiyle açılmış küçücük bir boşluğa sığışmaya çalış... “Bir odan ve cüzdanında paran olsun” nasihati kulağında küpe olsa da, çoğunlukla ekmek kazanma ve günü kotarma telaşından geriye kalan “insanlık” zamanlarında yap “edebiyatını”. Yine de iyi yap. Yine de güzel yap.
Genel konuştum. Genel “kadınlık” halinin “edebiyat” halini yuvarladım aslında.
İş yazmaya gelince böyle; peki ya bir de eleştirmeye gelince?
Eleştiri; “hiyerarşinin en üstünde olmak”la bir sanki. “Her şeyi gören göz, işiten kulak, söyleyen dudak” olmak gibi... Her şeyin en iyisini bilip de öğretmek gibi... Hani sanki "kadınlara düşmez"miş gibi!
Kadınların yaşamın her alanında her şeye gard almak zorunda kaldığı bir memleket ortamında eleştirmenlerin “gür sesli, büyük kafalı, ünü kitlelere yayılmış” şahsiyetler dünyasında kadın sesi nasıl duyuluyor acaba? Sene olmuş 2018, sorunun yanıtı hâlâ “zor” ise eğer, neden?
“Edebiyatta Eleştirinin Özeleştirisi” kitabıyla Ayşegül Tözeren Türkçe edebiyatı seksenler, doksanlar, ikibinler olarak dönemler halinde eleştiriyor, aslında bu dönemlerdeki edebiyat eleştirisini eleştiriyor demek daha doğru. Çifte kavrulmuş bir zorlukla uğraşıyor yani.
Kitap, ilgi çekici başlıklarıyla ‘beni oku’ diye çağıran 6 bölümden oluşuyor; ‘Eleştirinin Eleştirisi’, ‘Lethe Nehri’nde Su Analizi: 80’lere Bakmak’, ‘Televizyon Çağında Hikâye anlatmak’, ‘Müebbet Edebiyat’, ‘Yeni Binyılda Öykü’ ve ‘Gösteri Edebiyatı’. Kah edebiyat ödüllerini ve o ödüllerin “değişmezlerini” irdeliyor, kah Edebiyatın “ağır toplarını” karşısına alma pahasına söylüyor söyleyeceklerini.
Teşekkürünü ise kitabın sonuna saklamış;
İşte bana da onunla yaptığımız röportajın girişine en üstteki cümleleri kurdurtan bu incelikli teşekkür oldu desem yeridir...
Teşekkürü Sevgi Soysal’a… Sevim Burak’a… Tezer Özlü’ye… Oya Baydar’a… Füruzan’a… Tomris Uyar’a… Leylâ Erbil’e… Füsun Akatlı’ya… Ayşe Kulin’e… Gülten Akın’a… Sennur Sezer’e… Didem Madak’a… Necmiye Alpay’a… Latife Tekin’e...
Onlar “... yazmış olmasaydı, kalem oynatmaya cesaret edebilir miydim? Sanmıyorum.” diyor.
Biz de Ayşegül Tözeren’e soruyoruz: Cesaretin bulaşıcılığı çok güzel değil mi Ayşegül? Bu röportaj, içten bir “evet” tadındaydı benim için... Umarım sizin için de öyle olur, bulaşır. İyi okumalar...
Yazmanın bizatihi kendisinin kadın yaşamlarından uzak tutulduğu, kadınların yazılı değil daha çok sözlü aktarıcılar olduğu hep dillendirilen bir tez. Yazmak bu kadar uzakken hele bir de yazılanı eleştirmek demek...
Bu üç nokta sence nasıl tamamlanır?
O zaman bir nokta daha ekleyeyim. Hem kadın olarak yazılanı eleştirmek, hem bunu diğer eleştirenlere göre daha genç bir yaşta yapmaya çalışmak, hem de eleştiri yazılarını eleştirerek işe başlamak. Doğrusu, ilk eleştiri yazımı tamamlayıp, yayınlanmak üzere değerlendirilmesi için önemli bir edebiyat dergisine gönderdiğimde edebiyat kamusunun gül bahçesi vadetmeyeceğini tahmin ediyordum. Ben şanslıydım, Özcan Karabulut gibi cesur bir genel yayın yönetmeniyle karşılaşmıştım. “Cesur” sözcüğü okuyanı belki rahatsız edebilir. Eleştiri yazısı yayınlamak neden cesaret gerektirsin, sorusunu sordurabilir. Ancak, gerçek eleştiri yazıları edebiyatın mikro ve makro iktidarında oturanları huzursuz edecektir. Bunun ilk farkına varan eleştirmen de ben değilim. 1978’de katledilen eleştirmen Bedrettin Cömert de edebiyatta genel eğilimin “edebiyatta kooperatifçilik” olduğunu belirterek, bu başlık altında bugünün yarını var ilkesiyle yazı masasına oturan eleştirmenleri eleştirmiştir. Cömert’in eleştiri yazıları “Eleştiriye Beş Kala” kitabında toplanmıştır. Üç noktanın tamamlanabileceğini düşünmüyorum, ama belki Cömert’in beş kalaya getirdiği eleştiriyi, bir gün dört kalaya getirebilirim. Kadınların tepesinde duran cam tavanlara rağmen…
Yüz yüze geldiğimiz pek çok kadın oldu şu 10 yıllık süre içinde; “yazsam roman olur” sözü dilinden dökülen... Bu sözün çok “romanlık” bir yanı yok mu? Ve o romanlar, öyküler neden yazılmaz da hep “yazsam roman olur” diye dile gelir?
Anladığım kadarıyla, çoğu kadın içinde bulunduğu yaşamın olağan dışılığına, sürprizli yanına belki acılarına bu ifadeyle işaret ediyor. Ancak unutmamak gerekir ki, hayat edebiyatın birkaç adım hep ötesindedir ve o yaşantılar yazılsa roman olur mu, bilemiyorum. Bu soruyla kadınların edebi eser yaratmadaki çekincelerine dikkat çekmek istiyorsanız, bunun doğru bir saptama olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin, hapishanelerde daha çok erkek mahkûmların ürün gönderdiğini görürüz. Hapishanenin ne olduğunu bilen bir kadın yazara bu durumun nedenini sorduğumda, “Biz erkekler kadar kolay yazdığımızı beğenmiyoruz,” demişti. Belki de nedeni budur, güçlü bir özeleştiri duygusu…
Pek çok edebiyat dergisi ya da internet sitesi, kitap eki, blog vsde “yazar” olarak kadınların sayısından daha çok “kitap tanıtımları” yazan, kitap değerlendirmeleri yazan kadına rastlıyoruz sanki... Kadınların “yazar” olarak değil ama “okur ve değerlendirici” olarak mecralarını, varlıklarını değerlendirdiğinde ne görüyorsun?
En zor soru buydu. Ben de çoğunlukla kadınların “okur ya da değerlendirici” olarak kitapları ele aldıklarını görüyorum. Ancak, neden, sadece övgüye değer buldukları kitabı yazmaya değer bulduklarını anlayamıyorum. Neden eleştiriden uzak durmayı tercih ettiklerini… Belki, “Edebiyatta Eleştirinin Özeleştirisi” burada küçük de olsa bir rol oynayabilir. Sonsuza dek söyleyeceğim: “Yaşamda da, edebiyatta da pervasız olalım.” Her kitap eleştirilebilir, eleştirelim. Edebiyat okuru içinde önemli bir paya sahip olan kadınlar, olanı biteni izlemekte olan cemaat olarak kalmayalım. Biz eleştirirsek, nehirler tersten akabilir.
Kitabında “Kitap tellallığı ile eleştirmenlik arasındaki fark...”ın altını çiziyorsun. Kitabı hakkında tellallık yapılanların da “gür sesli, büyük kafalı, ünü kitlelere yayılmış” şahsiyetler olduğu da düşünüldüğünde eleştirmenliğin aslında “eleştirisi nedeniyle oluşacak çok çeşitli saldırıya karşı gard alma” ve “korunaksız kalma” durumu oluşturduğu da açık. Kadınların yaşamın her alanında her şeye gard almak zorunda kaldığı bir memleket ortamında kadın eleştirmenlerin “gür sesli, büyük kafalı, ünü kitlelere yayılmış” şahsiyetler dünyasında “ses çıkarmasının” sonuçları ne oluyor?
Kitap tellallığı ile eleştirmenlik arasındaki farkı birkaç soru önce belirttiğim biçimde, Bedrettin Cömert’ten alıntıladığım “Edebiyatımızda Kooperatifçilik” kavramıyla birlikte vurguluyorum. Doğrusu eleştirirken ne mahalle ayrımı yapıyorum, ne de kurmaca yazan ile eleştirmen arasında bir ayrım… Yazdıklarını çekinmeden eleştiriyorum. Mesela, Emrah Serbes’in “Deliduman” kitabını, yazım yanlışlarını sıralayarak, ardından da hikâyeyi kurarken kullandığı mahalle abisi dilinden yola çıkıp eleştirmiştim. Semih Gümüş ve Ömer Lekesiz’i, liberal ve muhafazakâr yazarları mülkiyet ilişkisi bağlamında ele alarak eleştirdim. “Yetmez ama Mahfil” yazımda, Mahfil dergisi etrafında bir araya gelen yine liberal ve muhafazakâr edebiyatçıları eleştirdim. “Edebiyatın Tokileşmesi”nde mistik aşk ve dostluk romanlarını eleştirdim. Bu eleştirilerin karşısında çoğunlukla sükût suikastıyla karşılaşıyorsunuz. Yazdıklarınıza karşı ve edebiyat sınırları içinde bir yazıyla hiçbir zaman cevap verilmiyor.
Tam da buradan yola çıkarak senden örneklendirmek ve de saldırgan bir tartışmanın muhatabı haline getirildiğin için de söz hakkını kullanmanın olanaklarını açmak isterim. “Türk edebiyatı” yerine “Türkçe edebiyat” ifadesi kullanıyor olman özellikle öne çıkarılarak ve kitabın özelinde yaptığın değerlendirmelerin “eleştiri değil militanlık” olduğu söylenerek hedef gösterildiğin bir süreç yaşıyorsun. Eleştirinin savunusu için çabalayan bir kadın olarak, hedef göstermeyle fikirlerin ve yapıtların “eleştirisi” arasındaki farkı nasıl yaşıyorsun?
Bir önceki soruya verdiğim cevaptan devam edeyim, isterseniz. Edebiyatın iktidar alanlarına dokunan eleştiriler yazdığınızda, konu edebiyat dışı bir alana çekiliyor. Genellikle de siyasi alana… Siz hangi siyasi görüşe yakınsanız, ona ilişkin ön yargılarla eleştiri yazdığınız iddia ediliyor. Ama belirttiğiniz örnek iddiayı aşan siyasi bir hedef göstermeydi. Dergi kapağıyla başlayıp, sosyal medyaya taşan… Bir kadın eleştirmen, bizi eleştirirse ağzının payını verir, korkutup kaçırırız, diye düşünmüş olabilirler. Kadınlar dünyada kendi sessiz devrimlerini yaparlarken, edebiyatta da, edebiyat eleştirisinde de akış bu yönde olacak.
İlgili haberler
Hesaplaşan kadınların öyküleri: “Kimseye Söylemedi...
Ayten Kaya Görgün kitabı “Kimseye Söylemedim”i anlatıyor.
GÜNÜN İLKİ: İlk profesyonel kadın yazar Christine...
Orta Çağ'da yaşamış Christine De Pisan tarihte geçimini yazdıklarıyla kazanan ilk kadın yazar oldu....
GÜNÜN İLKİ: Dünyadaki ilk roman, bir kadın tarafın...
Japon yazar Murasaki Shikibu tarafından kaleme alınan Genji'nin Hikâyesi'nin dünyanın ilk romanı old...
Yaşamın acılarına karşı alaysı bir gülüş: Didem Ma...
Didem Madak, şiirlerinde yer yer sertleşen bir dille kadın duyarlılığını ortaya koyar. Erkek egemen,...
GÜNÜN İMGELERİ: Yaşar Kemal romanlarında kadınlar
Elbette Yaşar Kemal’le ilgili söylenecek çok söz var; fakat bir kadın okur olarak, Yaşar Kemal’in ro...
Dayanışma ve öyküyle iyileşen kadınlar
“Öykülerimizi yazıyoruz” diyen eğitim emekçisi kadınların sözleri, bizler için umut oldu. Şiddete uğ...
Fosforlu bir yazar Suat Derviş
Fosforlu Cevriye’nin yazarı olarak bilinir en çok Suat Derviş. Ünlü şair Nazım Hikmet’in “başını eğd...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.