23 kadın yazarın gözünden Şehir Söner Biz Yanarız-Pavyon Öyküleri
Şehir Söner Biz Yanarız’ın yazarlarına sorduk… Öykülerini nasıl yazdılar? Pavyon için ne düşünüyorlar?

Münire Çalışkan Tuğ’un Şehir Söner Biz Yanarız-Pavyon Öyküleri kitabını derleyen Yazar Süreyya Köle ile yaptığı söyleşiyi dün yayımlamıştık. Bugün de kitapta öyküleri yer alan 23 kadın yazar öykülerini yazma serüvenlerini anlattı Ekmek ve Gül’e. Şimdi de “hayatın arka kapısı” denilen pavyondan çıkan öykülerin perde arkasını okumaya buyur edelim sizi…

Şehir Söner Biz Yanarız’ın yazarlarına sorduk… Öykülerini nasıl yazdılar? Pavyon için ne düşünüyorlar?

Zeynep ALİYE: Pavyon Kızı Ayten, tamamen gerçek bir hikâyeye dayanmaktadır. Samsun’un o yıllardaki tek pavyonu olan Renk Pavyon’un sahibi Mehmet Bey bizim kiracımızdı. Aslen hacı olan ve son derece saygın, ayrıca dini bütün bir insan olarak bilinen babamın neden bir pavyoncuyu kiracı olarak tuttuğu gizliden gizliye hep merak konusu olmuştur. Babama göre Şekerci Mehmet Bey, son derece namuslu, dürüst bir esnaftır. Kötü yola düşen kadınlara hamilik yapmaktadır. Hatta resmi nikâhla evli olmasına karşın, zaman zaman içlerinden bazılarına da onları doğru yola getirmek üzere imam nikâhı kıyıp evine almaktadır. Vergisini veren, kimseye bir zararı dokunmayan bir adamdır sonuçta. Mahallelinin de genel kanaati aynı yöndeydi zaten.

Bu şekilde pek çok pavyon kadınını yakından tanımak, onlarla arkadaşlık etmek fırsatını bulmuştum. Ve çoğunu bugün hâlâ büyük özlemle, sevgiyle anımsarım. Ancak içlerinde en uzun kalanı Ayten’di, en az altı yıl. Hatta Şekerci Mehmet’ten bir oğlu da olmuş, ancak çocuk, resmi nikâhlı eşin üzerine kayıt edilmişti. O yaşantıya öteki kızlar gibi Ayten de dayanamadı ve kaçmak zorunda kaldı. Ona bu kaçış sürecinde yardım eden de annemdi. Ayten’i bizim evde birkaç gün gizlemiş ortalık biraz sakinleşince çarşafla mahalleden çıkarıp bir taksiyle otogara götürmüş ve İstanbul’a uğurlamıştı.

Öyküde olduğu gibi aradan bir yıl geçmeden Ayten tüberkülozdan hayatını kaybedecekti. Ve sanırım, oğlu hâlâ annesinin evdeki Emine Hanım Teyze olduğunu sanıyor.

Seyhan ARMAN: Kitap için aranıp benden bir öykü istendiğinde kısa sürede yazıp teslim ettim. Dağarcığımda hazır olandan çıkardım öyküyü. Oysa ilk anda yazamam bile demiştim. Kendimi yazar olarak tanımlamıyordum çünkü ve istek üzerine yazmak benim için zor olabilirdi.

Pavyonlarla ilgili genel bir bilgiye sahiptim elbette. Bu konuda bir fikir değişikliği yaşamadım açıkçası. Yine de öykümü yazıp bitirmiş olmama rağmen bazı okumalar yaptım, belgeseller izledim. Bir çeşit, yazdığımın sağlamasını yaptım neredeyse.

Kevser RUHİ: Aklıma eseni yazdığım dağınık notlarım vardır benim. Bir öyküye başlamış, yarım bırakmışımdır. Cümleler, taslaklar not etmişimdir. Yazarken onlardan yararlanırım. Belli bir konuda yazacaksam, önce notlarıma bakarım, yararlanabileceğim bir cümle veya fikir var mı? Pavyon öyküsü için de notlarıma başvurdum, evet vardı bir şeyler.
Adana’nın farklı bir pavyon kültürü olduğu bilinir. “Adanalı Santana” lakaplı Kurtuluş Türkgüven’in seslendirdiği “İstanbul Sokakları” şarkısını çok severim. Kurtuluş’un sahne hayatı, Adana pavyonlarında dönemin ünlü şarkıcılarına gitar çalarak başlamış. 55’inde kaybettik onu, kanserden... Tedavisi sürerken çekilmiş kısa bir video izlemiştim. Adına gece düzenlenmiş, hastalığı süresince gördüğü ilgiye şaşırmış, onu anlatıyordu. “Bu kadar sevildiğimi bilmiyordum,” dedi. Öyle mahzun söyledi ki, içime oturdu. Bir öyküde anılsın istedim.

Gamze GÜLLER: Fikir beni çok heyecanlandırdı çünkü zorlanacağımı biliyordum. Önce konuyla ilgili bilgi topladım. Ancak yine de ne yazacağımı bulmam zaman aldı. Böyle bir konuya nereden yaklaşmak lazımdı? Sonunda aradığım fikri buldum ve Işıklı Zarife’yi yazmaya başladım.

Kadınların pek çoğunun -erkeklerin sandığının aksine- “zavallı”, “acınası” veya “kurtarılmayı bekleyen” bir durumda olmadığı, içinde bambaşka dinamikler işleyen ve her sektörde olduğu gibi kendine özgü bir hiyerarşisi ve kuralları olan bir dünya pavyon. Üstelik erkek egemen toplumun, özellikle böbürlenerek anlattıklarıyla uzaktan yakından alakası olmayan kadınların dünyası.

Fulya BAYRAKTAR: Pavyon kültürü üzerine bilgim; genellikle okuduklarımdan ve izlediklerimden geliyor elbette. Adana’da büyüdüğüm için, doğal olarak pavyon hikâyeleri de dinlerdik sık sık. Nedense, bir erkek üzerinden anlatmak istedim öykümü. Çünkü, kadınlardan çok, erkekler tasarlıyor ve hayata geçiriyordu bu öyküleri, diye düşündüm.

Pavyon, toplumda pek de konuşulmak istenmeyen, üstü örtülen bir konu. Bu konuda fikir geliştirmek ilginç bir deneyim oldu benim için. Kim mağdur kim suçluydu ya da suçlu var mıydı bu alemde, kader mi denirdi buna, yaşamın kıyısı sanılan bu mekânlar yaşamın ta kendisi miydi, her türlü düşünsel ve fiili insanlık hallerinin merkezi miydi, gibi sorular ve kısmi cevaplarla yürüdü öykü. Diğer öykülerime göre; başlamaktan çok sonlandırmak konusunda çok zorlandım.

Handan GÖKÇEK: Öykümün ilk cümlesi “Gece yarısını çoktan geçmişti,” oldu. Pavyonlar konusunda bildiğim tek şey orada çalışanların sabaha karşı eve döndükleriydi çünkü. Öyküye devam etmeden önce orada çalışanların yaşamı üzerine birkaç metin okudum. Youtube videosu izledim. Bir fikir sahibi olduktan sonra hikâyemin pavyonun dışında geçmesini istedim, çünkü o insanların o mekânların dışında da bir yaşamları vardı. Mutlaka onları bekleyen sevdikleri, bir kedi, bir çiçek belki de bir sokak lambası… Bu düşünceler öyküde ilerlememi sağladı.
Öyküyü yazma sürecim boyunca okuduklarım ve izlediklerim bana her sektörde olduğu gibi bu sektörün de iyi ve kötü insanlarının olduğunu gösterdi. İnsanları mesleklerine, eğimlerine, giyim kuşamlarına, kazançlarına göre kategorize eden biri zaten değildim, o yüzden o insanlar hakkında eskiden ne düşünüyorsam yine aynı şeyi söyleyebilirim. Bu dünyada hepimize yetecek kadar yer var ve hepimizin en ihtiyaç duyduğu şey sevgi.

Zerrin SARAL: Kadın çalışmalarına kafa yoran biri olarak, kadını tema alan kolektif bir kitapta yer almak benim için anlamlıydı. Konuya bakışım çok net olduğundan sadece kurguyu/öyküyü oluşturmam gerekiyordu. Ön hazırlık ve kurguyu planlama süreci yazma aşamasından fazla zamanımı aldı. Aklımda iki kurgu, iki ayrı öykü oluştu. Birini seçtim.

Pavyonda çalışmak, pavyonda kadın olarak çalışmak, çalıştırılmak, çalışmak zorunda kalmak ya da çalışmayı tercih etmek… “Özne kadın” elbette tek başına değil; ailesi, baktığı yakınları, evladı, kardeşi kocası var; aşkları, evlilikleri, ilişkileri, yalnızlıkları ve korkuları da hepimiz gibi... Anne kimliği, çalışan kadın kimliği, eş kimliği, yaftalanmış kadın kimliği… Sistemin dışarıda bırakmaya çalıştığı kadınların, gece işçisi kadınların yaraları öyle kolay kapanmaz. Ve biz kadının kendi varoluşunu gerçekleştirme yolunu bir öyküyle aralamışız, çok mu?

Semrin ŞAHİN: Bu konuda daha önce hiç yazmamıştım. Bilmediğim bir diyara yol almanın cezbediciliği başımı döndürdü. Birkaç gün pavyonda olduğumu, oranın neon ışıkları arasında kaybolduğumu düşündüm. Ben özümseyerek yazan yazarlardanım. Karakterimi, mekânı, atmosferi oluşturdum ilk önce. Ardından da yazmaya başladım.

Pavyonlar konusunda ön yargılarım olduğunu, hep mesafeli yaklaştığımı fark ettim. Bu öyküyü yazarken yüzleştiğim bir gerçekti. Bizim toplumumuzda kadın olmak başlı başına bir sorun zaten. Ama hem kadın olup hem pavyonda çalışmak inanın daha zor. Ben bu konuda öykü yazdığım için, bu konuyu düşünüp eğrisini doğrusunu tartma fırsatı yakaladığım için kendimi şanslı sayıyorum.

Şirvan ERCİYES: Öykümde, televizyonda gördüğü bir kadına duyduğu merakla hayatını sorgulamaya başlayan Hayat Hanım’dan bahsettim. Pavyonda çalışmaktan vazgeçmiş bir kadının günlük yaşamın aynılığı içinde boğulmakta olan başka bir kadının merak ve arayışını tetiklemesi üzerine kurdum öykümü.
Pavyonlara ya da orada çalışan kadınlara karşı hiçbir önyargım olmadı. Yaşamın bir gerçekliği olarak kabul ettim. Pavyon Öyküleri kitabında ön söz bölümü ve İzmirli Burcu ile yapılan söyleşi pavyon gerçeğini bütün çıplaklığı ile ortaya koyuyor. Ayrıca düşme hali ve duygu sömürüsü arayanlara bu kitaptan uzak durmalarını öneririm.

Ayten KAYA GÖRGÜN: Ortak çalışma için arandığımda ilk tepkim olumsuz olmuştu. Hatta son günlere doğru ikinci kez hatırlatıldığında ancak yazmaya niyetlendim. İlkin videolar izleyip söyleşiler okudum. Birinin hikâyesini kendi dilinden, dünyasından, mekânından dinlediğinizde mutlaka ilerleyecek, sizi çağıran bir yol buluyorsunuz. Ben de videodaki kadının bir cümlesinin peşine takılarak yürüdüm.

Kadının edebiyatta sokağa çıkma, görünür olma hallerine baktığımızda karşımıza ilk çıkanlar; çamaşır yıkayan, dikiş diken ve de pavyonda çalışan kadınlardır. Sabahattin Ali’nin, Orhan Kemal’in yazdıklarında görürüz bunları. Yaşadıklarına alın yazısı olarak bakan kadınlardır bu dünyanın kadınları. Yine yanlarında yörelerinde emeklerini sömüren erkekler vardır. Kadın bedeninin “tüketim” nesnesi olarak görüldüğü, gençliğin, tazeliğin kullan at durumunda yaşandığı hayatlardır onlarınki.

Tedirgin olarak girdiğim bu yolculukta bir kez daha deneyimledim ki; kalemin, yazının dünyası çok geniş. Konular, mekânlar farklı olsa da asıl malzeme insan. Yeter ki sağır ve kör olmayalım.

Dursaliye ŞAHAN: Konusu pavyon olan ortak bir kitap çıkacağını duyduğum anda gelen teklifi kabul ettim. Sanıyorum şimdiye kadar denenmemiş ortak bir çalışma.

Pavyonlar hep ilgi alanım olmuştur. Yeşilçam filmlerinde romantize edilerek anlatılan o sahnelerin gerçeğin binde biri bile olmadığı malum. Pavyonların varlığı kötü adamlar üzerinden anlatılır hep. Oysa sorun toplumla ilgilidir bir yanıyla. Ben o toplumu anlattım öykümde işte. Aile ve insan ilişkilerindeki sıcaklığı anlatan öykülere konu olan mahallelerde bile yolu pavyondan geçmiş kadınların nasıl dışlandığını ve yaralandığını göstermek istedim. Aynı şey erkeklere yapılmaz örneğin.

Nalan ÇELİK: Kitapta yer almam için arandığımda, telefon kulağımda sustum kaldım. Bütün Işıkları Yaktım adlı öykümün ilk cümlesi “Bir yudum suyla boğazını ıslattı”yla, uzunca süredir susmuş, yaşadıklarını yutkunma sorunu yaşayan evli bir kadının kocasına telefonla sorduğu sorularla pavyon yaşamını anlama çabasıydı. Bol şiirli bir öykü yazdım. Gülten Akın, Ahmet Oktay, Anne Sexton’a bu sürece eşlik ettikleri için teşekkür ederim.
Kendimle-yaşamla yüzleşme, suskun nesneleri konuşturarak yanlış kurgularımla hesaplaşma. 23 öykünün çoğunda geçen, “şimdi bu ışıklar bana ne anlatıyor?” sorusu. Pavyondaki çalışma yaşamıyla, başka bir iş kolundaki çalışma yaşamının pek de farklı olmadığını ayrımsadım. “Müşteri memnuniyeti”nin, ki çoğunlukla erildir zihinlerdeki müşteri, hiç doymadığını, hep en iyiyi hak edip-beklediğini yoksa ortalığı ayağa kaldıracağını düşünmekteyim.

Gül PARLAK: Adana seyahatiyle başladı benim için süreç, pavyona gitmemizle. Önce iki duygusal öykü yazdım. İki öykünün karakterleri de daha önceden bildiğim, zihnimde kalan acı, ağır bir dille konuşuyordu. Süreç içerisinde, iki öyküyü yolda bırakıp yeni bir öykü yazdım. Sanırım yükün ağırlığını fark ettiğimden, hafifletmek için daha yumuşak daha hafif bir anlatıma sığındım.

Çalışma öncesi, pavyonlar benim gözümde daha çok erkek dünyasına ait bir yerdi. Onlardan dinlediğim, abartılı bulduğum bir konuydu. Kitap fikrinin doğuşundan itibaren okuduklarım, izlediklerim, dinlediklerim beni gerçeğin başka noktalarına taşıdı. Konuyu, sorumlu bir insan olarak vicdanla, sevgiyle, şefkatle yeniden gözden geçirdim. Bu karşılaşma, yüz yüze gelme hali, düşünmemi, mesele üzerine kafa yormamı, kavramamı, dolayısıyla anlamamı sağladı.

Dilek ÜSTÜNDAĞ: Çok sayıda öykü yazdık pavyonla ilgili. İlk yazdıklarım gittiğimiz pavyondaki izlenimlerimden doğdu. Fakat olayın içinde yol aldıkça, yaptığımız okumalar, izlediğimiz belgeseller, dinlediğimiz hayat hikâyelerinin sonunda, Adana’da bize sergilenen ortamın neredeyse bir mizansen olduğunu anladık. Yazma sürecimde çok önemli bir kırılmaydı bu benim için.

Süreç ilerledikçe, kadının tüketilmesi, sömürülmesi, paranın hesapsızca harcanması konusundaki fikirlerim aynı kalsa da toplumun bütün faturayı orada çalışan kadınlara kestiğini ama kadını pavyonda çalışmak zorunda bırakan düzenin ne olduğuna kimsenin kafa yormadığını çok net fark ettim. Toplumun önyargılarında hırsızın hiç suçu yoktu, bütün suç kadınlardaydı.

Ayşe Nilay ÖZKAN: Adana’ya yaptığımız bir seyahatte merak ettiğimiz için pavyona gittik. Uzun yıllardır yapmak istediğim fakat tek başıma gerçekleştiremeyeceğim bir şeydi bu. Yedi kadın bir araya gelince gerçekleştirebildik bunu. Sonra da oturduk öykülerini yazdık. Ortak çalışmaya, bizimle o gün pavyona gelmeyen başka yazarlar da katıldı sonra.
Kadın emeğinin, bedeninin sömürüldüğü farklı bir alan olarak karşımıza çıkıyor bence pavyonlar, çalışanları bunu çok dillendiremese de özellikle konsomatrisler için uzun süre çalışmaya dayanılabilecek bir yer olduğunu düşünmüyorum.

Adalet TEMÜRTÜRKAN: Adana gezimizden sonra çok konuştuk ve sorguladık. Pavyon âleminin oyuncusu, figüranı, kazananı, kaybedenleri kimlerdi? Pavyondan etkilenen hayatları düşündüm, araştırdım, okudum, belgesel, oyun, film izledim. Çocukluğumdan beri duyduğum abartılı pavyon hikâyelerini hatırlamaya, onlardan yola çıkarak öykü kurgulamaya çalıştım.

Erkeklerin duygusal açlığını, egosunu doyurduğu, kadının meze, kafaların dumanlı olduğu karanlık bir dünya pavyon. Kimi zaman kederin, kimi zaman neşenin dibe vurduğu, zibil paranın zebil olduğu, aldananın ve aldatanın çok olduğu bir yalan dünya.

Duygu TERİM: Benim için öyküyle ilgili karar verilmesi gereken en zor konu kullanacağım dildi. Ne trajik ne eğlenceli bir dil kullanmak istedim; bu yüzden insanları değil masayı, dumanı, jileti konuşturmayı tercih ettim.

Kapalı devre çalışan bir sisteme sahip pavyonlar. İçini sadece müdavimleri ve orada çalışanlar tam anlamıyla bilebilir. Pavyona gitmiş olmamıza rağmen, bize gösterilmek istenilen neyse o kadarını gördük.

Konsomatrisleri mücadeleci, hayata tutunmak için çabalayan güçlü ve mağrur kadınlar olarak görüyorum artık. “Şehir Söner Biz Yanarız” – Pavyon Öyküleri’nin bu konuda toplumdaki riyakârlığa karşı sesimizi yükseltmek için iyi bir fırsat olduğunu düşünüyorum.

Ayşegül DAYLAN: Hiç pavyona gitmemiş biri olarak pavyonu nasıl yazacaktım? Orası ayrı bir dünyaydı. Gönüllü öğretmenlik yaparken öğrencim olan kadınlardan birinin eşi pavyonda çalışıyordu. İlk olarak onunla telefonda konuştum. Sonra belgesel izledim, videolar ve filmler seyrettim. Üç ayrı öyküye başladım. Kitaptaki “Alem Aşk Görsün Aşk” adlı öyküme yoğunlaştım sonra.
Bu arada sıkıntılı bir dönemden geçiriyordum, ailenin sağlık sorunları vb. Yazmayı bıraktım bir ara. Öyküme tekrar dönmem zaman aldı ama döndüm. Kurdum, yazdım, sildim derken en sonunda bitirip gönderdim.
Pavyon bizlere her türlü kötülüğün yaşandığı yer olarak anlatılmıştı. Yazma sürecinde pavyonun bir düzenle çalıştığını öğrendim. Oraya gelenlerin para verip eğleneceklerini biliyor, eğlenirken her şeyi unuttuklarını ya da unutmak istediklerini düşünüyorum. Gerçek ile anlatılanların farklı olduğunu kanısına vardım. Salgından sonra eski normallerimize döndüğümüzde arkadaşlarımla pavyona gitmek istiyorum.

Kafiye MÜFTÜOĞLU: İzlediğim bir belgeselde bir konsomatris, pavyonda kendilerine iyi davranıldığını, hatta pavyon sahiplerinden birinin, karısına yöresel yemekler yaptırıp getirdiğini söyledi. Öykümü buradan kurguladım. Paralı kocaları için pavyonda eğlenmenin en doğal hak olduğunu düşündüğünü sandığımız kadınların, içlerinde hangi fırtınaların koptuğu ve önyargıları üzerinden ilerledim.

Pavyonun parası olan erkeğin içki üzerinden sohbet, kadına temas, eğlence satın aldığı sahte dünya olduğunu düşünürdüm, herkes gibi. Düşüncem değişmedi. Yakından bakınca ışıltılı dünyanın karanlık tarafı büyüdü. Sadece kadınların pavyona düştüğünü sanırdım, erkeklerin de düştüğünü içerden öğrendim.

Tuba AKSU: Aslında benim pavyonlarda ne olup bittiğine dair merakım eskiden gelir. Ailemle birlikte gece otobüsle evimize dönerken Maltepe semtindeki pavyonların önünden geçerdik. O rengarenk ışıkların olduğu yerlerde nasıl hayatlar olduğunu ne olup ne bittiğini çok merak ederdim. Anneme sorduğumda geçiştirirdi. Şarkıcılar var şarkı söylüyor falan derdi.

Aslında yazmak eylemi iyi empati kurmayı gerektiriyor. Pavyon kadınlarını eskiden insanın kocasını ayartan kadınlar olarak düşünürdüm. Tabii ki geçen yıllar ve bu öykü süreci bu kadınların yıpratıcı hayatlarına üzülerek bakmamı sağladı.

Şule TEMEL: Bir pavyon öyküsü yazma fikri sıra dışı ve ilginçti benim için. Böyle bir çalışmada yer almaktan mutluyum doğrusu. Öykümü gerçeğe uygun ve yazınsal yaratımın ihtiyaç duyduğu samimiyetle yazmaya çalıştığımı söyleyebilirim.
Pavyon denilince ilk aklıma gelen, kadınların erkekleri eğlendirdiği bir eğlence mekânı olurdu. Oysaki pavyon bir eğlence mekânından daha geniş ve derin anlamlar içeriyordu. Araştırmalarıma başladıkça karanlık bir ormanın bilinmezliklerine doğru yol almanın ürkütücü, karmaşık ve acı gerçekleriyle yüzleşmek duygusal bir yoğunluğun içine girmeme neden oldu. Bizim dışımızdaki yaşam biçimlerine karşı duyarsızlığımız acıların çoğalmasına neden oluyor. Pavyon kadınlarının da diğer kadınlarımız gibi görülmeye, anlaşılmaya, korunmaya ve desteklenmeye ihtiyaçları var.

Bilge Fatma AKBAŞ: Pavyonu düşündüğümde aklıma ilk gelen disko toplarının her turunda, renklerin gölgesinin kimilerini aydınlatırken kimilerini karanlığa gömdüğü oldu. Avın avcıya olan mesafesi…

Öykümü yazarken, gündüzcülerin gececilerle sessiz yer değiştirişini, öykü karakterimin kırmızı halıda attığı her adımla hayallerinden uzaklaştığını, sahteliği anlaşılmasın diye ışıklarla, süslü laflarla köpürtülen aşkları hayal etmeye çalıştım.

Pavyonun, insanların iç dünyalarındaki boşluklara, açlıklarına, yoksunluklarına açılan bir kapı olduğunu düşünüyorum. Doymak için sabırsızlanan aç erkek çocukları ve prenses olma hayalleri suya düşmüş, masaldaki cadıyı oynamaya çalışan kadınların tangosu…


İlgili haberler
Pavyon Öyküleri: Bastırılmış merak ve dürtülerimiz...

23 kadın yazar yazdı bu kitabı. ‘Burası hayatın arka kapısı…’ denilen pavyondan çıkan öyküler, 23 ka...

Kaynananın yitirilen yoksul yıllarını kurtarma çab...

18 kadın yazar, belki de insanlık tarihi kadar eski bir sorunu, gelin-kaynana ilişkisini öyküleriyle...

Kızların Suskunluğu: Erkekler ‘tarih’ yazarken kad...

Bir aşk hikayesi ya da tanrıların savaş naralarını duyacağınızı beklemeksizin okunacak bir eser Kızl...