Pavyon Öyküleri: Bastırılmış merak ve dürtülerimizle yaşıyoruz
23 kadın yazar yazdı bu kitabı. ‘Burası hayatın arka kapısı…’ denilen pavyondan çıkan öyküler, 23 kadından Pavyon Öyküleri… Münire Çalışkan Tuğ, öykülerin derleyicisi Süreyya Köle ile söyleşti.

Yirminci yüzyılın en iyi romanlardan biri seçilen Pulitzer ödüllü Bülbülü Öldürmek romanın babası Atticus, çocuklarına “Sıfatları kaldırdığınızda geride gerçekler kalır” der. Süreyya Köle’nin derlediği, h2o Kitap’tan çıkan, 23 kadın yazarın öykülerinden oluşan, “Şehir Söner Biz Yanarız- Pavyon Öyküleri” Attucus’un o meşhur sözünü anımsattı bana işte. Kitapla ilgili konuşan herkes, çıplak gerçeği anlatan “Pavyon Öyküleri” adını kullanıyor, onun önündeki sanatsal söylemi bir kenara bırakıyordu çünkü.

Ezber bozan bir yerden, loş ışıklar altındaki gizlisi saklısı olmayan masalardan, kadınsız erkeklerden, erkeksiz kadınlardan, herkesin herkesi dışarıda bıraktığı, kimsesizliğin sohbete kavuşturulduğu, kahkahanın tasaya çerez, müziğin efkâra meze olduğu bir mekândan bütün gerçekliğini sırtlayarak geliyor “Şehir Söner Biz Yanarız”. Hayatın arka kapısını kullanıyor yola çıkarken.

Carl Sagan “Yazmak belki de insan icatlarının en büyüğüdür, birbirini hiç tanımayan insanları, uzak çağların vatandaşlarını birbirine bağlar. Kitaplar zamanın prangasını kırar. Kitap insanın büyü yapabildiğinin kanıtıdır” der. Şehir Söner Biz Yanarız- Pavyon Öyküleri, ışıl ışıl bir karanlıkta örülen kara büyüleri heybesine doldurarak düştü okurun masasına. Çokça okunmayı bekleyerek elbette.

Ön sözü ve bir konsomatris, İzmirli Burcu’yla yapılan “Burcu’m Gelmiş İzmir’den” başlıklı söyleşiyi okuduğumuzda kitabın titiz bir araştırma ve çalışma sonucunda oluşturulduğunu gördük ve öykülerin derleyicisi Süreyya Köle’ye sorduk:

Şehir Söner Biz Yanarız- Pavyon Öyküleri’ne giden süreci bizimle paylaşır mısınız? Bu fikir nereden doğdu, nasıl yol aldı?

Düşünce, bir öykü kitabı olmaya yakışacak türden gelişti diyebilirim rahatlıkla. Öykünün doğasına uygun bir başına buyruklukla, sonrasında üzerinde uzun uzadıya çalışmamızı gerektirecek kadar yoğun ve yorucu. Bir grup arkadaşımla Adana’da pavyona gitmemizle başladı süreç. “Biz yazarız ve pavyon öyküleri yazacağız. Mekânı yakından tanımak istiyoruz” gibi bir gerekçeyle girdiğimiz pavyon, ciddi ciddi bir buçuk yıl hayatımızın odağına yerleşti.

Okumalar yaptık, belgeseller, sinema filmleri izledik. Yaşanmışlıklarımızı gözden geçirdik. Kimi zaman bir komşu düştü aklımıza, kimi zaman köyden, onlarca yıl öncesinden bir hikâye, yolu pavyondan geçen... Düşle gerçek harmanlandı ortaya bu öyküler çıktı.

Anlattığınız mekânlar oldukça tekinsiz yerler. Merakla okuyanlar, beğenenler olacağı gibi tepki gösterenler de çıkabilir. Hele de çalışanlar dışında, kadınların pek girmediği, uzak durulan bir yer olunca... Yazdıklarınız nasıl karşılandı?

Öncelikle, bastırılmış merak ve dürtülerimizle yaşadığımızı söylemek isterim. Bu durum muhafazakâr toplumlarda kendini daha fazla gösteriyor sanırım. Yalnızca kadınlar için değil, bazı erkekler için de pavyonun zorlayıcı tarafları olabilir. Alkol tüketimini ve kadınlarla dip dibe eğlenmeyi gerekli kılan bir ortamdan söz ediyoruz. Bu cinsiyetler üzeri bir çekinceyi beraberinde getirebilir haliyle. Erkekler göreceli çok daha özgür elbette. Hemen şunu da söylemeliyiz, çok sık rastlanmasa da pavyonlara yalnızca erkeklerin değil, ailelerin, kadın gruplarının gittiği de oluyor. Bunu, konunun istisna tarafını göstermek adına söylüyorum. Yoksa pavyon, erkek egemen kültürün hüküm sürdüğü bir alan kesinlikle.

Yazdıklarımızın nasıl karşılandığına gelince, var olanın kabulü zordur bu tip konularda. Cesaretimizi alkışlayanlarla, ne gerek vardı şimdi böyle bir konuya, arasında gidip geliyor tepkiler. Uçlarda gezinen, yüzeysel tepkileri dikkate almanın bir anlamı yok. Sağlıklı geri bildirimleri zamanla alacağız düşüncesindeyim. Kitap yeni çıktı çünkü.

Yazar Süreyya Köle ve İzmirli Burcu 

SAHİCİLİĞİN PEŞİNDE HİKAYELER…

Kitapta ön sözün hemen ardından bir konsomatrisle, İzmirli Burcu ile yapılan söyleşiye yer vermişsiniz. Ardından kurmaca öyküler geliyor. Bu kitapta gerçekle kurmaca nerede ayrılıyor birbirinden ya da nerede yan yana yürüyor?

Kitaptaki tüm öykülerin gerçek yaşamda bir karşılığı olduğuna inanıyorum. Konsomatrisler arasında geniş bir okur kitlesine sahip olsak eminim ki her öykü için biri çıkıp, a evet böyle bir şey yaşandı, evet böyle bir durum var, diyecektir. Gerçekten çok da ayrı düşmeden, gerçekten çok sahiciliğin peşindeyizdir biz yazarlar. İnandırıcı olmak esastır yazarken. Edebiyatın olanaklarıyla hareket etmek de öyle.

İzmirli Burcu’dan başından geçen herhangi bir yaşanmışlığı kaleme almasını istedim ilkin. Önce kabul etti, sonra yapamayacağını söyledi. İyi ki de öyle oldu. O kadar kurmacanın arasında onun yazacakları, bedel ödenmiş ve hâlâ ödenen bir yaşamı edebiyata kurban etmek olurdu. O söyleşi yapılmasa bu kitap eksik kalacaktı hep bende. Gerçeğin ne olduğu, nerede başlayıp nerede bittiği bin yılların sorunu. Bu çalışmada da buna tam açıklık getirilmese bir şey kaybetmeyiz sanırım.

“Bir Konsomatrisin Dijital Notlarından” adını taşıyan anonim bir metin var kitapta. Bana, orada çalışan kadınların adsızlığını ya da başka başka adlarla anılmasını anımsattı. Siz ne dersiniz bu bölüm ile ilgili?

O notlar İzmirli Burcu’nun sosyal medya hesabındaki fotoğrafların altından alındı. Araştırdığımda internette dolanan sözler olduğunu gördüm. Sıradan bir kadının tercih edeceği sözler değildi elbette bunlar. Daha çok bir konsomatrisin içinde olabileceği duygu, durum haline işaret eden, alemin gerçekte ne olduğunun fotoğrafını ortaya koyan… Bunu bir günlük gibi algıladım neredeyse. Yaşadıklarını dijital ortamda, gözler önünde not düşmüştü sanki Burcu. Tıpkı söyleşide olduğu gibi, bu notlar da olmasa kitap eksik kalırdı benim için.

KADINI KONUŞALIM, SİL BAŞTAN DEĞİŞMESİ GEREKEN BU KOKUŞMUŞ DÜZENİ
Peki, bundan sonra ne olacak? Günümüzün hangi yaralarına merhem sürecek kitabınız? Beklentiniz nedir?

Yazarın direkt çıkış yolu göstermek, reçete yazmak gibi bir sorumluğu olduğunu düşünmüyorum. Bir tartışmanın fitilini ateşlemek, akıllara soru işareti düşürmek, yok sayılana, görmezden gelinene dikkat çekmek çok daha anlamlı. Tartışmaların başladığı noktada, gerçek düşüncesiyle ve dert edindiği neyse onunla çıkacaktır okurunun karşısına yazar. Edebiyatın güvenli sularından fırtınalı bir denize kulaç atacaktır böylelikle. O noktadaki söylemleri bir nevi reçete özelliği taşıyabilir işte. Dolayısıyla işin ilk kısmındayız şu anda. Çok kişi okusun ve tartışılsın beklentisindeyim. Kadını konuşalım istiyorum, sil baştan değişmesi gereken bu kokuşmuş düzeni. Kitap bu türden bir tartışmayı tetiklerse ne mutlu bize.

Görseller: Süreyya Köle

Yarın: 23 kadın yazarın gözünden Şehir Söner Biz Yanarız-Pavyon Öyküleri 

İlgili haberler
Erkek terminolojisinden bir ifadenin grotesk anlat...

Son yıllarda kadına yönelik her türlü şiddetin takip edilemez bir noktaya gelmesiyle Gamze Arslan’ın...

Kaynananın yitirilen yoksul yıllarını kurtarma çab...

18 kadın yazar, belki de insanlık tarihi kadar eski bir sorunu, gelin-kaynana ilişkisini öyküleriyle...

50'li yılların İstanbul’undan kadın hikayeleri...

Sarmaşık sokak'ın birbirine omuz veren kadınları: Gülsün, Agavni, Zilha, Gülizar, Eleni, Nurhayat, F...