Yılın en kritik dönemlerinden biri olan seçim sürecini geride bıraktık. Muhalefetin uzunca bir süredir memlekette kaynayan kazanı kontrol altında tutma çabası olan sandıklardan beklenen sonuç alınmadı ve daha sandıklar tamamen açılmadan düşman ilanları, ayrışmalar başladı. Benzer hayatları yaşayan kadınlar, gençler, işçiler birbirleri arasında ciddi boyutlara ulaşacak ayrıştırıcı tartışmalar sürdürürken şurayı görmezden geldi; öz eleştiri.
Kılıçdaroğlu’na oy verenler tartışmayı şu seyirde sürdürdü; ülkenin çivisinin çıktığı, 2-3 milyon mültecinin (Sayıda hemfikir olunamadı ama kesin çok sayıda mülteci olmalıydı) T.C. vatandaşı olarak onların yaşamlarını belirlediği, 21 senedir memleketin yarısının “koyun” olduğu ve bu kötü gidişattan memnun oldukları, acilen ülkeyi terk edecek yollar aramayı, çünkü Erdoğan ve AKP hükümetine bırakın 5 seneyi 5 dakika dahi tahammüllerinin olmadığı... Ancak ibrenin ucu hiç kendilerine dönmedi. Bir vatandaş olarak dünden bugüne ya da seçim süreci başladığından beri yapmaları gereken neleri yapmadıklarını hiç konuşmadılar mesela. Çünkü suçlu arayıp bulmak işin en kolay tarafıydı. En basiti bir suçlu bulup onu kırbaçlayıp durmaktı.
İKNA DEĞİL ÖTEKİLEŞTİRME
Aynı arkadaşlarla seçim süreci başladığından itibaren çeşitli tartışmalar sürdürüyoruz. Muhalefet kanadındaki arkadaşların en yakıcı sorunu AKP’li seçmeni ikna etme derdinin olmamasıydı bence. AKP’ye neden oy verdiğinin yargısını kendisi kesmiş, bunu sorgulamaya bile değer bulmayışıydı mesela. “Biz bize yeteriz” şiarı muhalefetin yerelde karşılık bulduğu bir söylemdi aslında. 21 yıl boyunca bu iktidarı desteklemeyi kendine görev edinmiş bir işçiyi, aynı koşullarda yaşadığı, aynı ekonomik krizden geçtiği, aynı hukuksuzlukları yaşadığı gerçeğine rağmen, ikna etmek yerine ötekileştirmek daha kolaydı ve çoğunlukla bu tercih edildi. Mesela sandıkta görevli olma meselesi dahi çok uç tartışılan bir mesele oldu. “Sizin çaldığınız oyları koruyacağız” diyerek yekten kendini daha üst bir statüye koyuyorlardı. Ama gerçek şuydu, aynı ücreti alıyor, aynı oranda sömürüye maruz kalıyor, aynı haksızlıklarla savaşmak zorunda kalıyordu hepsi. Kapitalizmin hem iş hem de sosyal yaşamlarında yarattığı tüm zorluklara beraber göğüs germeyi, sömürülmeye, baskı ve mobbinglere karşı yan yana durmayı seçenek olarak görmemenin kendisi işte bugünkü tartışmaları doğuruyor işçiler arasında.
Tüm bu sohbetin arasına daldım yine ve “Seçim süreci boyunca bir AKP’li arkadaşı ikna etmek için ne yaptınız? Arkadaşlara sürekli cahil, koyun gibi yaftalar yakıştırmak yerine neden AKP’ye oy verdiğinin sebeplerini sorgulamadınız? Madem bu seçim bu kadar kritikti, neden sabah işe gelip akşam eve gidip televizyon izleyip yargı dağıtmak yerine bir AKP’li arkadaşa çay içmeye gitmeyi tercih etmediniz?” Derin bir sessizlik...
MÜLTECİLERİ SUÇLAYIP YURT DIŞI HAYALİ KURMAK
Seçim tartışmalarının bir diğer yönü ise her sıkışmışlıkta şamar oğlanına dönen mülteciler. Memlekette ne zaman gündem değişecek olsa, ne zaman bir suçlu aransa, ne zaman birileri dövülecek, itilecekse oraya hemen mültecileri koyanlar, bugün de hiç gecikmedi. AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçimi kazanmasında 2-3 milyon mültecinin etkisini sağdan sola vura vura tartıştılar. Tam da bu nedenle yine iğneyi kendilerine batırmayıp, kendilerini kurtaracak olan “yurt dışı” planlarını gündeme getirdiler. Ancak gerçek şuydu, yurt dışına gidecek hiçbir imkan yoktu, zira gitmenin kendisi de kendileri açısından bir “mülteci” olma gerçeğiydi. Öfke yüksek, bulsalar anında tokatlayacaklar mültecileri, o durumdalar tam. Yine sordum: “Resmi olarak oy kullanan mülteci sayısı 170 bin. Peki aynı mülteciler Kılıçdaroğlu’na oy verseydi -ki belki vereni de vardır- aynı şekilde öfke kusacak mıydınız? Ya da Almanya’dan oy kullanan AKP’li vatandaşın rahatsız ettiği kadar yine Almanya’dan Kılıçdaoğlu’na oy veren vatandaş neden sizin kaderinize halel getirmiş olmuyor? Neden tezkereye evet deyip, mültecileri evinden barkından edenlerin bir parçası olan CHP’ye söz söylemiyoruz?” Bu kez sessizliği şu soru bozdu: “Şey, Türkiye genelinde mi 168 bin?”
SEBEP KAPİTALİZMİN KENDİSİ
Bu süreç bize şunu göstermeli, burjuva seçimlerin işçi ve emekçilere kazandırdığı hiçbir şey olmamıştır ve olmayacaktır da. Aylar ve yıllarca memleketteki fokurdamaları kontrol altında tutabilmek için sürekli sandığı işaret eden muhalefetin bugünkü sonucu aslında şaşılacak değil, beklenenin kendisidir. Bir değişim istiyorsak başlayacağımız yer kendi mahallemiz, iş yerimiz, arkadaşlarımız olmalıdır. Öteki beriki demeden yaşadığımız bu sıkışmışlığı aşmanın yolu ne tek adam yönetimi ne de parlamenter sistemdir. Ancak ve ancak yan yana durmak, birbirimize güvenmek, öteki dilinden uzak durmak, hakkımızı savunmak için örgütlü bir mücadeleye dair bir adım atarsak işte o zaman önümüzde değil sandık, hiç kimse duramaz.
Sevgili işçi kardeşim, sabahtan akşama kadar aynı makinenin başında çalışıyoruz seninle. Aynı meyveyi almak için 10 kere düşünüyor, market market ucuzluk kovalıyoruz. Tatile gitmeyi geçtim, köye gitmek hayal oldu. Çoluğun çocuğun yüzüne bakamıyoruz, bir şey ister de alamayız diye. Bunların sebebi seni beni ayıran kapitalizmin kendisi. Bunların sebebi zorluğa karşı yan yana gelmekten kaçınıp, yurt dışı hayalleri kurup mücadele etmekten vazgeçmektir. Bunların sebebi savaş çığırtkanlığı yapıp milyonlarca insanı yerinden yurdundan edip, bizi birbirimize düşman edenlere karşı ses çıkarmayışımızdır. Koca bir pandemiyi, ekonomik krizi, depremi yaşayan bu toplumda bunlar yaşanmasın diye ne yapabiliriz demek yerine “Oh olsun” diyenlerin arkasından gitmektir.
Birleşmekten, dayanışmandan, mücadele etmekten başka şansımız yok. Bugün AKP kazanır, Erdoğan cumhurbaşkanı olur, yarın başka bir parti kazanır, başka biri cumhurbaşkanı olur. Esas mesele biz ne olacağız? Birilerinin bizim yerimize karar vermesine, bizim yaşam koşullarımızı belirlemesine daha ne kadar seyirci kalacağız? Bu sıkışmışlık birikiyor, hem de sadece ülkemizde değil dünyanın dört bir yanında birikiyor. Bu düzeni hayatı üreten ellerimiz değiştirecek. Bize “Bir oy verin gerisini bize bırakın” diyenlere artık karnımız tok. Daha özgür ve insanca bir yaşam için tek koşulumuz daha fazla mücadele. Yan yana geldikçe güçleneceğiz, büyüyeceğiz, kazanacağız.
Fotoğraf: Ekmek ve Gül
İlgili haberler
AKP’nin seçim kozu: ‘Bize oy vermezseniz sosyal ya...
Her an “Yardımlarım kesilir” korkusu yaşamadığımız bir düzeni kurmayı istemenin cevabını sandıkta ve...
Kadınlar ‘Mücadeleye devam’ diyor
28 Mayıs Cumhurbaşkanlığı seçimlerine göre Erdoğan 12. Cumhurbaşkanı olarak görevine devam edecek. Y...
Kadınlar örgütlenerek değişim istediğini gösterdi
‘Kadınlar bu düzene boyun eğmek istemediklerini, değişim istediklerini ve bunun için sadece oturup k...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.