Sandığa giderken 17 yılı unutmayalım
17 yıldır kadınlar yokmuş gibi davranan, şimdi bin bir dolapla seçim kazanma derdinde olan iktidara sormak gerekiyor ‘17 yıldır ne yaptınız!’

“Big Litte Lies” şu sıralar ikinci sezonu yayınlanan bir dizi. İlk sezonu epey ses getirmiş, ödüller almış üzerine çok konuşulmuştu. Dört kadının hayatı üzerinden kurgulanmış olan dizi, kadınların hayatına dair ne varsa onu anlatıyor aslında. Şiddet, aldatma, tecavüz, boşanma, aile, çocuklar, okul sorunları... aklınıza ne gelirse işte.

Ama dizinin ısrarla yönünü çevirdiği bir şiddet öyküsü var ki; dünyadaki, hele de bu ülkedeki kadınlar için çok tanıdık. Giderek artan dozda ilerleyen şiddetle kadının yüzleşmesi, yaşadığının şiddet olduğunu kabul etmesi, arkasından şiddetten kurtulma gücü ve cesareti kazanmaya çalışması kadının yaşadığı ruhsal çatışmalarla birlikte çok iyi aktarılıyor.

Aslında yaşadığımız şiddetin süreci tam olarak böyle yaşanıyor. Dile gelen birkaç kaba söz ya da aşağılama, dalga geçme ile aslında fark ettiğimiz şiddet, giderek fiziksel ve cinsel şiddete evriliyor. O arada ise en kolayı yapılıyor, inkar etmek. “Aslında şiddet değil, aslında bir kerelik, aslında öyle yapmak istemedi, bir daha yapmayacak, çok üzgün, pişman, beni ne kadar çok sevdiğini biliyorum sonuçta…”

Bu durumda inkar etmek en insani olan, en hızlıca yapılan. Çünkü bir insanın şiddete uğradığını kabul etmesi kolay değil. Şiddet; psikolojik, cinsel, fiziksel her nasıl gerçekleşiyorsa gerçekleşsin yüzleşmek çok zor. Öte yandan böyle bir durumda kadının iradesini etkileyen o kadar çok etken var ki, mesela bir tanıdık, kadını yaşadığının şiddet olmadığına ikna edebilir kolaylıkla. Ayrıca kadının yalnız olması, çevresinde az insan olması da şiddet uygulayan erkeği cesaretlendirir.

Dizide de bunun örnekleri çok, kadının kocasının annesi -ki kendisini Merly Strep canlandırıyor, “demek polise gitmedin” diyerek ona inanmadığını ısrarla vurguluyor. Nicole Kidman’ın canlandırdığı kadının, geriye dönüşlerde anlıyoruz ki kardeşi yok, annesi ölmüş ve babası ile görüşmüyor. Bunları öğrenen kocası henüz yeni tanıştıkları dönemde “eğer bu ilişki devam ederse demek ki sadece benim olacaksın” diyor mesela.

Kadını yaşadığı şiddetle baş başa bırakan faktörler o kadar çok ki. Bu başbaşalık işte şiddetin devamına, kadının hayata dair bütün cesaretinin kırılmasına ve çıkış bulamamasına neden oluyor. Hatta bir bakıyorsunuz ki koca bir hayat böyle geçmiş gitmiş.

ŞİDDET, DEVLETİN DE DAHİL OLDUĞU BİR SÜREÇ
İşte böylesi bir ortam kadınları şiddetten korumak için kamusal zorunlulukları ortaya çıkarıyor. Devlet, devletin bütün kurumları, belediyeler hepsinin alması gereken sorumluluklar var. Kadına yönelik şiddetin bu kadar yoğun devam ettiği ülkemizde ise tüm bunlar yapılmadığı için aslında devletin de dahil olduğu bir sürece dönüşmüş durumda.

Her yeni gün yeni bir örneğini duyduğumuz şaşırdığımız, dehşete kapıldığımız, yok artık dediğimiz olaylar yaşıyoruz. Ankara Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi hocası Hasan Bilgili’nin çok kısa bir süre tutuklu kaldıktan sonra tahliye edilmiş olması bunlardan sadece biri. Kendisinin sahibi bulunduğu işyerinde genç bir veteriner hekime tecavüz eden, gece boyunca kadını alıkoyan, sabah bir jinekoloğa götürerek delillerin yok edilmesini sağlayan Bilgili’nin serbest kalmış olması pek çok açıdan konuşulmayı hak ediyor.

Kadına yönelik şiddete ilişkin bu cezasızlık pratiğine ilişkin çok şey söyledik şimdiye kadar. Görünen o ki daha da söylemeye devam edeceğiz. Çünkü bu cezasızlık; şiddetin devamı ve sistematik hale gelmesi, her bir kadın için büyük bir tehlike olarak varlığını sürdürmesine neden oluyor. Yargının bu ısrarlı tutumunun tek nedeni ise mevcut yapılanmaya neden olan siyasal iktidar.

Siyasal iktidar kadına yönelik şiddete ilişkin önlem almak yerine kadınların eşitsiz konumunu güçlendirdikçe her açıdan şiddet devam ediyor. Kadınların yargı dahil her alanda korumasız bırakılması, şiddeti hayatın olağan parçası yapıyor.

OY VERİRKEN YAŞADIĞIMIZ GERÇEKLERİ DÜŞÜNELİM
Bitmeyen bir yerel seçim süreci yaşıyoruz. Pazar günü İstanbul yeniden seçime gidecek ve yeniden belediye başkanını seçmeyi deneyecek. Oy verecek milyonlarca İstanbullu içindeki kadın seçmelerin kente ve adaylara bu gözle bakması zorunlu.

Belediyeler; kadınlar ve kadınların yaşadığı sorunlar için çözüm üretmekle yükümlü. En temel görevlerinden söz etmek yerine İstanbul seçimini memleketin en önemli meselesi haline getirip, bin bir dolapla seçim kazanma derdinde olan siyasal iktidara on yedi yıldır ne yaptınız diye sormak gerekiyor.

On yedi yıldır İstanbul için, bu ülke için, kadınlar için tek bir hayırlı iş yapmayanların, kadınlar için nefes alması bile zor bir memleket yaratanların bu yaptıklarını unutmamak gerek. Biz kadınlar yaşıyoruz yahu, bu ülkede her türlü zulme rağmen ayakta durmaya çalışıyoruz. Bize eşit insan muamelesi yapmayan, bizi güçlendirecek politikaları olmayan, belediyelerde de biz yokmuşuz gibi davrananlara biz de yokmuş gibi davranalım.

23 Haziran’da sandık başına gidecek İstanbullu kadınlar, yaşadığımız şu on yedi yılı düşünerek gidin oy vermeye. Saraylarda yaşayıp, kuş sütü ile beslenenlerin söylediklerini değil, her Allahın günü yaşadığımız gerçekleri düşünün lütfen. İstanbul kadar bu ülkenin de biz kadınlar için daha yaşanılır olması için oy vereceksiniz, hepimizin gözü kulağı sizde...

İlgili haberler
AKP’ye oy veren işçi de ‘Burada haksızlık olduğunu...

Tekstil işçisi Gülsüm ve evde parça başı iş yapan Aysel. İki emekçi kadın. İkisi de 31 Mart seçimler...

AKP’nin mahallelerdeki seçim çalışmaları: İftira,...

Pendik’ten kadınlar, belediyeden aldıkları sosyal yardımların 31 Mart sonrasında kesildiğini, yetkil...

KADINLARIN CANINA TAK ETTİ: 20 lirayla pazar yapıy...

Kadınlar cebindeki 20 lirayı kameramıza gösterip “bununla ne alacağım” diye isyan ediyor. Bu yoksull...