Patronun haysiyetsiz silahı; Kod 29!
Kod 29; işçinin kıdem tazminatı, ihbar tazminatı ve işsizlik ödeneğine hak kazanamadığı acımasız bir işten çıkarma türü.

Pandemi sürecinde işten çıkarma yasağının “istisnası” olan ‘Kod 29’ işçilerin kâbusu oldu.  

Nedir bu Kod 29?

İşveren işten çıkardığı işçiler için Sosyal Güvenlik Kurumuna 10 gün içinde işten ayrılış bildirgesi vermek zorunda. İşçiyi hangi gerekçe ile işten çıkardığını da kod numarasıyla işaretliyor. Kod 29; işçinin İş Kanunu’nun 25. Maddesinin ikinci bendinde sayılan “ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller (davranışlar)” sergilediği gerekçesiyle iş akdinin fesh edildiğini gösteriyor.

Patronların tazminat ödememek ve işten çıkarma yasakları süresince dilediğince işçi çıkarmak için kullandığı bu madde, işsizlik ödeneğinden faydalanmanın da önünde engel. İŞKUR, işsizlik ödeneği için başvuru yaptığında işten ayrılış bildirgesindeki kod numarasına bakıyor; Kod 29 girilmişse işsizlik maaşı ödemiyor. İşten çıkış gerekçesi olarak 29 numaralı kod gösterilenler kısa çalışma ödeneği de alamıyor.

Kod 29; işçinin kıdem tazminatı, ihbar tazminatı ve işsizlik ödeneğine hak kazanamadığı acımasız bir işten çıkarma türü.

İşçi kadınlar için ise bu acımasızlık ikiye katlanıyor!

Kadın işçiler işyerlerinde pandemi sürecinde bu kodla işten çıkarma tehdidinin arttığını, “namussuzluk, ahlaksızlık, cinsel suçlar, ailenin ve iş arkadaşlarının yüzüne bakamaz hale gelme” olarak tanımlanıp bir silah olarak kullanıldığını anlatıyorlar.

Kod 29 ile işten çıkarılan kadınlar, ailelerinin “işyerinde ne yaptığı ne haltlar karıştırdığına” dair sorgulamalarına maruz kaldıklarını, bunun kimi zaman şiddete dönüştüğünü, iş ararken karşılarına çıkan bu bildirim nedeniyle ciddi sıkıntılar çektiklerini, kendilerine “kötü gözle bakıldığı için utandıklarını”, sigortalı iş aramaktan bile imtina ettiklerini, sürekli bir “namussuzluk, haysiyetsizlik yapmadıklarını ispatlama çabası içine girmek zorunda kaldıklarını” anlatıyorlar.

Ekmek ve Gül dergisinin Eylül sayısında Pendik’ten Adile Doğan bu tabloyu “İşçiler artık işsiz kalmaktan değil, damga yiyerek işsiz kalmaktan korkar oldu!” cümlesiyle özetliyor.

***

Geçtiğimiz ay Dardanel’de, geçen hafta da Çorlu’da ünlü markalara temizlik malzemesi üreten bir fabrikada örneğini gördüğümüz üzere, artan üretim baskısıyla adeta hapishaneye çevrilen işyerlerinin ağırlıkla kadın işçilerin çalıştığı fabrikalar olması göze çarpıyor. 

Dardanel’de işçiler Kovid-19 sebebiyle yurtlara kapatılırken, Çorlu’da ise fabrika yönetimi işçileri günde 12 saat çalışmaya mecbur bırakmak için servisleri kaldırmış, işçiler erken çıkmasın diye fabrikanın bahçe kapısını kilitlemiş, uzun süre çalışmaya zorlanan işçilere, pazar ve resmi tatillerde çalışmaları karşılığı fazla çalışma ücreti ödenmemişti. Hatta yeni doğum yapmış, emzirmek zorunda olduğu bebeği olan kadın işçiler bile zorla çalıştırılmak istenmişti. “Mesaiye gelmeyen ertesi gün gelmesin” diye tehdit edilen işçiler, “Çalışırken acı çekiyoruz. Bedenimiz bu çalışma temposunu kaldırmıyor. Diğer taraftan evde sorun yaşıyoruz. Birçok kadın arkadaş evde kavga ediyor. Huzursuzluk çıkıyor…” sözleriyle anlatıyor yaşadıkları cehennemi.

Pandemi süreciyle birlikte özel olarak kadınların maruz bırakıldığı mobbing, taciz ve ayrımcılık örneklerinde yaşanan artış, kapitalizmin ataerkil karakterinin, emek süreci üzerindeki denetim yoluyla belirgin bir dışa vurumu haline geldi. Öncesinde de işyerinde yaşanan şiddet ve ayrımcılığa karşı çıkma olanakları az olan kadınlar, pandemi sürecinde özellikle ‘işten atılma’ kaygısıyla onur kırıcı davranış ve tutumlara karşı kendilerini daha korunaksız hissetmeye başladı.

Emek denetiminde artan baskı, çalışma koşullarının ağırlaşması ve cinsiyetçi baskı pratikleri artan işsizlikle ve büyüyen yoksullukla birleştiğinde, birçok kadın işçi için “her ne olursa olsun boyun eğme” duygusu ne yazık ki büyüyor. Bu durum örgütsüz işyerlerini tümüyle orman kanunlarıyla işleyen yerler haline getirirken, örgütlü işyerlerinde ise örneğin toplu iş sözleşmesi süreçlerine ‘sessizlik’ ve ‘fazla beklenti içinde olmama’ olarak yansıyabiliyor. Ağır çalışma koşullarını kabul etmemenin “meşru” bir işten çıkarma gerekçesi sayıldığı bu ortamda, özellikle belli bir yaşın üzerindeki kadınlar için işten atılma kaygısı daha ağır basıyor.

Kadınların çalışma yaşamında yaşadıkları sorunlar gerektiği kadar gündeme gelmiyor. Bunun elbette işyerlerindeki örgütsüzlükle, örgütlü olan yerlerde ise bu sorunların sendika bürokrasisi tarafından umursanmamasıyla hatta bazen üstünün kapatılmasıyla bağı açık.

Kod 29 uygulaması ve hapishanelere çevrilen fabrikalar, kadınlara yönelik şiddetin, baskının ayrımcılık ve eşitsizliklerin ne kadar katmerlendiğini gösterdiği kadar; kadınları ikincilleştiren ve ezen koşulların tüm işçiler üzerindeki denetim ve baskının artmasının, ücretlerin aşağıya çekilmesinin, kazanılmış tüm hakların geriye götürülmesinin zemini haline geldiğini de ortaya koyuyor. Kadın işçilere uygulanması “normal” görülenler, tüm sınıfın üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallanan “yeni normal”in ne demek olduğunu da gösteriyor. Sermayenin güvendiği, sırtını dayadığı cinsiyetçilik, eşitsizlik, ataerki toplumu sömürüye en uygun biçimde dizayn etme arzusu için her fırsatta işe koştuğu bir “maden” gibi.

İlgili haberler
Dardanel’in çalışma kampından İstanbul Sözleşmesi’...

Eşitlik, 8 Mart reklamlarında kadına değer verdiğini söyleyip, ilk fırsatta kadınları çalışma kampla...

Dardanel işçilerinin ton balığı kadar değeri yok m...

Kapalı devre çalışma sistemi adı altında zorla çalıştırılan Dardanel işçisi kadınlar: “15 yıldır çal...

Siemens’in köle kampından Dardanel’in ‘kapalı çalı...

Bugün alanında tekel olan Dardanel’in abileri Siemens, Bayer, Nestlé, Opel, Coca-Cola, Krupp gibi ka...