İstanbul’un Fatih ilçesinde dört kardeş, kapılarına bir “dikkat” notu asarak, siyanürle intihar etti. Polislerin olay yerinden ayrılmasından sonra BEDAŞ, 2 aydır faturası ödenmediği gerekçesiyle elektrikleri kesti. Sonra ailenin bakkal defterine kalem kalem işlenmiş borçları, intihar eden kardeşlerden Oya Yetişkin’in borcu ödeyememişliğinin mahcupluğuyla bakkala söylediği “Maaşıma haciz kondu” cümlesi çıktı ortaya. Mimar Sinan Üniversitesinde canlı model olarak çalışıyormuş Oya Yetişkin, yani yarın ne olacağının belli olmadığı güvencesizliğin tüm sorunlarıyla, saatlerce kıpırdamadan, kazancı aya vursan bir asgari ücret etmeyecek paraya… İki kardeşin obezite sorunları varmış, günümüz yoksullarının dertli hastalığı; son aylarda günde 6 ekmekten 10 ekmeğe çıkmış bakkal alışverişleri, domates, soğan, fasulye değil artan, en kolayından ve en ucuzundan ekmek… Ölen anne babalarından borçlar kalmış kardeşlere, ödenemeyen, büyüyen… Belki aynı dertlerden muzdarip ama yine de bir nebze mutlu olunan günlerden, pırıl pırıl eski fotoğraflar yansıdı sonra. Arkadaşlarının dostlarının dile getirdiği “Çok gururlulardı, hiçbir yardım istemediler” sözleri…
İntihar, netameli bir konu. Tek bir belirleyeni, profili, nedeni yok.
Ama bildiğimiz bir şey var; siyasal, ekonomik, kültürel, sosyolojik olarak tarihin en gerilimli, en sıkışık ve en belirsiz döneminde olan memlekette bu intiharlar yalnızca “bireysel” değil, toplumsal nedenlerin iç içe geçmişliğinin bir sonucu.
Tam da bu nedenle böylesi intiharlar; siyasal sahnenin zaten çökmüş olduğu, ekonomik çöküşün yavaş yavaş ama sarsıcı bir biçimde ortaya çıktığı memlekette, bu çöküşü bütün şiddetiyle kayda geçiren işaretin kendisi oluyor. Bu sarsıcı ölümden önceki hikayeler hatırlanıyor yeniden; çocuğuna okul pantolonu alamadığı için, yakacak odun alacak parası olmadığı için, dershane parasını ödeyemeyen annesi cezaevine atıldığı için, atanamadığı için, iş kazası geçirdiği işyerinden haklarını alamadığı için canına kıyanların öyküsü bir bütünün parçaları olup tamamlıyorlar birbirlerini. İntiharla hayatına son veren insanların “biricikliği”, onların yaşam öykülerinin kolektifleştirilebildiği yerlerden tutularak, ortak dertlenmenin isyanıyla tartışılıyor.
Çünkü kapısına “Dikkat, siyanür var” yazısı asılarak intihar edilen evin içindeki yoksulluk, borçluluk, yoksunluk, bugün resmi rakamlarla 11 milyon insanın evinde çok benzer şekillerde yaşanıyor. Borç yüzünden elektriklerinin kesilmesini bekleyen milyonlar okuyor bu haberi. Aç kalmamak için ekmeği artırırken, sütten, yumurtadan, domatesten kesenler çoğalıyor. Her 100 kişiden 74’ü borçlu. Üst üste biriken borçlar ödenmediği için icralık olanların sayısı 2002’de 8 milyonken bugün 20 milyona çıkmış. 8 milyon işsiz var. 10 milyon işçi asgari ücret civarında çalışıyor. 2 milyon insan aylık 700 lira ile yaşamaya çalışıyor. Üniversite mezunlarının büyük kısmı günlük, geçici işlerde, boğaz tokluğuna çalışıyor.
Bu benzerliklere rağmen Yetişkin ailesinin intiharını münferitleştirerek, intiharı kardeşlerin “yaşam tarzına” fokuslanarak tartışanlar da var. Milyonların kendi yaşamlarından benzerlikler kurduğu bir ailenin intiharını “melankolinin”, “bireysel tercihin” konusu haline getiren bu yorumlar sadece “tuzu kurulukla” malul değiller, bu intiharların sistematik bir cinayet olduğu gerçeğinin üstünü örtmek için kullanışlı bir araç olma işlevini de yerine getiriyorlar.
“Neoliberal politikalar” denince büyük laf edilmiş, gerçek dertler afaki bir biçimde soyutlanarak bulutlaştırılmış gibi bir hava estiriliyor. Oysa; anlatılan işsizlik, açlığa mahkumiyet, güvencesizlik sarmalı, borçların ödenememesi, vergilerle çöken omuzlarken; aynı zamanda toplumsal dayanışmaya dinamit koyulması, gerçek yoksunlukların ve dertlerin görünmezleşmesi, korku ve biat kültünün yaygınlaşması, bireycilik pohpohlanırken dertlerin toplumsal kökeninin üstünün örtülmesi ve yaşanan her sorunun “bireysel başarı ve başarısızlığa” tahvil edilmesidir de… Yetişkin ailesinin yaşamı, ölümü ve bu ölüm üzerinden gördüklerimizin ta kendisi yani…
“Toplum binlerce insanı yaşamın gereklerinden yoksun bıraktığı, içinde yaşayamayacakları konumlara soktuğu, bu binlerce mağdurun yok olacağını bildiği ve gene de bu koşulların sürmesine izin verdiği zaman, toplumun o yaptığı, bir bireyin yaptığı gibi ve aynı kesinlikte cinayettir; örtülü, kasıtlı cinayettir. Kimse katili görmediği için, mağdurun ölümü doğal göründüğü için cinayet gibi olmayan cinayettir; çünkü suç bir şeyi yapmaktan çok yapmamanın sonucudur. Ama cinayettir.” Engels’in neredeyse iki asır önce İngiltere’de Emekçi Sınıfın Durumunu tahlil ederken söylediği sözlerin geçerliliğini koruması bize bir şey daha söylüyor; kendisi 2019’u tüm olanakları ve şaşaasıyla yaşarken, çoğunluğun yaşamını 19. yüzyılın vahşi kapitalizmine kurban verenler bu intiharın “münferit” değil sistematik olduğunu gayet iyi biliyor.
İlgili haberler
Baskının ve şiddetin habercisi: Kadın intiharları
Psikolog Banu Bülbül, 28 günde en az 28 kadının intihar ettiği ülke tablosunu değerlendirdi. ‘Bu tab...
KHK ile ihraç edilen ve intihar eden Sevgi hemşire...
Üçüncü çocuğuna hamileyken eşiyle birlikte ihraç edildi mesleğinden. Yaşadıkları lojmandan atılmış,...
GÜNÜN RAKAMI: 2014-2016 yılları arasında 9 bin 479...
CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nun soru önergesine yanıt veren Sağlık Bakanı Ahmet Demir...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.