Gelin sizinle samimi bir konuşma yapalım...
Hangimiz samimi olmayan insanları tutmak isteriz ki hayatımızda? Arkamızdan iş çevireceğini bildiğimiz, anladığımız kime selam vermek isteriz ki?

Akşam iş çıkışı Kızılay Meydanı'na gittim. Seçim sürecinin son haftasındayız malum, ben de bütün partilerin seçim stantlarının olduğu meydanda ne var ne yok merak ettim.

Kızılay’ı ve Ankara’yı bilenler daha kolay anlayacaktır anlatmaya çalışacağımı. Kızılay hâlâ Ankara’nın merkezi ve çok farklı kesimden, sınıftan Ankaralı’nın mutlaka yolunun geçtiği bir yer. Meydanın Güvenpark tarafında muhalefet yan yana dipdibe sıralanmış HDP, CHP, Saadet Partisi ve İyi Parti. Birinin şarkısı ötekine karışırken, birbirlerinden rahatsız olmadıkları çok belliydi. Onuncu Yıl Marşı'na Kürtçe türkü karışırken, Türk bayrakları ile coşkuyla marşı söyleyen kalabalığın yanında HDP’li gençler halay çekiyor.

Saadet Partisi’nin standı daha sakin, İyi Parti standında ise kadınlar çoğunlukta gibi, gelen geçenle sohbet ediyorlar. Yoldan geçenler stantlara uğruyor, broşürleri alıyor... Meraklı bir kalabalık var etrafta özetle. Bu arada bu partilerin bazıların araçları var ama küçük boy. Müzik yayını da o sebeple çok rahatsız edici değil.

Meydanın tam karşısında Kızılay AVM önünde ise AKP ve MHP standları, daha doğrusu büyük çadırları var. Kocaman seçim otobüslerinden yükselen korkunç yüksek ses yanındaki ile konuşabilmenin olanağını bırakmıyor. AKP standı önünde bekleyen bir grup insan, otobüsten yapılan anonslarla zoraki bir coşkuya tabii tutulmuş gibiler...

MHP standı ise AKP’den epey uzakta, çok sessiz, kocaman otobüsten çalan şarkılardan ibaret, pek insan da yok civarlarda...

Seçim uzmanı falan değilim nihayetinde, sadece yoldan geçen merakla etrafa bakan biriyim. Ama muhalefet tarafı ne kadar coşkulu ve eğlenceliyse, iktidar tarafı bir o kadar sönük. Zorlama olduğu her halinden belli küçük bir kalabalık Erdoğan diye tezahürat yapmaya çalışıyor.

Seçimin son düzlüğündeyiz, işte pazar günü her şey belli olacak. “Yine biz kazanmalıyız, çünkü her zaman kazanıyoruz, kazanmazsak a, b planlarımız var” diyenlerin yürüttüğü, tek bir çocuğun gerçekten samimiyetle başını okşamadan, tek bir insana gerçekten ama gerçekten sarılmadan yapılan bir kampanya var bir yanda. Diğer yanda ise cezaevinde bile espri yapan, eşiyle yaptığı telefon görüşmesini mitinge çeviren, meydanlarda zeybek oynayan, sosyal medyada miting yapan, gençlere “Bug yapmayın” diyen, daha mütevazı olanaklarla çalışma yapanlar var...

Samimiyet önemlidir, bazen insan hayatını belirler. Hangimiz samimi olmayan insanları tutmak isteriz ki hayatımızda? Arkamızdan iş çevireceğini bildiğimiz, anladığımız kime selam vermek isteriz ki? Gerçekten düşünün, duygularınıza bakın, hissettiklerinize... “Memleket meselesi duygularla yürür mü?” demeyin. Gülebiliyor musunuz uzun süredir kaygısız, umarsız; mutlu musunuz mesela? Gelecek nasıl geliyor düşününce, “Muhteşem bir gelecek var, evet görüyorum“ diyenimiz var mı Allah aşkına?

Bu seçim samimiyetin seçimi olsun, olmaz mı ki? İyiliğin, umudun, kahkahanın, mutluluğun mesela... Kibrin, üstten bakmanın, yalanın, çalıp çırpmanın bir sonu olmalı değil mi? Sırtımıza basıp basıp elde edilen bu insan aklının alamayacağı servetin, zenginliğin şaşanın bir açıklaması olmamalı mı artık... Neden bir cumhurbaşkanı sarayda oturur, neden altın varaklı koltuklar alır ki kendine, bunu hepimiz düşündük itiraf edin lütfen...

Şimdiye kadar kime oy verdik, kimlere inandık, kimlerin bizi kurtaracağını düşündük, bir kenara koyun. Şu son 16 yılı düşünün, şu koskoca 16 yılı...

Bu yılların her bir anı bizim geleceğimizden, ömrümüzden giderken, 16 yıldır yönetenler gerçekten hiçbir şey vadedemeden yine oy istiyorlar. "Oy verin" diyorlar, vermek zorundasınız, diyorlar...

Sokakta oynanan oyunu oyun olduğu için değil, “kazanmak zorunda” olduğu için oynayan, yani aslında oynamayan o hırslı, mahallede hiç kimsenin sevmediği çocuk vardır ya hani, aynı onun gibiler. Kazanmak için her şeyi yaparlar, her türlü hileyi, oyun bozgunculuğunu, mızıkçılığı sonra. Bu çocuklara tahammül eden birileri olur muydu hep; gazoz aldığı için babası mesela... Ya da amcası bakkal olduğu için... Ya da kaba kuvvetinden, zorbalığından duyulan korkudan... Ya da “havası” olduğundan...

Nereye kadardı o çocuğun “zorba yenilmezliği” peki? Bir, iki, üç...

Derken o çocuk bir gün oyuna alınmazdı. Oyunun sahibi olan bütün çocuklar birlikte karar verip, o tek mızıkçıyı atar oyundan. Mızıkçı, şımarık, zorba çocuk tek başına kalır öyle bir köşede.

Şimdi bu ülkenin tadını kaçırmış olanlara bir dur demek için bir şansımız var. Bakmayın “a, b planlarımız var” dediklerine, “Bunlar öyle kolay gitmez” diyerek moralinizi de bozmayın. Hiçbir zalimin, hiçbir zulmün kalıcı olmadığını bal gibi biliyoruz aslında.

“Bir oyluk canları var” dedi ya Selahattin Demirtaş; hakikaten öyle. Şimdiye kadar kendisine verilen oylarla güçlenen Erdoğan, artık o oyları alamadığında gücünün kalmayacağını biliyor. O yüzden her zamankinden daha öfkeli, saldırgan, daha nefret dolu.

Gelin bu sefer yüreğimizden geçeni yapalım, 24 Haziran’da “Eskiden bir tek adam vardı, onu gönderdik biz” diyelim, bu gururla mutlulukla andığımız bir tarih olsun 24 Haziran.

Gelin, sizinle samimi bir konuşma yapalım; samimiyetin insan hayatını değiştiren o büyük gücüne sığınalım ve soralım: "Gerçekten, bu hayatta değiştirmek istediğin şeyler için elinde bir oy varken, ne yapmak istiyorsun?"

İlgili haberler
Flormar’ın işçisi, Erdoğan’ın çantası, Liverpool’u...

Sürekli kazanmanın, kazanmanın getirdiği küstahlık ve terbiyesizliğin, herkese yukarıdan bakmanın bi...

Hayır diyememeyi hayat diye yutturanlara bir çift...

Olumsuz cümleler kurmaya alışmamışız galiba biz. Seçme şansımız da olmamış çoğu zaman. Önümüze gelen...

Adalete ulaşacacağımız o güne kadar….

Bu yazı esasen bir teşekkür yazısıdır. Her duruşma için bizim gücümüz olan, dayanağımız olan, bu uzu...