Cumhuriyetin yüzüncü yıl dönümü, yüz yıllık rejimin geçmiş ve güncel tartışmalarının yeniden alevlenmesine ve “Nasıl bir ikinci yüzyıl?” sorusunun gündeme gelmesine neden oldu. Biz de bu yazıda, söz konusu sürecin kadınlar açısından öne çıkan noktalarına geçmiş ve bugün ekseninde odaklanacağız. Bunun için öncelikle kadınların Cumhuriyetin hemen öncesinde, Osmanlı’daki konumlarına bakmakta yarar var…
OSMANLI’DA KADINLAR
Osmanlı’nın son döneminde farklı toplumsal sınıflardan kadınların farklılaşan yaşamları gözümüze çarpmaktadır. Köylü kadınlar tarımsal üretimde, ev ile iş arasındaki ayrımın söz konusu olmadığı feodal ilişkilere bağlı, bireysel haklardan yoksun olarak hayatlarını sürdürmektedir. Burada kadın ancak aile ilişkisinin bir parçasıdır. Bir kısmı, 19. yüzyılın sonlarına doğru köyden kente göçün bir parçası olarak erkeklerle birlikte işçileşmiştir. Kentler ise işçi emekçi kadınlar ile burjuva aristokrat kadınları barındırmaktadır. 19. yüzyılın ilk yarısından itibaren işlik ve atölyelerde çalışmaya başlayan kadınlar, 20. yüzyılın başlarına gelindiğinde imparatorluktaki fabrikalarda çalışan işçilerin üçte birini oluşturmuştur. Erkeklerin yarısı veya üçte biri ücretlerle günde 14-16 saat çalıştırılan işçi kadınlar, çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve ücretlerinin yükseltilmesi için grev ve direnişlere de bu dönemde başlamıştır. Burjuva aristokrat kadınlar ise bir kısmı Osmanlı kadınının hak eşitliği mücadelesinde öne çıkacak olan saraya yakın konumdaki ailelerden kadınlardır. Tanzimat dönemiyle öğrenim görme hakkına sahip olarak meslek edinen bu kadınlar, özgürlükçü fikirlerle de öğrenim gördükleri meslek okulları aracılığıyla tanışmışlardır.
1908 DEVRİMİ VE YENİ DÜZENİN ‘İDEAL’ KADINI
Bu süreçte gündeme gelen 1908 devrimi ve Birinci Dünya Savaşı Osmanlı kadınlarının hak arayışı mücadelesinde önemli etkilere sahiptir. Bir burjuva devrimi olarak 1908 devrimi, bütün diğer burjuva devrimleri gibi, eşitlik ve insan hakları kavramlarıyla kitleleri etkisi altına alırken kadınlar da içinde bulundukları ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel koşullar dahilinde bu tartışmaların bir parçası olarak harekete geçmişlerdir. Basın özgürlüğü, dernek ve cemiyet kurma hakkı gibi özgürlükçü hamlelerin gündeme geldiği bu süreçte kadınlar da taleplerini duyurmak için gazete ve dergiler çıkarmaya, cemiyetler kurmaya başlamıştır.
Bu süreçte, önceki yüzyılda burjuva devriminin saflarında yer alarak eşitlik ve özgürlük taleplerini kadınları da kapsayacak şekilde savunan Avrupalı kadınların kazanımları, Osmanlı kadının da elini güçlendirmiştir. Tanzimat dönemiyle başlayan “Batılılaşma-Modernleşme” hamleleri, yeni burjuva toplumsal düzende kadınların konumunun ne olacağına dair tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Genç Osmanlılardan başlayarak Osmanlı aydınları kadının toplumsal konumu ve aile ilişkileri üzerine kafa yormaya başlamış, 1908 devrimiyle gücü ele alan İttihat ve Terakki Cemiyeti, feodal geniş aile karşısında “asri” ve “milli” çekirdek aileyi öne çıkarmıştır. Terbiye-i etfal ve idare-i beytiyye (çocukların eğitimi ve ev idaresi) özellikleri yetkin “asri kadın” imajı, iktidarın yeni toplumsal düzen için ideal gördüğü kadın imajı olarak şekillenmiştir. Bu imaj, İttihat ve Terakki kökenli Cumhuriyet kadrolarının da hedeflediği, erken Cumhuriyet’in ideal kadın imajını oluşturmuştur.
SAVAŞLAR VE NÜFUS POLİTİKALARI
1908 devrimi sonrasında yaşanan Balkan Savaşları, Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı, erkeklerin cepheye çekilmesi ve yaşanan can kayıplarıyla kadın nüfusunun üretime kaydırılmasını beraberinde getirmiştir. Kadınlar savaş ekonomisinin bir parçası olarak işçileşmiş, istihdam krizinin aşılmasında önemli bir pozisyon kazanmıştır. 1915 yılında kabul Osmanlı Ticaret Nezareti’nde kabul edilen mecburi hizmet kanunuyla çalışan kadın sayısı artırılmıştır. Kadın emeğine duyulan ihtiyaç “Kadınları Çalıştırma Cemiyeti İslamiyesi” adlı bir örgütün kurulmasına da yol açmış, dernek kadınları üretime çekmenin yanı sıra zorunlu evlilik uygulamasıyla nüfusun artırılmasını destekleyici politikaları da benimsemiştir.
Cumhuriyet dönemi nüfus politikaları da bu savaşların yıkıcı etkilerini atlatmak üzerine kurulmuş, yeni kurulan cumhuriyetin iş gücü ihtiyacı kadının üretim ve yeniden üretimdeki rolünün kimi sosyal devlet politikalarıyla düzenlenmesi yoluyla aşılmaya çalışılmıştır. 1937’de yürürlüğe giren İş Kanunu’yla kadınlara doğumdan önce üç ve doğumdan sonra üç hafta olmak üzere toplam altı hafta doğum izni verilmiş ve iznin gereklilik halinde altı haftadan on iki haftaya kadar uzatılabileceği ifade edilmiştir. Kanun ayrıca kadınlar ve kız çocukları için gece çalışmasını ve yer altı ile su altı işlerini yasaklamıştır. Yine 30’lu yıllardaki CHP programları doğum evlerinin ve iş yeri kreşlerinin artırılması hedeflerini önüne koymuştur.
Bu dönemde kürtaj ise önce “Kasten Çocuk Düşürmek ve Düşürtmek Cürümleri” adı altında, daha sonra ise “Irkın Tümlüğü ve Aleyhine Cürümler” başlığı altında bir suç olarak tanımlanmış, kürtaj yaptıran kadınlar “ırkın aleyhine cürüm” işlemiş sayılmıştır. Türkiye’de kürtaj yasağı ancak kamusal hizmetlerin özelleştirilmeye başlandığı 80 darbesi sonrasında, iki çocuklu ailenin teşvik edilmesi eşliğinde, 29 Mayıs 1983’te ortadan kalkmış, hamileliğin ilk 10 haftasında (tıbbi zorunluluk halinde 10 hafta sonrasında da) yapılabilmesi yasallaşmıştır. Ne var ki 2012 yılında Başbakan Erdoğan’ın “Her kürtaj bir Uludere’dir” çıkışı sonrası yasal bir değişiklik yapılmamasına karşın kürtaj fiilen yasaklanmış, devlet hastanelerinde isteğe bağlı kürtaj yaptırmak olanaksız hale gelmiştir.
KADINLAR VE SİYASİ TEMSİL
Kurtuluş Savaşı dönemi kadınların Müdaafa-i Vatan cemiyetleri etrafında bir araya gelerek politikayla ilişkilenmelerine de neden olmuştur. 1918’de Milli Kongre’yi oluşturan 51 örgütün 16’sı kadınlar tarafından kurulmuş, Anadolu’da kadınlar işgal protestolarının ön saflarında yer almış, Halide Edip’in Sultanahmet Mitingi’ndeki konuşması dönüm noktalardan biri olarak anılmıştır. 1919’da yapılan seçimlerde kadınlara henüz seçme ve seçilme hakkı tanınmamış olmasına karşın Halide Edip’e Beyşehir’de 10, Beypazarı’nda 20, Giresun’da 8, Erzurum’da 3 ve İstanbul’da bir oy çıkmıştır. Halide Edip’in bu seçimler öncesinde 20 yaşındaki tüm kadınların milletvekili adayı olabileceğini, Meclis-i Mebusan’ın bu amaçla sonraki seçimlerde yasal değişiklik gerçekleştirmesi gerektiğini söylemiştir.
1923 yılının haziran ayında Nezihe Muhiddin öncülüğünde kurulmak istenen Kadınlar Halk Fırkası, iki yıl içinde kadınların seçme ve seçilme hakkını kazanmasını hedeflediklerini duyurmuştur. Aynı yılın sonunda Hukuku Aile Kararnamesi’nin değiştirilmesi gündeme gelince fırka, medeni haklara ilişkin bir konferans düzenleyerek 300 kadınla taleplerini tartışmıştır. Kuruluş dilekçesinden 8 ay sonra “1909 tarihli seçim kanununa göre kadınların siyasi temsilinin mümkün olmadığı” gerekçesiyle kuruluşuna izin verilmeyen fırka, çalışmalarını Türk Kadınlar Birliği adıyla geçmişe nazaran cılız bir şekilde sürdürmüştür.
1924 Anayasası görüşmelerinde “18 yaşını bitiren her Türk’ün milletvekili seçimlerine katılabileceği” ifade edilirken “Her Türk kelimesi kadınları da kapsamalı” diyen Recep Peker ve Yahya Kemal’e karşı Mecliste yükselen tepki, maddenin “Her erkek Türk” şeklinde revizesini getirmiştir. Kadınların seçme ve seçilme hakkını elde edebilmesi ancak 1930’dan itibaren yapılan bir dizi değişiklikle mümkün olmuş, 5 Aralık 1934’te yasa değişikliği ile tanınmıştır. Kadınlar böylece 22 yaşında seçme, 30 yaşında seçilme hakkına sahip olmuştur. Kadınların katılabildiği ilk seçim olan 1935’teki TBMM 5. Dönem seçimlerinde, 17 kadın milletvekili Meclise girmiştir. Ara seçimlerde sayı 18’e çıkmıştır. Meclisteki yüzde 4.8’lik bu kadın milletvekili oranı, haziran 2015 seçimlerine kadar Cumhuriyet tarihinin en yüksek kadın milletvekili oranı olarak kalmıştır. Cumhuriyetin 100. yılındaki 2023 genel seçimlerinde bu oran ancak yüzde 20’ye ulaşabilmiştir.
KADINLAR VE MEDENİ HAKLAR
1926 yılında kabul edilen ve 2001 yılına kadar geçerli olan Medeni Kanun’la mülkiyet, evlilik ve boşanma gibi haklar düzenlenmiştir. Kanunla, evlilikte resmi nikah zorunluluğu, tek eşle evlilik, kadınlara boşanma hakkı, velayet hakkı, miras hakkı gibi uygulamalar hayata geçirilmiştir. Resmi tarih yazımında kadın-erkek eşitliği üzerine kurulu olduğu iddia edilen Medeni Kanun, aile birliğinin reisinin erkek olması ve onun soyadının alınması, evlenme yaşının kadın ve erkek için farklı belirlenmesi, anlaşmazlık halinde velayetin babaya verilmesi, kadınların çalışmasının eşinin iznine tabi kılınması, boşanmada mal ayrılığı rejimi gibi cinsiyetçi uygulamaları da uzun yıllar geçerli kılmıştır. 1980’li yıllardan itibaren gelişen kadın hareketi, Medeni Kanun’daki bu hükümlerin iptal edilmesini sağlamış, son olarak 2023 yılında kadınların evlendikten sonra kendi soyadlarını kullanabilecekleri kararı alınmıştır.
2002 yılında yürürlüğe giren yeni Medeni Kanun ile evlenme yaşı kadın ve erkekler için 17 olarak belirlenmiş, mal rejimi olarak “edinilmiş mallara katılma rejimi” getirilmiş, yasadaki cinsiyetçi hükümlerin önemli bir kısmı ortadan kaldırılmıştır. Ne var ki AKP hükümetleriyle birlikte kadınların medeni hakları yıllar içerisinde yeniden hedef tahtasına konulmuş, “ailenin korunması” adı altında kadınların kazanılmış hakları ellerinden alınmaya çalışılmıştır.
İKİNCİ YÜZYILA GİDERKEN…
Bugün gelinen noktada evlilik ve cinsel ilişkiye rıza yaşının düşürülmek istenmesi, boşanmaların engellenmesi, nafaka hakkının gasbı, erkeğin çokeşliliğinin meşrulaştırılması, ailenin ataerkil ve heteroseksist temelde yeniden tanımlanması ve başörtüsünün Anayasa’ya girmesi tartışmaları kadınların en temel haklarına iktidar tarafından düzenlenen saldırının boyutlarını göstermektedir. Yalnızca medeni haklarla sınırlı kalmayan bu saldırı dalgası, kadınların çalışma ve yaşam koşullarının topyekûn neoliberal ve muhafazakâr politikalar ekseninde şekillendirilmesini öngörmektedir. Tekelci kapitalizmin güncel çıkarları doğrultusunda toplumun muhafazakâr kodlarla yeniden dizaynı döneme damgasını vurmaktadır. Osmanlı ve Türkiye kadınlarının 100 yılı aşan mücadeleleri neticesinde elde ettikleri kazanımlar iktidarın hedefi haline gelmekte, kadınlar hem esnek ve güvencesiz koşullarda çalışacak ucuz iş gücü hem de emek gücünün nesilsel yeniden üretimi için birer kuluçka makinesi olarak değerlendirilmektedir.
Kadınlar ise tüm bu saldırılar karşısında haklarını ve hayatlarını savunmaktan vazgeçmemektedir. Tekstilden petrokimyaya, metalden genel hizmetlere kadın işçiler daha iyi ücretler ve çalışma koşulları için harekete geçmekte, İstanbul Sözleşmesi’nin feshine, nafaka hakkının gasbına, kadın cinayetlerine karşı sokaklar ve meydanlar doldurulmakta, üniversiteler genç kadınların eşitlik ve özgürlük talepleriyle yankılanmaktadır.
Yüz yıllık Cumhuriyet’in kadın hakları karnesi iktidarlar açısından oldukça zayıf, kadınlar açısından ise mücadelelerle bezelidir. En temel haklara yönelen saldırıların böylesi arttığı bir süreçte Cumhuriyetin ikinci yüzyılına da kadınların mücadelelerinin damga vurması kaçınılmazdır.
İlgili haberler
GÜNÜN BELLEĞİ: Kadın Emeğinin Yolculuğu...
Kapitalizmin doğumunun gerçekleştiği 15 ve 16. yüzyıldan günümüze işçi kadınların emekleri, bedenler...
AKP’nin 21 yılında kadınlar-2 | Güvencesizleşen, e...
21 yıllık iktidar boyunca kadın emeği hangi süreçlerden geçti, kadınlar hangi hakları için nasıl müc...
GÜNÜN ÖNERİSİ: Kadın mücadelesini merkezine alan k...
Sayfalarca basılan kitap eklerinde en fazla kaç tane kadın kitabı gördük? Dolu dolusu var buyurun...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.