Korku. Genelde bilinmezliğin ve güvensizliğin getirdiği bir duygu olarak tarif edilir. Öyledir de aslında. Örneğin Sokrates’in Atina sokaklarından şöyle bir pasajı olduğu iddia edilir. Sorar biri Sokrates’e: “Yahu üstad. Neden şu sakallarını kesmemekte direniyorsun?” Sokrates de yanıtlar “Ee, bilinmeyenden korkar insan. Sakallarımı kestiğimde neyle karşılaşacağımı bilmiyorum.”
2011’den bu yana Türkiye’nin imzacısı olduğu, yasal olarak kadınların güvencesi olan İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı üzerinden bir ayı aşkın süre geçti. Kadınların uygulansın diye mücadele ettikleri sözleşme bir anda Sözleşme’nin kaldırılması mücadelesine dönüştü.
Sözleşme’nin iptali üzerinden kısa bir süre geçmişken twitterda #12Nisan tagi gündem oldu. Erkeklerin “kara mizah” adı altında tecavüz ve taciz günü olarak ilan ettikleri bir hashtagdi. Kadınların vahşice katledilmeleri üzerinden bin bir türlü tweet atıldı. Bu bir “şakaydı” tabi. “Kara mizah.” Fakat bu “mizah” genç kadınlar açısından hiç de komik değildi ve bunun üzerine birçok tepki de geldi.
Genç kadınlar komik bulmadı evet çünkü orada yazılan tüm vahşiliği yaşadığını bildikleri bir kadın vardı. Genç kadınlar komik bulmadı; ellerinden koparılmaya çalışan yasal güvencelerinin mücadelesini verirken bir yandan artık yürürlükte bile olmadığı koşulda güvensizliğe iten fesih kararının ardından komik değildi yazılanlar.
Sözleşme’den çekilme kararının yayımlanmasının ardından gelen süreçte twitter’da “Ben intihar etmem, öldürülmüşümdür, hakkımı arayın” yazan genç kadınların sayısının arttığına şahit olduk. Hatta bu güvencesizlik hissi öylesine sardı ki artık “evden çıkarken bile masama not bırakarak çıkacağım” noktasına geldi.
Dışarı çıktığı anda yaşayabileceklerinin belirsizliği, kendisini korumayan devlet ve yasalar karşısında hissettiği tedirginliği kâğıda dökme ihtiyacı hissetti. Ardında yazılı bir şey bırakma, geride kalan kız kardeşlerinin onun hakkını araması, susmaması için mesaj verme derdine düşmek zorunda kaldı. Fesih kararı ardından gelen bu tedirginliğin üzerine bir de yapılan paylaşımlar iyice büyüttü bu korku atmosferini: “Onların vahşice yazdıkları şakalar bizim gerçekliğimiz” diyerek kadınlara dayatılan karanlık gerçekliğin, vahşetin “mizah” haline getirilmesine tepkilerini dile getirdiler.
“12 Nisan günü regl olmuştum. Issız bir yerde oturuyorum. Yazılanları okuduktan sonra ped almaya gitmekten korktum başıma bir şey gelir diye.” Üniversiteli genç bir kadının olan bu sözler, 12 Nisan günü pek çok genç kadının hissiyatını anlatır nitelikte. Ülkenin kocaman bir kadın mezarlığına dönüştüğü gerçekliğinin bilinciyle “Artık ölümlerimizle, vahşetlerle gündem olmak istemiyoruz” diyerek gösterdi tepkisini. Faillerin herhangi bir yaptırım almayacağını düşündükleri ve Sözleşme’nin kaldırılmasından güç aldıklarını dile getirdiler.
Tüm yaşananlara, kendilerini korkutan, tedirgin ve güvensiz hissettiren her gelişmeye, dayatılan her koşula öfkelendiler. Bu öfkeyle birlikte harekete geçme ihtiyacı da hissediyorlar. Geçiyorlar da. Üniversitesindeki bir kadın topluluğuna koşuyorlar bu öfkeyle. Yan yana gelebileceği, hissettiği korkuyu, öfkeyi paylaşabileceği, varlığından güç alabileceği kadınların arayışına giriyorlar.
Evet genç kadınlar uygulanmayan yasalar, saldırılan haklar, şiddetin cezalandırılmaması, faillerin aklanması yüzünden yaşamlarından tedirginler. Ancak bu tedirginlik içlerinde yanan öfkeyi daha da alevlendiriyor. Bir sonraki katledilen kadının kendisi olabileceği düşüncesinin yarattığı korku ve öfke iç içe geçiyor. Fakat yazının girişinde bahsettiğimiz gibi bilinmeyen bir şeyden değil tam olarak da bildikleri bir kaynak. Korkularının, öfkelerinin sebebini gayet iyi biliyorlar. Korkularının sebebinin yıllardır kadınları şiddete, ölümlere sürükleyen politikalar olduğunu biliyorlar.
Koşarak gittikleri kadın toplulukları/kulüpleriyle birlikte hareket etmeye, Zoom’da derslere katılırken profil fotoğrafını “İstanbul Sözleşmesi bizimdir” şeklinde değiştirmekten eylemlere katılmaya kadar bir şekilde, yapabildiği ölçüde yaşamından tedirginlik hissettiren her koşula karşı çıkmaya yönelik bir çaba içerisindeler. Birbirlerinin güveni, güvencesi oluyorlar. “Yetmiyor. Öfkem dinmiyor. İçim soğumuyor bir türlü” diyerek dinmeyen öfkeyi de dile getiriyorlar. Çünkü katıldığı eylemler, attığı adımlar bir türlü soğutmuyor içini. Hayatın her alanında yaşadığı sorunlar; para kazanamama derdi, geleceksizlik de dört bir yandan yaşamları sarmalıyor.
Bu öfke sarmalıyla bir araya gelişleri, kazanım elde edişleri günü kurtarıyor belki ama yetmiyor. Çünkü genç kadınlar kendi yaşamlarını savunmanın gerekliliği ile birlikte daha köklü değişiklikler için daha gözü kara mücadelelere atılma ihtiyacı içerisinde. El ele verip bizlere bu korkuyu, güvensizliği, geleceksizliği dayatan sistemi ortadan kaldırmadıkça da dinmez bu öfke. Eşit ve özgür bir toplum inşa edene dek...
Fotoğraf: Ekmek ve Gül
İlgili haberler
İstanbul Sözleşmesi'nden vazgeçmiyoruz çünkü...
Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Kararı ile feshedildiği açıklanan İstanbul Sözleşmesi nedir? Kadın...
Devlet korumasındaki çocuğu korumaktan uzak, ‘bebi...
Dönemin ruhuna uygun bir bakan işte Derya Yanık. Atarlı, sağa sola laf atan, üslubu sorunlu, çocukla...
Şiddetle mücadelede 'alan' deneyimi: Zorluklar, İs...
Mor Çatı ‘Hak Kayıpları Sürerken Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Çalıştayı’ düzenledi. Çalıştayın s...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.