Bergen’i konuşuyoruz günlerdir. Gösterime giren film yıllar öncesindeki bir kadın cinayetini, bir erkekle ilişkisini bitirmeye çalışan bir kadının ölümle sona eren kısa hayat öyküsünü anlatıyor. 1989’da yaşanan gerçek bir cinayet. Erkek şiddetini tamamen toplumsal olarak yaşayan, gözünü kaybeden, bu durumun eski eşi tarafından yapıldığı herkes tarafından bilinen bir kadın Bergen.
Aradan 30’dan fazla yıl geçtikten sonra Bergen’i sinemada izlemek önemli bir deneyimdi. Dahası herkesin, her kadının yaşadığı bir öyküyü Bergen üzerinden beyaz perdede görmek bir o kadar da çarpıcıydı.
Sinemasal olarak bir şeyler söylemek bana düşmez. Ben Bergen’i ezik ve zavallı göstermeyen halini sevdim filmin. Tek başına ayakta durmaya çalışan, düşen, kalkan, hatalar yapan bir kadın.
Kendisine şiddet uygulayan adamı, erkeğin manipülasyonlarına dayanamayarak affeden bir kadın. Ülkedeki pek çok kadın gibi işte. Bu açıdan yargılamıyor Bergen’i, “şiddeti haketti” gibi saçma bir yere savrulmuyor.
Yoksul, annesi ile hayata tutunmaya çalışan bir kadının, hayatı kendisine cehennem eden erkekten bağımsız bir hayat kurmaya çabasını izliyoruz. Cinayet de zaten o aşamada geliyor. Bergen kesin ve net hayır diyor ve canı ile ödüyor verdiği cevabı.
Bergen’in ölümünün, aradan geçen 30 yıl içinde ülkedeki her kadının öyküsü haline gelmiş olması üzerine düşünüyorum filmi izlediğimden beri. Bir erkekten ayrılmak istemek, boşanmaya çalışmak, evlilik teklifini reddetmek kadınlar için ölüm demek.
Kadın katilleri için ise aradan geçen zaman içerisinde hayat aynı biçimde işliyor. Erkekler işledikleri suçun cezasını çekmiyor. Bergen’in katili televizyonlara çıkıp Bergen’e küfür edebiliyor, hiç pişman değilim diyor. Aynı diğer kadınların başına gelenler gibi, her gün aramızdan alınan kızkardeşlerimizin yaşadıkları gibi.
Cezasızlık, haksız tahrik indirimleri, iyi hal uygulamaları kadın cinayetlerindeki en temel meselelerden biri olarak yıllardır tartışılıyor. Geçen günlerde Erdoğan’ın serbest bırakılan bir erkekle ilgili söyledikleri ile gündeme yine gelmişti. Bugün ise Gökçer Tahincioğlu’nun haberi ile Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararından haberdar olduk.
2014 yılında Ankara’da kendisiyle evlenmek isteyen erkeğin evlenme teklifini reddetmiş olan Hatice Kaçmaz’ın ölümüne dair verilmiş olan Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararını konuşuyoruz. Yanında kocaman bir bıçakla Hatice Kaçmaz ile buluşan katilin, tasarlayarak öldürmediğine karar veren Yargıtay, evlenme teklifinin reddedilmesine ilişkin erkeğin yaşadığı duygusal çöküntü ve hiddetin etkisi altında cinayetin ani bir kararla işlendiğini belirtmiş, erkeğin yanında bulunan bıçağı sağ bileğinin içerisine bağlayarak gelmesinin tasarlama fiiline denk düşmediğini, evlilik teklifinin reddedilmesi durumunda şarta bağlı olarak hareket ettiğini gösterdiğini belirtmiş.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından bu kararın verilmiş olması, son derece olumsuz bir emsal karara işaret ediyor. Genel Kurulun Yargıtay Dairelerinin de üstünde bir kurum olduğunu burada belirtmek kararın vehametine işaret etmek için önemli.
Kadınların erkekler tarafından tasarlanarak öldürülmesine büyük bir direnç var yargıda. Erkeklerin bu konuda savunmalarına genelde itibar edilip kadınların bir anlık öfke ile öldürüldüğü kabul edilir. Erkeklerin savunmaları hep benzerdir, “anlık bir öfke ile kendimi kaybettim”, “bana küfür etti”, “aşağıladı”, “barışma teklifimi kabul etmedi”...
Bu sebeplerle erkeklerin yanında taşıdıkları bıçaklara, silahlara, buluşma noktası ayarlamalarına normal gözüyle bakılır. Tasarlamanın tüm unsurlarının varlığına karşın erkekler genelde bir ceza alacaklarsa kasten öldürmeden ceza alırlar. Kasten öldürmede de haksız tahrik indirimleri ve iyi hallerle ceza düşürülür. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun tasarlayarak öldürmede hükmedilen ağırlaştırılmış müebbet cezasını neredeyse olanaksız hale getirmiş olduğunu belirtmek gereklidir.
Bergen’i öldüren adamın canlı yayınlara katılıp rahat rahat “hiç pişman değilim, bugün olsa yine öldürürdüm” dediği noktaya dönüyoruz buradan tekrar. Tamamen planlı kadın cinayetlerine, “plan falan yok burada, adam aniden çok üzülmüş incinmiş öyle öldürmüş” diyebilen yüksek yargı, erkekleri aklıyor, kadınları da adamların dediğini kabul etseydiniz noktasına götürüyor.
Bergen’i öldüren adam da pavyonlarda şarkı söylemeyecekti, o bize ters diyor mesela. Kadın katillerinin her zaman bir gerekçesi, kadını suçlayan argümanları var. Yargı kararları ve her türlü uygulaması ile bunu güçlendirdikçe daha da artacak. Çünkü biliyoruz ki internetten araştırma yapıyorlar, ne ceza alacaklarına ya da almayacaklarına bakıyorlar, savunmalarını bunun üzerine kuruyorlar.
Velhasıl 33 yıl önce Bergen’i öldüren adam elini kolunu sallayarak geziyor, cinayeti anlatıyor, filmi yapanları tehdit ediyor, ceza falan almamış, Bergen’e yaşattıkları konusunda hukuk hiçbir şey yapmamış. 33 yıl sonra ise Yargıtay’ın en yetkili organlarından biri “tasarlayarak kadın öldürme yok kardeşim” diyor.
Kadınların katillerinin dışarıda gezmelerini sağlayan yargı pratiği bütün varlığı ile karşımızda. Kadın erkek eşitliğinden giderek uzaklaşılan, tüm politik motivasyonunu kadın düşmanlığı üzerinden alan siyasal iktidar kendi eseri olan yargı mekanizmasından belki yeniden şikâyet edebilir bu arada. “Yargıtay nasıl karar vermiş ya” bile diyebilirler.
Ama biliyoruz ki İstanbul Sözleşmesi’nden imza çekenler iktidardakiler. Kadınların üç kuruş nafakasına göz dikenler. Boşanmayı kadınlar isterse olanaksız, erkekler isterse beş parasız ortada kalma biçiminde çözmek isteyenler yine bunlar. Kadınlar annedir, tek işleri budur, erkeklerle eşit olamazlar, her istedikleri yere gidemezler, her istediklerini yapamazlar, erkenden evlenmeleri gerekir, her iş onlara uygun değil, aile hayatı ile uyumlu iş yaşamı kadınlara göre diyenler yine bunlar.
Yargı bu erkten bağımsız değil. İktidardakiler nasılsa yargı mekanizması da öyle düşünüyor, öyle çalışıyor. Kadın düşmanı politikalar böylece her yerde varlığını sürdürüyor. Münferit bir karar değil konuştuğumuz kesinlikle, içinde bulunduğumuz şeyin toplam özeti.
Bu demektir ki birbirimize daha çok sahip çıkmamız, haklarımızı ve hayatlarımızı nasıl koruyacağımız üzerine daha çok kafa yormamız gereken günlerdeyiz yine....
Fotoğraf: (Solda Bergen, sağda Hatice Kaçmaz, dövizli fotoğraf: Ekmek ve Gül)
İlgili haberler
Özgür, eşit, şiddetsiz bir yaşam bizimle mümkün!
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar gününü ülkenin dört bir yanında, yaşadığımız her alanda hep birlikte ör...
Şiddetin Yüzü: Kezzaplı saldırıya uğrayan kadınlar...
Kimyasalların erkeklerin elinde nasıl bir silaha dönüştüğünü gösterirken kadınların hayatlarında yar...
Yargıtay, çocuğu istismara maraz bırakan sanığa 6...
Yargıtay 13 yaşındaki bir çocuğu istismara maruz bırakan faile verilen cezayı ‘nitelikli cinsel sald...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.