Kendini, hangi din, mezhep veya inanca, hangi kökene, hangi felsefi veya siyasal görüşe, hangi cinsel yönelim veya tercihe, hangi başkaca bir gruba mensup, yakın veya uzak, yandaş veya karşıt bir kimlikle tanımlarsa tanımlasın; ülkemizde, topraklarımızda, coğrafyamızda yaşayan, kendini siyasetle ilgili veya ilgisiz gören, “ben anlamam” veya “beni ilgilendirmez” diyen, demeyen; hangi ekonomik-sosyal koşullarda yaşıyor, hangi yaş grubunda bulunuyor olursa olsun, hangi pozisyon ya da meslek ya da mesleksiz ve işsiz, ne olursa olsun, yaşadığımız gelişmelerden siyasal rant, kişisel çıkar ve ikbal sağlamayan bütün kadınların, bütün toplumun, çocukların ve gelecek kuşakların; adına “hak” ve “özgürlük” dediğimiz temel insan hakları alanında en az son on yıldan beri ve giderek artan yasal ve Anayasal hak ihlallerinin ayyuka çıktığı, başta yaşam hakkı olmak üzere hak ve özgürlük alanının gitgide daraltıldığı, ve hatta köy, zeytinlik, nehir, göl, deniz, tarımsal arazi, kentlerin tarihi ve kültürel mirası dahil, kamusal arazilerin, ormanların yani fiziksel alanlarımızın, kamusal mekanlarımızın piyasalaştırılıp halkın yararlanma alanından çıkarıldığı koşullarda, bütün bu sorunlara rağmen az-çok birlikte nefes alınan bireysel ve toplumsal varoluşun koşulları, insan ve yurttaş olarak geleceğimiz çok ağır ve yakın bir tehlikeyle karşı karşıya bırakılıyor. Eleştirel bir bakışla okumadığınız zaman fark edilmeyecek kadar çok ince işlenmiş, umut ve heyecan verici, güzel sözlerle sarmalanarak görünenin ardında tasarlanan acılı ve karanlık geleceği çok başarıyla gizleyebilen, çok sinsi ve bir kez Anayasa hükmü haline geldikten sonra artık eleştirseniz, topa tutsanız, isyan ve feveran etseniz kimsenin sesinizi duyamayacağı kadar işin işten geçmiş olacağı bu tehlike, çok eşitlikçi ve özgürlükçü sözlerle bir “Anayasa Değişikliği” biçimine bürünmüş olarak TBMM’de görüşülüp oylanmayı ve hepimizi bekliyor.
Hiçbir kadın örgütünün, hiçbir üniversitenin, hiçbir hukuk örgütünün, Barolar Birliğinin görüşü alınmaksızın böylesine önemli ve kadınların hiç ihtiyacı olmayan bu değişiklik önerilerinin gündeme getirilmesi, antidemokratik bir tutum olduğu kadar, zaten baştan kadınların iradesini, fikrini hiçe sayan bir tutum ile de dikkat çekiyor.
AKP’nin hazırlayıp 336 milletvekili imzası ile TBMM’ye sunduğu Anayasa’nın 24. ve 41. maddelerini değiştirecek olan önerisinin TBMM’nin resmi sitesinde sunuluşu şu şekilde:
“Teklif ile, temel hak ve hürriyetlerin kullanılması ile kamu veya özel kesim tarafından sunulan mal ve hizmetlerden yararlanılmasının hiçbir kadının başının örtülü veya açık olması şartına bağlanamaması, hiçbir kadının dini inancı sebebiyle başını örtmesinden ve tercih ettiği kıyafetinden dolayı eğitim ve öğrenim, çalışma, seçme, seçilme, siyasi faaliyette bulunma, kamu hizmetlerine girme ile diğer herhangi bir temel hak ve hürriyeti kullanmaktan ya da kamu veya özel kesim tarafından sunulan mal ve hizmetlerden yararlanmaktan hiçbir surette yoksun bırakılamaması, söz, konusu sebeplerle kınanamaması, suçlanamaması, herhangi bir ayrımcılığa tabi tutulamaması, bir hizmetin gereği olan kıyafet söz konusu olduğunda Devletin, başörtüsünü ve tercih edilen kıyafeti hiçbir surette engellememek kaydıyla gerekli tedbirleri alabilmesi, yalnızca kadın ve erkek olmak üzere iki farklı cinsiyetten bireylerin birbiriyle evlenerek evlilik birliğini oluşturabilmesi, bunun dışındaki hiçbir birlikteliğin evlilik birliği olarak kabul edilmemesi, düzenlemenin halkoyuna sunulması halinde tümüyle oylanması amaçlanmaktadır.”
Kulağa ve akla çok güzel geliyor; sadece “Evlilik birliği” tanımındaki ayrımcılık ve LGBTİ bireyleri adını anmadan, örtük olarak hukuk düzeninin dışına atan kesin ifadeyi saymazsak…
ÇERÇEVE METİN
Anayasa’nın 24. maddesi:
Bu madde, 24. madde değişiklik önerisi TBMM’den geçerse değişiklik önerisi ile yapılan ek fıkra (son paragraf) ile birlikte şu hale gelecektir:
Madde: 24:
“Herkes, vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir.
14’üncü madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dini ayin ve törenler serbesttir.
Kimse, ibadete, dini ayin ve törenlere katılmaya, dini inanç ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; dini inanç ve kanaatlerinden dolayı kınanamaz ve suçlanamaz.
Din ve ahlak eğitim ve öğretimi devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Din kültürü ve ahlak öğretimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Bunun dışındaki din eğitim ve öğretimi ancak, kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanuni temsilcisinin talebine bağlıdır.
Kimse, devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.
Temel hak ve hürriyetlerin kullanılması ile kamu veya özel kesim tarafından sunulan mal ve hizmetlerden yararlanılması, hiçbir kadının başının örtülü veya açık olması şartına bağlanamaz. Hiçbir kadın; dinî inancı sebebiyle başını örtmesi ve tercih ettiği kıyafetinden dolayı eğitim ve öğrenim, çalışma, seçme, seçilme, siyasî faaliyette bulunma, kamu hizmetlerine girme ile diğer herhangi bir temel hak ve hürriyeti kullanmaktan ya da kamu veya özel kesim tarafından sunulan mal ve hizmetlerden yararlanmaktan hiçbir surette yoksun bırakılamaz. Bu nedenle kınanamaz, suçlanamaz ve herhangi bir ayrımcılığa tâbi tutulamaz. Alınan veya verilen bir hizmetin gereği olan kıyafet söz konusu olduğunda Devlet, ancak dinî inancı sebebiyle kadının başını örtmesini ve tercih ettiği kıyafetini hiçbir surette engellememek şartıyla gerekli tedbirleri alabilir.”
Anayasanın 41. Maddesi:
Değişiklik TBMM’den geçerse Anayasa 41. maddenin metni şöyle olacaktır:
Madde 41- Aile, Türk toplumunun temelidir. Evlilik birliği, ancak kadın ile erkeğin evlenmesiyle kurulabilir ve eşler arasında eşitliğe dayanır. Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar. (Ek fıkra: 7/5/2010-5982/4 md.) Her çocuk, korunma ve bakımdan yararlanma, yüksek yararına açıkça aykırı olmadıkça, ana ve babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme hakkına sahiptir. (Ek fıkra: 7/5/2010-5982/4 md.) Devlet, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirleri alır.
Eğer, çeşitli dönemlerde başbakan veya cumhurbaşkanı, bakan, belediye başkanı ya da AKP saflarından seslenen biri dışında tümü de erkek olan yönetici, temsilci ya da sözcülerinden 20 yıl boyunca kadınlar hakkında tek tek aşağı eklediğim binlerce benzer sözü duymasaydık, okumasaydık, gündem konusu Anayasa’nın iki maddesindeki değişiklik önerilerini yapan aynı AKP’nin kadınlara karşı ne kadar ‘saygılı’ ne kadar ‘eşitlikçi’ , ne kadar ‘ayrımcılık karşıtı’ ve ne kadar ‘özgürlükçü’ olduklarına bir sefer de olsa inanmak isterdik!..
“Her çalışan kadın, gözü doymamış erkek demektir. Bir kadın çalışmayı tercih ederek fuhşa hazırlık yapmış olur” (Sosyal Doku Vakfı Kurucusu ve Başkanı Nureddin Yıldız),
“Kadınsa o da iffetli olacak. Mahrem namahrem bilecek. Herkesin içerisinde kahkaha atmayacak, bütün hareketlerinde cazibedar olmayacak” (Eski Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç)
“Kadının fıtratında erkeğe köle olmak var” (Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde Erdoğan için ‘Dombra’ şarkısını değiştirerek yazan Uğur Işılak)
“Tecavüzcü kürtaj yaptıran tecavüz kurbanından daha masumdur” (AKP Milletvekili Ayhan Sefer Üstün)
“Hamile kadınların sokakta dolaşması terbiyesizliktir” (Ömer Tuğrul İnançer)
“Annelerin, annelik kariyerinin dışında bir başka kariyeri merkeze almamaları gerekir” (Eski Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu)
“Türk hanımları evinin süsüdür, erkeğinin şerefidir, Batı kadınları maalesef ezilmektedir” (Eski Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül)
“Bir tane kız mıdır, kadın mıdır bilemem.” (Recep Tayyip Erdoğan)
“Kadına şiddet abartılıyor.” (Recep Tayyip Erdoğan)
“Ben zaten kadın erkek eşitliğine inanmıyorum.” (Recep Tayyip Erdoğan)
“Tecavüze uğrayan doğursun, gerekirse devlet bakar.” (Eski Sağlık Bakanı Recep Akdağ)
“Tecavüzcü, kürtaj yaptıran tecavüz kurbanından daha masum.” (Ayhan Sefer Üstün / Eski AKP Milletvekili, İnsan Hakları Komisyonu Başkanı)
“Tecavüze uğrayan da kürtaj yaptırmamalı. Bosna’da kadınlar tecavüze uğradı ama doğurdular.” (Ayhan Sefer Üstün / Eski AKP Milletvekili, İnsan Hakları Komisyonu Başkanı)
“Kadın ahlaklı olsun, kürtaj yapmak zorunda kalmasın.” (Melih Gökçek / Eski Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı)
“Anası tecavüze uğruyorsa neden çocuk ölsün? Anası ölsün.” (Melih Gökçek /Eski Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı)
“Çocuğumuz öyle nereye giderse gitsin olmaz. Yalnız bırakılan ya davulcuya ya zurnacıya.” (Başbakan Recep Tayyip Erdoğan / Münevver Karabulut cinayeti hakkında-2009)
• “Ben kadın-erkek eşitliğine inanmıyorum. Onun için fırsat eşitliği demeyi tercih ediyorum. Kadınlar ve erkekler farklıdır, birbirinin mütemmimidir (tamamlayıcısıdır)” (Başbakan Recep Tayyip Erdoğan-2010)
“Medya olayları abartıyor. Kadına yönelik şiddet algıda seçicilik.” (Fatma Şahin / Dönemin bakanı)
“Evdeki işler yetmiyor mu?” (Veysel Eroğlu / Orman Bakanı)
ADIM ADIM GELDİĞİMİZ TEHLİKE
Geriye dönüp baktığımızda AKP’nin cinsiyetler arasındaki ayrımcılığı derinleştiren ve ataerkil tahakkümü artıran politikalarını özellikle 2011 yılından sonra adım adım hayata geçirdiğini görüyoruz:
• 2010 yılında dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın Dolmabahçe’de kadın kurumlarıyla yaptığı “demokratik açılım” toplantısında “Ben kadın ve erkek eşitliğine inanmıyorum… onun için fırsat eşitliği demeyi tercih ediyorum. Kadınlar ve erkekler farklıdır, birbirinin mütemmimidir (tamamlayıcısıdır)” sözü, esasen AKP iktidarının İslam otoriterliği yolunda habercisi, cinsiyet politikalarında ise stratejik bir planın temel vurgusu niteliğindeki bu açıklaması oldu.
• Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığından kadın sözcüğü çıkartıldı ve bakanlığın adı “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı”na dönüştürüldü.
• AKP öncesi dönemde kurulan TBMM Kadın-Erkek Eşitliği Komisyonunun adı, “Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu” olarak değiştirildi.
• Başbakan RT Erdoğan’ın 2012 yılındaki “Her kürtaj bir Uluderedir.” sözüyle kürtaj karşıtı devlet politikaları devreye girdi; yasal olarak kürtaj yasaklanmamış olsa da fiili olarak kürtaj yaptırmak, özellikle taşrada, son derece zorlaştı fiili olarak yasağa dönüştürüldü.
• 2013 yılında basında “kızlı-erkekli” evler adıyla yer verilen evlere baskınlar yapıldı.
• Aynı dönemde evlenen öğrencilere kredi imkanı ve harç kredilerinde indirim sağlanarak gençlerin evlenmesi ve çok çocuk yapılması teşvik edildi.
• 2014 yılında kadınların miras haklarına doğrudan müdahale edilerek, tarım arazilerinin “ehil çocuğa” (yani fiiliyatta erkek çocuğa) bırakılmasına yönelik yasa çıkartıldı.
• 2015 yılında resmi nikah olmaksızın dini nikah yapılması suç olmaktan çıkartıldı. Çok-eşliliğin ve çocukların evlendirilmesinin yasal olarak önü açıldı.
• 2015’te TBMM’de kurulan, “Boşanma Komisyonu” olarak bilinen, tam adı “Aile Bütünlüğünü Olumsuz Etkileyen Unsurlar ile Boşanma Olaylarının Araştırılması ve Aile Kurumunun Güçlendirilmesi İçin Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırma Komisyonu” mayıs 2016’da yayımladığı raporda “kadınların miras hakkı, nafaka hakkı, ikna sürecine girmeden boşanma hakkı, şiddetten korunma hakkı” gibi haklarla ilgili olarak yapılan önerilerde, kocanın ölümü durumunda kadının yüzde 50 miras payı ile ilgili düzenlemenin çocukların aleyhine olduğu gerekçesiyle kaldırılması gerektiği, kadınların nafaka hakkının (evlilik süresiyle) sınırlandırılması, boşanma durumunda din alimlerinin arabuluculuk yapması, şiddet uygulayan kişinin çocuklarıyla görüşmeye devam edebilmesi gerektiği, kendilerine tecavüz eden kişiyle evlenmek zorunda kalan kadınların beş yıl süreyle başarılı bir evlilik geçirmeleri durumunda tecavüzcüye cezasızlık sağlanabileceğini öngörüyordu.
• 2016 yılında AKP hükümeti, “cebir, tehdit, hile veya iradeyi sakatlayan başka bir neden olmaksızın 16.11.2016 tarihine kadar işlenen cinsel istismar suçunda mağdurla failin evlenmesi durumunda koşullarına bakılmaksızın hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına, hüküm verilmiş ise cezanın infazının ertelenmesine karar verilir.” hükmünün eklenmesini Meclise öneri olarak sunmuştu. Yaygın tepki sonucunda bu tasarı geri çekilerek, aralık 2016’da çocuklara yönelik cinsel suçları düzenleyen TCK’nin 103. ve 104. maddelerinde değişiklik yapıldı ve cezalarda kademelendirmeye gidildi. 12 yaş ve altındaki çocuklara karşı işlenen suçlarda en üst sınırdan ceza verileceği belirtildi. 103. maddenin “15 yaşını tamamlamamış her çocuğa karşı gerçekleştirilen her türlü cinsel davranışın cinsel istismar sayılacağına” ilişkin hükmü iptal edildi. Böylelikle rıza yaşı fiili olarak 12’ye indirilmiş oldu. Bu durum 12 yaşından büyük çocuklara cinsel istismarda cezasızlık için ‘rıza’ kavramına başvurulabilmesinin yolunu açtı.
• Ekim 2017’de Nüfus Hizmetleri Kanunu’nda yapılan değişikliklerle, sağlık personellerinin takibi dışında doğmuş çocukların bildiriminde sözlü beyan yeterli kılındı.
• Aynı değişiklikle, müftülüklere resmi nikah kıyma yetkisi verildi. Her iki değişiklik de pratikte çocuk evliliklerinin ve çok eşliliğin yasal düzeyde önü açıldı.
• AKP Hükümeti cinsiyet politikalarını ağırlıklı olarak devlet düzeyinde Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı arasındaki iş birliği aracılığı ile uygulamaya koydu.
• 2013 yılında Sümeyye Erdoğan’ın başkanlığında kurulan Kadın ve Demokrasi Derneği (KADEM) ile hükümet arasındaki ilişki bu çerçevede 2017 yılında KADEM ile MEB arasında ve KADEM ile AFAD arasında iş birliği protokolleri ile gerçekleştirildi. KADEM de hem devletin eğitim politikasına hem de Suriyeli mültecilerin hayatına iktidarın cinsiyet politikasını ulaştırma misyonu üstlendi.
• 2010 yılında, Diyanet İşleri Başkanlığı genel müdürlük seviyesinden müsteşarlık seviyesine yükseltilirken, Diyanet’in görev alanı da genişletildi; aile ve kadına yönelik kapsamlı işlevlere kavuşturuldu “Aile, kadın, gençlik ve toplumun diğer kesimlerine yönelik dini konularda aydınlatma ve rehberlik yapmak” amacıyla donatıldı. En büyük bütçe harcamasına sahip devlet kurumlarından biri oldu…
• Diyanet İşleri Başkanlığınca 2012 yılında “Aile” faslından Sıbyan Mektepleri adı verilen 4-6 yaş arası çocuklar için kuran kursları açıldı ve sayısı 3000’e ulaştı.
• Diyanet’in 2016 yılı istatistiklerine göre Türkiye genelinde hizmet verdiği kuran kursu sayısı 15 bin 742 iken bu kurslara katılan kişi sayısı 1 milyon 066 bin 724. Ayrıca bu kurslara katılanların çok büyük bir çoğunluğunu kadınlar oluşturuyor. Kurslara katılan erkek sayısı 121 bin 980 iken, kadınların sayısı 964 bin 744.
• Diyanet’in aile ve kadına yönelik faaliyetleri AKP iktidarları süresince giderek kurumsallaşan bir şekilde kadınlara yönelik vaaz, dini eğitim, Kur’an kursu, yatılı yurt, barınma, danışmanlık, dini ibadetlere katılma kolaylığı, haç ziyareti vb. kadınların dindarlaşması yönünde artan bir faaliyete sahne oldu.
• 2003 yılında il müftülükleri içinde Aile Bürosu adıyla kurulan kurumlar, 2007 yılında Aile İrşat ve Rehberlik Bürosu adıyla çalışmaya başlamış; evlilik, boşanma, eşlerin birbirleriyle problemleri, aile içi şiddet, cinsel sorunlar, kadının çalışması, miras, kürtaj, tüp bebek sahibi olmak, akrabalık, töre cinayetleri, evlilik programları, internet kullanımı, evlilik dışı veya öncesi cinsel ilişki vb. meseleler üzerine ‘danışmanlık ve rehberlik hizmetleri’ olarak sürmüştür. Bu büroların varlık amacı, “toplumun aile hakkında dini açıdan doğru bilgilendirilmesini sağlamak, aile yapısının korunmasına katkıda bulunmak, özellikle aile ve aile bireyleriyle ilgili dini içerikli soru ve sorunların çözümüne katkıda bulunmak” şeklinde açıklanmaktadır. Bu bürolara başvuruların gittikçe artış gösterdiği ve başvuranların büyük çoğunluğunun kadınlar olduğu gözlenmiştir.
• AKP iktidarlarıyla beraber aldığı konum ve cinsiyet politikalarının hayata geçirilmesinde önemli misyonlar yüklenen Diyanet İşleri Başkanlığının, göreve atanan başkanları da misyonlarına uygun açıklamalarla, özellikle kadınları ilgilendiren her konudaki açıklamalarıyla gündem oldular.
Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez 2012 yılında kürtaj tartışmaları ile ilgili olarak “Toplumun temeli ailedir. Ailenin devamlılığını çocuk sağlar. Dinimiz evlenip çoğalmayı teşvik etmiştir. …Kürtaj haram ve cinayettir. Çocuk düşürmek ve aldırmak gebeliği önleyici tedbirlerden değildir. Çocuk aldırmak cinayet hükmündedir.” şeklinde beyanda bulunarak Diyanet’in o dönemki devlet politikasına birebir destek vermişti.
• Mehmet Görmez’in başkan olduğu dönemde (ocak 2016) Diyanet’in sitesinde “Bir babanın öz kızına duyduğu şehvet, karısıyla olan nikâhını düşürür mü?” diye iletilen soruya Diyanet, “Babanın kızını kalın elbiselerden tutarak ya da vücuduna bakıp düşünerek, şehvet duyması, bu tür bir haramlık oluşturmaz” şeklinde sözleriyle infial yaratmıştı. Kamuoyu tepkilerinin ardından söz konusu yanıtı internet sitesinden kaldırmıştı.
• Diyanet ve Diyanet’e destek olduğu ileri sürülen Diyanet Vakfı ve KAGEM başta olmak üzere bu vakfın alt birimleri Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile çeşitli protokollere imza atarak, radyo ve televizyon programları, konferans, panel, seminer düzenlemek; Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın ülke genelinde kapsamlı bir şekilde faaliyetlerini yürüttüğü Aile Eğitimi Programı (AEP) isimli yetişkin eğitimi programının sponsorluğunu yapmak da yine Diyanet İşleri Başkanlığı’nın görevi alanına dahil oldu. Üreme sağlığı üzerine Sağlık Bakanlığı ile, kız çocuklarının okullaştırılması kapsamında Millî Eğitim Bakanlığı birimleri ile yapılan protokollerin temel hedef aile yapısı ve değerlerinin korunması, ailenin güçlendirilmesi ve sosyal hizmetlerle ilgili çalışmalar yürütülmesi şeklinde ifade edilmektedir.
• Bütçesi, radyo, televizyon, basılı yayın faaliyetlerinin yanı sıra eğitim, seminer ve rehberlik hizmetleri olmak üzere oldukça çeşitlenen hizmet alanları ve türlü devlet kurumları arasındaki iş birlikleri çerçevesinde Diyanet bugünün cinsiyet politikalarında faal bir devlet aygıtı görevi görmektedir.
• Diyanet eliyle toplumda dindarlaşmanın artırılması için kadınlara özel bir öncelik verilmekte, aile yapısı üzerinde İslami ögeler etrafında şekillenen yeni kadınlık, annelik rolleri inşa edilmeye çalışılmaktadır.
• “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” kavramı yerine “Toplumsal Cinsiyet Adaleti” kavramını “eşitlik” yerine “eşdeğerlik” ve “fıtrat” kavramlarını yerleştirme çabaları da bu stratejinin bir parçası oldu
• Diyanet İşleri Başkanlığının yaptığı çeşitli yayınlar ile Aile İrşat ve Rehberlik Büroları’nın rehberlik adı altında yürüttüğü çalışmaların doğrudan toplum mühendisliği olduğu açıktır. Bu çalışmalarla inşa edilen kadın modelinin görevi sabır ve gerektiğinde Allah’a sığınarak aile içi problemlere katlanmak, böylelikle aile kurumunun devamını sağlamak; doğurup dindar nesiller yetiştirerek toplumun devamını sağlamak; bunları başarıyla yerine getirebilmek için dindar bir eş ve anne olmak.” Kadınlığın varoluş sebebi budur. Kadınlar kendilerini bu şekilde konumlandırmalıdır.
• Bu anlayışın mefhumu muhalifinden çıkan sonuç ise “anne olmayan bir kadın yarım bir kadındır”. Diyanetin çeşitli yayınlarında kadınlara Hz. Ayşe, Hz. Hatice gibi rol modelleri üzerinden “İslam’a hizmet” aşkı ve “adanmışlık” fikri aşılanarak, muhafazakâr kadın modelini aşan “militan ve misyoner bir İslami kadın kimliği” oluşturmaya yönlendirdiği açıktır.
• Cinsiyet eşitliğine karşı AKP Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan 2016 yılında: “Çalışıyorum diye annelikten imtina eden bir kadın, aslında kadınlığını inkar ediyor demektir… Anneliği reddeden, evini çekip çevirmekten vazgeçen bir kadın iş dünyasında istediği kadar başarılı olsun, özgünlüğünü kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyadır, eksiktir, yarımdır” diyerek, “anneliği reddeden, evini çekip çevirmekten vazgeçen kadınları” marjinalleştirmeye çalışmaktadır.
• Kadın ve LGBTİ haklarına yapılan saldırıların OHAL ilanı ile daha da arttığı 2016 yılından sonra özellikle cinsel ve cinsiyetçi şiddete ve yasaklara her zaman tepki gösteren, direnç odağı olan bu kesimlerin hedefe konması bilinçli bir stratejinin sonucu olduğunu göstermektedir.
• Nitekim kadına yönelik şiddete ilişkin davalar bu cinsiyetçi-ayrımcı politikalara ve söylemlere paralel olarak ya ciddi ceza indirimi ya da cezasızlık ile sonuçlanmış ve bu da şiddetin önlenmesine ilişkin yasal yaptırımların etkisini ciddi şekilde azaltan bir rol oynamıştır.
CİNSEL SUÇLAR…
• Çocuk istismarı olaylarında cinsel suçların mağduru olduğuna ilişkin verilerin sadece mevcut olduğu 2011-2015 yılları arasında mağdur çocuk sayısında nüfus artış oranının çok üzerinde düzenli bir artış tespit edilmiştir.
• AKP’nin toplumu muhafazakârlaştırmasının ve dinselleştirmesinin ahlaki yozlaşmanın önünü alamadığı, tam tersine cinsel suçlarda bir artış olduğu; faillerin cezasız kalması, cezalandırmanın gecikmesi, ceza indirimleri, gibi yargısal işleyişin yarattığı sonuçların, cinsel suçların engellenmesi çabalarına adeta bilinçli olarak ket vurduğu defalarca deneyimlenmiş bir olgudur.
• Bu olumsuz sonuç ve gelişmeler böylece artarak devam ederken 20 Mart 2021 tarihinde –cinsel-fiziksel her türlü şiddete karşı ciddi yasal ve kurumsal önlemler alınmasını devletlere yükümlülük olarak getiren İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıldığına dair CB Kararnamesi’nin Resmi Gazete’de yayımlanması, AKP’nin kadınlarla ilgili ileri sürdüğü “koruma, geliştirme, güçlendirme” iddiası içeren bütün vaatlerinin uluslararası ve iç hukuk bakımından en büyük hukuksal dayanağının ortadan kaldırılması sonucunu getirdi. (AKP’nin iktidarı boyunca kadınların eşitliği ve özgürlüğü aleyhine gelişmelere ilişkin olarak yararlanılan kaynak; TIKLAYIN )
Eğer bu sistemli dinselleştirme uygulamalarının yanında, kadınların giydikleri şort, saçının, kolunun açık olması gibi nedenlerle saldırıya maruz kaldıklarında AKP ve devletin yönetici birimlerinden saldırıyla ilgili hiçbir tepki verilmezken, kadınlara yönelik cinayet ve diğer şiddet olaylarını, çocuk evlilikleri, kadın cinayetleri ve taciz-tecavüz yargılamalarında faillere cezada indirim veya cezasızlıkla ödüllendirme, çocuklara yönelik cinsel saldırı suçlarında Adalet Bakanı şahsiyetler ağzından “küçüğün rızası” gibi faili savunan açıklamaların olağanlaştığını görmemiş, yaşamamış olsaydık, AKP’nin Anayasa değişikliği önerisinden belki kadınlar yararına bir gelişme olacağına gaflet ve delalet içinde bir umut bağlayabilirdik.
Ama yaşadıklarımız sonucunda AKP’nin bugüne kadar yaptıklarının, önerilen Anayasa değişikliği maddelerinin TBMM’den veya referandumdan geçtiği takdirde yaşayacaklarımızın da göstergesi olacağından asla şüphe duyamayız. 20 yılda geldiğimiz yer ortada.
YARIN: AKP’nin anayasa değişiklik teklifi bize ne söylüyor? (2)
Görsel: Ekmek ve Gül (Arşiv)
İlgili haberler
192 siyasetçiye, iktidarın anayasa değişikliğine '...
Kadının İnsan Hakları – Yeni Çözümler Derneği kamuoyunda “başörtü düzenlemesi” olarak anılan teklife...
BMİS Kadın Komisyonu: Eşitsizliğin önünü açan Anay...
Birleşik Metal-İş Sendikası Kadın Komisyonu AKP ve MHP milletvekillerinin oylarıyla Meclis'e sunulan...
ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ: Lafta eşitlik, anayasada ayrı...
Başörtüsü tartışmalarının ardından Erdoğan’ın gündeme getirdiği anayasa değişikliğinin içeriği ortay...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.