Seçimlerden sonra, dini kurallara göre düzenlemeler yapılması doğrultusunda, AKP yöneticileri, hükümet yetkilileri ve müttefikleri Yeniden Refah Partisi (YRP) ve HÜDA PAR temsilcilerinin açıklamaları peş peşe gelmeye başladı. Ancak bu ideolojik, politik yönelim bugüne mahsus olmadığı gibi burjuvazinin ihtiyaçlarına göre siyasetin, ekonominin, üretimin ve toplumsal yaşamın dizayn edilmesi tercihinden de bağımsız değildir.
Cumhur İttifakı ve destekçilerinin seçim dönemi kadınlara dair gündemlerinde; 6284 Sayılı Şiddete Karşı Mücadele Yasası, nafaka uygulamaları, boşanma usul ve esasları yer aldı. Ancak süreç yeni başlamıyordu.
AKP’nin kadın politikalarında hep dini esaslara göre toplumu yeniden şekillendirme yöneliminin etkisi belirgin oldu. Toplu taşımlarda “pembe otobüs” girişimleri, kadınlar için özel park uygulamaları gibi girişimleri unutmadık. “Türk hanımları evinin süsüdür, erkeğin şerefidir”, “Örtüsüz kadın perdesiz eve benzer. Perdesiz ev ya satılıktır, ya kiralık”, “Bir tane kadın mıdır, kız mıdır bilemem”, “Kızlarımız okuyor ama bu seferde erkeklerimiz evlenecek kız bulamıyor”, “Tecavüze uğrayan doğursun, gerekirse devlet baksın”, “Anası olacak kişinin hatasından dolayı çocuk niye suçu çekiyor? Anası kendini öldürsün (kürtaj tartışmalarına gönderme)” gibi söylemler sözün sahiplerinin fikri özgünleri ile sınırlı değildir maalesef. Bu söylemlerle, belirli hedefler doğrultusunda, bir fikir olarak, sistematik biçimde örgütlenerek bugün politik söylemler düzeyine gelindi.
KADINI ÜRETİME ÇEKMEKLE AİLEYE KAPATMAK ÇELİŞKİLİ DEĞİL, BÜTÜNLÜKLÜ POLİTİKALAR
Sümeyye Erdoğan başında bulunduğu kadın derneği KADEM’in, 2016‘da yeni binasının açılışında yaptığı konuşmada; “Kadın çalışmasın, evde otursun, 3 çocuk yapsın”, “Çalışıyorum diye annelikten imtina eden kadın aslında kadınlığını inkar ediyor demektir”, “Anneliği reddetmek, insanın yarısından vazgeçmektir, daha geniş tutuyorum, insanlıktan vazgeçmiştir” sözleriyle anneliği tercih etmeyen kadınları yarım ve eksik olarak tanımlamıştı. Böylesi bir yaklaşıma rağmen süreç içerisinde uyguladıkları “kadın istihdamını teşvik” adı altında sermayeye kaynaklar aktaran politikaları uygulamaktan da geri durmamıştır. Bu durum çelişki gibi görünse de kadını, sermayenin ihtiyaçlarına göre üretim alanına süren tutum ile yine aynı ihtiyaçlar doğrultusunda, kadının merkezinde yer aldığı, kapalı aile kurumuna, eve hapseden anlayışla toplumsal yaşamı yeniden organize etme tutumu esasında birbirini tamamlayan politikalardır.
Eğitim sisteminde 4+4+4 uygulamasına geçilerek kız çocuklarını örgün eğitimin dışına iten politikaları, siyasal gericiliği bizzat eğitim müfredatının içinde örgütlenmesi, okullarda bunca öğretmen açığı varken, atanamayan öğretmenler atama için yıllarca beklerken eğitimci açığının din görevlileri ile kapatılmasını iktidarın toplam eğitim politikalarından bağımsız ele alamayız. Eğitim hizmetleri, çocukların ve gençlerin barınma ihtiyaçları da dahil, tarikatlar ve cemaatlere ve bir yanıyla da şirketleşen bağlantılı vakıflarına teslim edilmiş durumda. Sübyan mektepleri tartışması bugün zorunlu karma eğitime kadar gelmiş durumda. Sabahattin Zaim Üniversitesi eski Rektör Yardımcısı ve YÖK Denetleme Kurulu Üyesi Bülent Arı’nın “Okuma oranı arttıkça beni afakanlar basıyor, ben her zaman cahil halka güvendim” sözleri iktidarın pratik uygulamalarının ve yöneliminin bir aynası.
Eğitimde atılan bu adımların yanı sıra meslek liselerinin, meslek eğitim merkezlerinin (MESEM) çocuk yaştaki gençlerin sömürü çarklarına itilmesinin bir aracı halinde yeniden örgütlenmesi, AKP ve iktidarının hangi sınıfa, hangi toplumsal kesimlere hizmet ettiğinin açık göstergelerinden birisidir.
‘SORUMSUZLUK’ BUGÜNKÜ SİYASİ REJİMİN YÖNETME KODLARINA UYGUN
Devlete sorumluluklar yükleyen uluslararası sözleşmelerden olan İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması kararını “tek adam yönetimi” olarak şekillendirilen siyasi rejim yönelimlerinden ayrı ele alamayız. Bugün tüm karar verici mekanizma tek elde toplanmışken yürütmenin nedense hiçbir sorunda, hiçbir yıkımda, hiçbir felakette sorumluluğu yoktur örneğin. Hektarlarca orman yanar, önlem alınmamasında gerekli müdahalenin yapılmamasında iktidarın sorumluluğu yoktur. Depremde kamu binaları başta olmak üzere korkunç yıkımlar olur, sel felaketleri yaşanır, denetimde, imar kararlarında, yapılaşmada, deprem ve sel sonrası halkın ihtiyaçlarının karşılanmamasında, yıkımın yaralarının sarılmamasında iktidarın sorumluluğu yoktur. İşçiler işçi cinayetlerinde can verir, iş yerlerinde denetim yapılmamasında, önceden önlemlerin alınmamasında, patronlarca işçilerin kölelik koşullarında, canı, kanı pahasına çalıştırılmasında iktidarın bir sorumluluğu yoktur. Neredeyse her gün bazen de günde birden fazla kadın cinayetinde, vahşileşen kadına yönelik şiddette de devlet sorumluluğu üstlenmemekte, hatta şiddeti besleyen politikalarda ısrar etmektedir. Dolayısı ile devlete doğrudan kadına yönelik şiddetin önlenmesi için sorumluluk yükleyen ve kadına yönelik şiddeti tarihten gelen eşitsiz güç ilişkisine dayandıran İstanbul Sözleşmesi’ndeki imzasını kaldırmıştır. Çünkü sorumsuzluk bugünkü siyasi rejimin yönetme kodlarının fıtratına çok uygundur.
ALİ YÜKSEL’İN SÖZLERİ MÜNFERİT, KİŞİSEL GÖRÜŞLER DEĞİL
Uzun bir süredir kadına yönelik şiddeti kapsayan 6284 sayılı Kanun AKP ve ortaklarının hedefinde. Adım adım yasanın işlevsizleştirilerek kaldırılması hedefleniyor. HÜDA PAR seçim beyannamesini cumhuriyetin İslam’ın medeniyet değerleriyle yeniden buluşturulması hedefiyle, başörtüsü ve tesettürün anayasal güvenceye alınması, ailenin sapkın anlayışlara karşı korunması (burada kastedilenler elbette LGBTİ yurttaşlar), 6284 sayılı Yasa’nın değiştirilmesi, süresiz nafaka uygulamasının son verilmesi, evlilikte 25 yılını tamamlayan kadınlara emekli maaşı verilmesi, karma eğitimin zorunluluktan çıkarılması gibi vaatlerle açıklamıştı. YRP’nin seçim beyannamesi de farklı değil, burada da nafaka hakkı, 6284 sayılı Yasa, LGBTİ varlığı özel olarak ele alınmış ve aile, sosyal hizmetler, eğitim başta olmak üzere yapılacak düzenlemelere “ahlak ve maneviyata uygunluk” kriteri getirilerek böylece partinin rotası da tarif edilmiş. Bu nedenle YRP Konya milletvekili Ali Yüksel’in kadınlara dair tepki çeken demeçlerini, münferit, kişisel görüşler olarak değerlendirmemek gerekiyor.
KADINLARIN HAKLARINA SİL BAŞTAN MÜDAHALE
Adalet Bakanı Yılmaz Tunç seçimler sonrası verdiği demeçlerde aile hukukunun sil baştan ele alınacağını duyurdu. Peki ne anlama geliyor bu demeçler? Öncelikle belirtelim nafaka, boşanma ile birlikte 6284 sayılı Yasa hedefte. Aile içinde kadını şiddetten, öldürülmekten korumayanlar kadınların daracık sığınaklarını da ortadan kaldırmayı hedefliyor. Arabuluculuk uygulamasıyla, imamların sosyal çalışmacı gibi boşanma davalarında görevlendirilmesiyle yapılmak istenen kadının canıyla sınandığı evliliğe ve şiddetle malul aile kurumuna ikna etmek, mahkûm etmektir.
Muhtemeldir ki “tek adam yönetimi” esasına göre işleyen ve demokrasinin kırıntısı bile kalmamak üzere hazırlıklarını yapan iktidarın anayasal dayanaklarını güçlendirecek bir hazırlık, önümüzdeki dönem gündemimizde olacak. Bu tartışmaların içerisinde özellikle başörtüsü ve tesettür önemli bir yer tutacak, otoriterliğin inşasına hizmet edecek düzenlemeleri sanki kadınlara özgürlük alanı açılıyormuşçasına sunarak, siyasal gericiliği meşrulaştıracak olan Anayasa değişikleri için dayanak yapılacaktır.
Sonuç olarak bu hükümetin attığı hiçbir adım öylesine ve birbirinden bağımsız değildir. Toplam bir hak gaspı ve kazanımlara saldırı diyebileceğimiz düzenlemelerin halk nezdinde tepki görmemesi, itiraz noktaları olmaması için, dahası kısmen onay görmesi için, gerçeğin üzeri demagojiyle, algılarla örtecekleri, parça parça tartışmaya açıp dayanak yapacakları gerekçelerle propagandasını yapacakları görülüyor.
HÜKÜMETİN SERMAYEYE HİZMET ETME GÖREVİNİN DAYANAĞI
Bu iktidarın da görevi sermaye düzeninin sorunsuz devam etmesi, tekellerin kâr oranlarının artmasıdır. Bu görevleri yerine getirmek için dizginsiz bir sömürü düzeninde, işçinin kanı canı üzerinden, kölelik koşullarında, sefalet ücretiyle üretimin devam etmesi gerekir. Başta işçi sınıfı ve emekçilerin örgütsüzleştirilmesi, hak kavramının ortadan kaldırılması, emekçi sınıfların kolektif haklarını içeren sağlıktan, sosyal güvenliğe kamu hizmetlerinin mümkün olduğunca zayıflatılması, işlevsizleştirilmesi de hükümetin sermayeye karşı görevleri arasında yer almaktadır. Ülkenin yeraltı, yerüstü kaynaklarını, ormanların, zeytinlikleri, tarım alanlarını yok etme pahasına uluslararası tekellere, şirketlere açmak, maden, enerji şirketlerinin faaliyetlerinin aralıksız sürmesini sağlamaktır. Çatışmacı, yayılmacı dış politika bu görevin bir parçasıdır. 4+4+4 eğitim sistemiyle, gerici müfredatıyla, sömürü çarklarını döndürecek bir eğitim sistemi bu göreve hizmet etmektedir. Tarikatlar, cemaatlerle kurulan siyasetten ticarete, bürokrasiden eğitime bir bütünlük oluşturan ilişkiler de hükümetin sermayeye hizmet etme görevinin ve iktidarını tahkim etmesinin bir parçası, dayanağıdır.
Kadınların önüne gelecek olan 6284 sayılı Yasa’nın işlevsizleştirilmesi başta olmak üzere hak gaspları ve uygulamalar, hükümetin sermayenin ihtiyaçlarına göre ele aldığı bürokrasiden siyasete, ekonomiden, üretime, eğitimden yargıya tüm düzenlemelerle uyumlu bir toplumsal hayatın oluşturulması da bu görevlerine hizmetin gereğidir.
NASIL KARŞI DURACAĞIZ?
Hükümetin sermayeye karşı görevlerine vereceğimiz sayısız örnekler vardır. Bu nedenle gündeme gelen politikaları, uygulamaları, düzenlemeleri bir bütünlük içinde görmez, böyle ele almazsak her bir gündem için parça parça mücadele eden ve yol alamayan pozisyonu aşamayacağımızı bilmeliyiz. Bugün hükümetin kadınların kazanımlarına, özgürlük alanlarına yönelen saldırı hazırlıklarına karşı kadın hareketinin topyekûn cevap vermesi gerekir. Kaldı ki kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesi işçi sınıfının ve emekçilerin insanca çalışma ve yaşam koşulları mücadelesinden, sendikal haklar ve özgürlükler mücadelesinden bağımsız değildir. Toprağına, havasına, suyuna sahip çıkan köylülerin verdiği çevre mücadelesinden bağımsız değildir. Bir bütün olarak barış ve demokrasi mücadelesinin ayrılmaz bir parçasıdır. Çünkü iktidar “tek adam rejimi”ni tahkim etmek, otoriterliği, baskıcı düzeni her yönüyle sağlamlaştırmak, sömürü, yağma ve talan düzenini devam ettirmek için zor kullanmaktan, mevcut haklara yönelmekten başka yol tanımayacaktır.
Bu yolda yürürken sarılacağı argümanlar "dini inanç", "değerler", "gelenekler", "yerli ve millilik" gibi söylemler olacaktır. O zaman bizlerin de birleşmekten ve mücadele etmekten başka yolumuz yoktur. Kadınların hak eşitliği ve özgürlükler mücadelesi demokrasi mücadelesinin, her alanda sağlanmış gerçek bir laiklik mücadelesinin bir parçası olacaktır. Laiklik basit bir din devlet ilişkini tanımlar durumda değildir artık. Dolayısı ile hayat tarzları, inanma ve inanmama özgürlüğünün güvenceye alınması, toplumsal yaşamda, eğitim, hukuk vb. alanlarda din vesayetinin ve inançlar üzerindeki vesayetin kaldırılması, tarikat ve cemaatlerin ticaret, siyaset, bürokrasi ve toplumsal alanlardaki hegemonyasına son verilmesini içeren bir toplumsal ilişkiler bütünüdür ve bugün mücadelemizin önemli konularından birisidir.
Ülkemizde ve dünyada kadınlar neoliberal politikalara, yoksulluğa, işsizliğe, iktidarların otoriter ve baskıcı politikalarına karşı mücadele deneyimine ve birikimine sahiptir. Bugün de AKP iktidarıyla ve müttefikleriyle gelen, gelecek olan saldırı politikalarını püskürme potansiyeline sahibiz, başarabiliriz, başarmalıyız.
Fotoğraf: Ekmek ve Gül
İlgili haberler
‘Bakanın sözleri Medeni Kanundaki haklarımıza sald...
Adalet Bakanı'nın aile hukukuna arabuluculuk getirileceğini söylemesine dair TÜBAKKOM'dan Av.Eylem S...
ÇEDES’ten tarikatlara çocuklar karanlığa teslim ed...
ÇEDES ismi din görevlilerinin toplu ataması ile yeniden gündeme girse de aslında eğitimde ‘manevi da...
NAFAKA GERÇEKLERİ
Nafaka nedir, ne değildir? Neden kadınlar için vazgeçilmez bir haktır? Nafaka boşanma sonrası kadınl...
- EN SON
- ÇOK OKUNAN
- ÖNERİLEN
Editörden
Bültenimize abone olun!
E-posta listesine kayıt oldunuz.